Kayıtlar

2012 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Güzel yemek yoktur!

Kargaya yavrusunun şahin göründüğünü biz uydurmuşuzdur. Karga nasıl göründüğüne bakmaz halbuki yavrusunun... Annedir ve olay bitmiştir! Yavrunun herşeyi tatlı ve güzeldir. Anneleri farklı kılan nedir diye çok düşünüyorum... Yaratan bize kendinden sıfatlar vermiş. O Semi'dir, biz de işitiriz. O Basar'dır, biz de görürüz. O Hayy'dır, biz de yaşarız. O Muhalefet'un lil-Havadis'tir, biz de birbirimizden mutlaka bir yönümüzle ayrıyız. O Alemlerin Rabb'idir, biz sahip olduklarımızın efendileri... Bu örnekleri uzatabildiğiniz kadar uzatın, sonuçta ortaya çıkan O'nun bize kendi sıfatlarından birer parça verdiğidir. Bütün bu sıfatlar herhangi bir cinsiyet ayrımı olmaksızın herkese verilmiştir. Bir tek sıfat var ki o sadece annelere özeldir. Sadece ve yalnızca annelerin bağrında yaratılır yavrular! Ve yavrularını en çok hep anneler sever, en çok anneler düşünür, en çok anneler ağlar. Kimsenin gönlü bir anne kadar rikkat sahibi olamaz evladına karşı ve kimsenin kulakla

Kırmızı ışıkta durmak caiz midir?

Dünyada bir müslüman için aslolanın dinini ikame etmek -yaşamak ve yaşanmasına engel olan gerekçelerden uzak olmak- olduğunu hatırlayarak söze başlayalım. Her ne gerekçe ile olursa olsun dinini yaşayabileceği bir ortam edinmek de bu anlamda her müslümanın kişisel bir sorumluluğudur. Gayr-i müslim bir ülkede ikamet etme durumunda bulunan müslümanların bile nerede ne şekilde dinlerini ikame edecekleri konusunda üzerlerine düşeni yapmaları beklenir. Örnek olarak namazın cemaat ile ikamesi için mescidler inşa etmek yahut çocuklarını islam üzere yetiştirmek gibi.. Bunun yanısıra böyle bir ülkede yaşayan müslümanların tabi oldukları hukuk ile alakalı dinlerinden kaynaklanan bazı sınırlamalara ya da serbestliklere de muhatab olmaları kaçınılmazdır. Şunu hemen tespit ederek sözlerimize devam edelim: Bir müslüman anlaşmalı olarak (pasaport ve vize ile ya da vatandaşlığına geçerek) bir gayr-i müslim ülkede ikamet ederse, bu şahsın o ülkenin asayiş ve sair kanunlarına tabi olması sebebiyle ortaya

Tehlikeye atmak mı dediniz?

Hicri takvim 52. yılı (bazı tarihçiler 50 veya 55 olduğunu kaydederler) gösterdiğinde islam orduları Kostantıniyye'yi kuşatmıştı.. Hayatlarını Allah'ın dinine adamış sahabeler Sevgili(sav)'nin Rabb'ine irtihalinden sonra Medine'de durmayıp en uzak seferlere kadar katılmışlardı ki; Kostantıniyye seferi de bunlardan biridir.  Ebu Eyyub Halid bin Zeyd(ra) ya da bizim bildiğimiz adıyla Eyyub el-Ensari de bu orduya katılan erlerden biri idi. Sefere katılanlardan Ebu İmran şöyle anlatıyor: Biz Kostantiniyye seferindeydik. Mısır ordusunun başında Ukbe bin Amir vardı. Şam ordusunun başında Fudale bin Ubeyd vardı. Kostantiniyye’den büyük bir ordu çıkarak saf tuttu. Biz de onlarla savaşmak üzere saf tuttuk. Müslümanlardan bir kişi Rumlara hücumda bulundu; onların arasına tek başına daldı, sonra dönerek geri geldi. Halk o kişiye bağırarak, 'Subhanallah! Bu kişi kendi eliyle kendisini tehlikeye attı' dediler ve Bakara suresinin 195. ayetini okudular. Bu sözler karşısınd

Allah adına karar vermek!

İnsan olarak sürekli etrafımızda olan bitenle ilgili kararlar, hükümler vermekteyiz. Müslüman olarak ise çevremizde olanları vahiy kaynaklı bir literatürle okumak mecburiyetindeyiz. Özellikle mevzubahis olan kavramlar direk Allah Teala ile ilgili ise bu nokta çok daha önem kazanır. Zira O'nu kendisinin razı olduğu ile isimlendirmek, sıfatlandırmak veya tefekkür etmek şarttır. İnsanların Allah Teala karşısındaki durumlarına gelