Kayıtlar

Aralık, 2022 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

“Seçkin bir kimse değilim”

  Meşhur şairlerimizden Cahit Zarifoğlu’nun dizesidir bu ve ilk bakışta kolay söylenebilen ve çoğumuza pek de özel gelmeyen dört kelimelik mısra, aslında çok değerli bir idrakin kapısını aralayan muhteşem bir anahtar olarak önümüzde duruyor. Kendimizi, ailemizi, çevremizi, neslimizi, ırkımızı yahut buna benzer seçmeden sahip olduğumuz bazı özelliklerimizi başkalarından üstün ve değerli görmek gibi bir haleti ruhiye içinde yaşıyorsak, bu mısrayı anlamak bir yana dillendirmek bile bize göre değildir. Öyle ya; seçkin bir kişi, bir millet ya da bölgeden geldiğimize inanıyor ve bununla kendimizi tatmin ve takdim ediyorsak, bir anda üstünde durduğumuz kaidenin kırılması anlamına gelecektir bu kısa mısra. Oysa bizden önce ve hatta aynı zamanda milyonlarca insan bizim vazgeçilmez sandığımız imkân ve şartlardan mahrum olarak yaşadı ve yaşıyor. Firavunun sarayında bizim kaloriferli ve klimalı dairelerimiz kadar lüks imkanlar yoktu ama bir şekilde o da ısındı ve serinledi. Ne krallar ne de kölele

Kurtuluşu kurtarmak!

  Kelimelerin ve kavramların, günümüzün her şeyi ezip geçen, yakıp yıkan, hızlı ve değişken, samimiyetsiz ve bir o kadar da sahtekâr yaşam tarzında kendilerini korumaları pek mümkün olamıyor. Bu kaypak düzlemde insanların ve olayların da ayakta kalmaları, kaim olmaları, geleceğe umutla yürüyebilmeleri de bir o kadar zorlaşıyor. Günün heveskar ve hızlı değişiminden ve pek çok şeyi yozlaştırma becerisinden, geçmiş de nasibini almaktan kurtulamıyor ve mazinin en değerli hatıraları içleri boşaltılarak, kuru birer görüntüye yahut anın rüzgârı ile uçan bir balona tebdil ediveriyor. Değerlerin muhafazası, köklerin korunması, dalların kesilmemesi, yaprakların kurumaması, meyvelerin çürümemesi için atılan her adım, bir yerlerden atılan taşlarla, çamurlarla ya da küçümser bakışlarla bir köşeye mahkûm edilmeyi çalışılıyor. İşte bu ahval ve şerait içinde, her yıl bugünlerde şehrimizin bir mütareke ile kurtuluşunu hatırlarken, esarete düşerken verilen destansı direnişi de yad ediyoruz. Fransızların

Demokratik manipülasyon

  Ülke olarak bir seçim sathi mailine girmiş bulunuyoruz. Zaman olarak yaklaştığımız bu sürece, birtakım planlar ve oyunlarla girdiğimiz artık sır değil. Üstelik bu sadece bizde değil, demokrasi denen ve halkı kendisinin daha iyi olduğunu kim ikna ederse onun kazandığı sistemi uygulayan her ülkenin standartlarından biri bu. Herhangi bir iş dalında işe alınacak her elemana sorulan diploma ya da yetkinlik belgesi gibi temel soruların söz konusu bile olmadığı iş alanı politikacılık veya devlet yönetmek! Kulağa ne kadar saçma geliyor değil mi? Neredeyse çöp toplamak için bile sertifikaların istendiği günümüzde ülke yönetmek için tek özellik yetiyor: Halkı ikna etmek! Bu arada çöp toplama işini küçümsemek ne haddimize, o iş yapılmasa sokaklarımız ve şehirlerimiz yaşanır olmaktan çıkardı. Hayatımızın normal akışını sağlayan en önemli iş dallarından biri de çöplerin toplanması ve bu yüzden belediye başkanlığı da oldukça önemli bir yönetim alanı. Tabii belediye başkanını, çöpümüzü toplatacak a

Adil şahitler olmak

  Hayat su gibi akıp gidiyor, geriye kimin hangi noktada ve nasıl durduğu kalıyor. Bir de akan suya göre hareket etmeyen, şekli bozulmayan sapasağlam duruşlar, bir bakıma akışa direnişler kalıyor. Gündeminde din olanlarla bu dine duyduğu kini din edinenler arasında yaşanan tartışmalar artık memleketimizin rutini haline geldi. Dünyanın hiçbir yerinde olmadığı kadar din düşmanı ile birlikte yaşıyoruz. Aynı şekilde cehalet ve aymazlığın da en yoğun rastlandığı bir devirdeyiz. İslam’a düşmanlarının verdiği zarardan çok, kendini bu dinin temsilcisi ilan eden ve etrafına da bir kalabalık toplayan, ancak nefsinin davasını vermekle ve peşinden gidenleri de dava diye şahsını savunmakla vazifelendiren birilerinin yaptıklarının ceremesini çekiyoruz. Ülkemizin son yüz yılında İslam’ın fiilen sosyal hayata hakim olmadığını mü’min-kafir hepimiz biliyoruz. Buna rağmen ortaya dökülen her pislikte bir şekilde İslam’ı ve Müslümanları suçlu ilan etmek ve genelleme ya da toptancılık yaparak her şeye ve he

İnsanın bitmeyen tekrarı

  Bir yerlerde kulağımıza çalınan ve gayri ihtiyari dinlenilen nakaratların çoğalması ve neredeyse kesintisiz her yerde karşımıza çıkar hale gelmesi, melodisi ne kadar hoşumuza giderse gitsin, bıkkınlık verecek ve yüz çevirmemize yol açacaktır. Yüz çevirmek dediysem lafın gelişi, zira insan önce gönül çevirir, son kulaklarını tıkar, ardından gözlerini kapatır ve son olarak yüzünü çevirir. Yüz çevirmek bir nihai vazgeçmenin ifadesidir yani. Biz ahlakın en yücesi, insanlığın zirvesi Muhammed(sav)’den bu konuda çok ciddi bir ders almışızdır. O, kesinlikle muhatabına tüm vücudu ile tam olarak yönelmeden konuşmaz ve dinlemezdi. Bu hali ile tüm benliği ile muhatabını kuşatır ve hem onu dinler hem de kendini dinletirdi. Bu yüzden O’nun yüz çevirmesi büyük bir felaket ve yıkım sayılırdı. Günümüze gelinceye kadar yaşayan insanlar arasında en iyi, en ahlaklı, en ideal şahsiyetler olarak bize aktarılanlar, O’nun ahlakından en çok nasiplenen ve en çok O’na benzeyenler oldular. Aramızda dolaşan ve