Kayıtlar

Gazze etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Kudüs kimin olacak?

Resim
Mitingler büyük hadiseler karşısında halkın galeyana gelmesiyle ortaya çıkarlarsa devlet gücünü tetikleme görevi icra edebilirler. Ancak devletin gücü halkın iteklemesiyle artmaz. Devletten gücünden fazlasını beklemek hayalcilik olur. Dün olduğu gibi bugünlerde de müstekbir devlet ve uluslar bizim zayıflık ve korkaklığımızdan faydalanarak kendi hükümlerini icra ediyorlar. Karşılarında durabilecek bir güç ya da devletimiz yok. Bu gerçeği kabullenmek ve ona göre beklentilerimizi dengelemek zorundayız. Türkiye kalibresinde bir devlet, bu gibi olaylarda en yüksek perdeden kınama ve elçi çekmek gibi diplomatik adımların ötesine geçemez. Ki bu satırları yazdığım saatlerde sadece Türkiye ve Güney Afrika devletleri istişare için elçi çekme adımı atmıştı. Dünyadan hele de İslam dünyasından bu cesareti gösteren  başkası da yok zaten... Tarihe şöyle bir not düşüldü: Giritli Ortodokslar 16 Ağustos 1866 gecesi Selino kazasındaki bütün Müslümanları (beşiktekiler dahil) katlettiler. Bu katli

Gemiler Yakmak İçindir!

Azatlı bir köle iken kumandanlığına getirildiği ordusunun gemilerini yaktığı günden beri Tarık bin Ziyad, yeryüzünde ‘gemileri yakmak’ diye bir deyim var ve yakılan gemiler kararlılığın, dirayetin ve kahramanlığın sembolü oldular. Yakılan gemiler yalnız geri dönüşün imkanını yok etmedi, korkuların ve zaafların çürük tahtalarını da kül etti. Ateş, doğru yerde ve doğru hararetle kullanıldığında altını değersiz madenlerden ayırmak için tek yoldur. Mesele gemiler ve ateş değildir aslında, kasdedilen bir fetihtir ve yanan gemiler onun kazanını kaynatır. Bunun için gerekli olan büyük bir kumandan ve sağlam bir ordudan da ziyade, uğrunda herşeyin yakılabileceği yani herşeyin göze alınabileceği bir davadır, bir davettir. Her gemi bir şekilde yakılabilir de artık demirden yapılan bazı gemiler yakılamıyor, başı dara düşenler hemen başını sokacak bir gemi bulabiliyor.  Yakılmadan ardımızda bıraktığımız gemiler, ayaklarımıza bağlı demir kütleleriyle bizi aşağılara çekmeye devam ediyor

Şehirlerin Yusuf’u; Kudüs!

Yusuf kuyuda bu kadar kalır mı, kalırsa buna can dayanır mı? Yusuf’u kuyudan çıkartanlar dost olsa satarlar mı O’nu? Yusuf’u canı bilen, evladı bilen O’nu zindana atar mı? Yusuf’un hikayesini bilmeyen var mıdır? Sanmam ama yine de hatırlatmakta fayda var. Babasının en sevgili evladı iken bir kıskançlığa kurban edilip kuyuya atılır Yusuf! Sonra bulunur kendini bilmezler tarafından… Kendini bilmeyen Yusuf’un kadrini bilir mi? Satarlar O’nu! Alan tutulur Yusuf’un güzelliğine ama her tutku gibi muhatabının mahvına sebeb olur bu da. Atılır zindana Yusuf! Sonra gün olur devran döner, zindandan saraylara varır yolu… Babası Yakub’un (aleyhisselam) gözleri dayanamaz bu ayrılığa ve kan ağlamaktan kör olur! Yusuf’un kokusu gerektir yeniden görebilmek için! Ve hain kardeşler gün olur diz çökerler önünde Yusuf’un (aleyhisselam)… Kısaca bu Yusuf’un hikayesi… Bana şehirlerin Yusuf’u Kudüs dedirten, Kudüs’ün kaderi olsa gerek… Ne kadar da benzer Yusuf peygambere (aleyhisselam)! Birinci Dünya Savaşı’nd

Vicdan ve Onur

Halimizi, hatırımızı soracak olursanız artık çok iyiyiz. Gözümüzü kapatmadan bu dünyaya, bir geniş nefes alabilmiş olmanın ferahlığı ile can vereceğiz inşaallah. Bunca zaman hüzünle ağlamadan sonra, sevincimizden ağlama zevkini tatmış olmanın tatlı huzurundayız... Hıncımızı, hırsımızı bir geniş nefes ile zalimlerin suratına tükürmüş olmanın dayanılmaz hafifliğinde, ayaklarımız yerden kesildi artık. Ebu Zer’in yalnızlığını paylaşarak herbirimiz, dünyanın en ucra köşelerinde, çekilmiş karanlık köşelerine evlerimizin, bir büyük utancın altında ezilirken; kulaklarımız, gözlerimiz ve gönüllerimiz, bir büyük hasretin son buluşuna şahit oldu. Koca iki değirmen taşının arasında ezilip, ruhumuzun un gibi öğütülüşünü çaresiz izlerken; bir dev kudretli elin bizi taşların arasından bir hamlede, bir yüce hışımla çıkarışını yaşadık. Saman çöpü misali yüzerken koca bir nehrin üzerinde Akdeniz’den gelen kan kokusu ile uyandık, silkindik ve suyun akışına karşı kulaç atmaya başladık. Ciğerlerimize çekti

Bir Demokrasi Masalı...

Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde, kalbur saman içinde... Böyle başlardı eskiden masallar. Çoğumuza hala tanıdıktır bu anlaşılmaz görünen ama anlaşılmasa da kulakta hoş bir yankı bırakan kısa ve sade cümleler. Bizim masalımız böyle başlamıyor ne yazık ki! Bir demokrasi masalı varmış, herkesin hayran olduğu. Bütün kölelerin her akşam dinleyip dinleyip uyuduğu, efendilerin devam etmesi için türlü hokkabazlara her türlü desteği sağladığı bir masal... Masal hep aynı cümlelerle başlarmış; bütün insanların insanca yaşama hakları vardır, bütün insanların inançlarını hiçbir baskı ve kınamaya tabi olmadan uygulama hakları vardır, bütün insanların fikirlerini özgürce beyan etme ve savunma hakları vardır... Böyle uzayıp gidermiş masal. Bu cümlelerin uzunluğu masalı dinleyen kölenin uyanık kalma direncine göre ayarlanırmış. Sonra devam masala... Demokrasi masalına göre insanlar, kendilerini yönetecek olanları kendileri seçerlermiş. Ancak tek şartla seçilecek olanları başkaları belirlermiş.

Binbirsurat Dünya, Lanet Sana!

Özelde Gazze için genelde Filistin için söylenecek sözlerin bittiği bir dönemde yazmak zorunda olmak ne kadar tatsız tahmin edemezsiniz. Evet sözün bittiği ve anlamını yitirdiği bir tarih devresinden geçiyoruz. Ne desek boş, ne yazsak yetersiz… Günlerdir bütün kalem erbabı belki de yazılacakların hepsini yazdılar ve söz bitti artık! Evlatlarının cesetleri başında yığılıp kalmış bir anne ya da babayı hangi söz teselli edebilir ki? Hangi güzel cümle, baba ve anne kelimelerini henüz ağzına bile alamadan daha, onları kaybeden bir bebenin hislerine tercüman olabilir ki? Tahmin edebilir misiniz nasıl bir duygudur; başka çocukları anne ya da baba diye seslenirken duyan ama kendisi için böyle bir ihtimal olmayan bir çocuğun halini, iç dünyasını, yüreciğinde kopacak fırtınaları… Sonra kalkıp ayağa kocaman kocaman adamlar utanmadan bu çocuklara ‘terörist’ diyecekler ve biz de tasdik edeceğiz öyle mi? Geçiniz efendiler, geçiniz… Yeryüzünün binbirsurat maymunları ve bukalemunları geçiniz. Size art

İnsanlığın gündemine ‘insanlık’ geldi!

Halimizi, hatırımızı soracak olursanız artık çok iyiyiz. Gözümüzü kapatmadan bu dünyaya, bir geniş nefes alabilmiş olmanın ferahlığı ile can vereceğiz inşaallah. Bunca zaman hüzünlerimizle ağlamaktan sonra, sevincimizden ağlama zevkini tatmış olmanın tatlı huzurundayız… Hıncımızı, hırsımızı bir geniş nefes ile zalimlerin suratına tükürmüş olmanın dayanılmaz hafifliğinde, ayaklarımız yerden kesildi artık. Ebu Zer’in yalnızlığını paylaşarak herbirimiz, dünyanın en ucra köşelerinde, çekilmiş karanlık köşelerine evlerimizin, bir büyük utancın altında ezilirken; kulaklarımız, gözlerimiz ve gönüllerimiz, bir büyük hasretin son buluşuna şahit oldu. Koca iki değirmen taşının arasında ezilip, ruhumuzun un gibi öğütülüşünü caresiz izlerken; bir dev kudretli elin bizi taşların arasından bir hamlede, bir yüce hışımla çıkarışını yaşadık. Saman çöpü misali yüzerken koca bir nehrin üzerinde Gazze’den gelen kan kokusu ile uyandık, silkindik ve suyun akışına karşı kulaç atmaya başladık. Ciğerlerimize ç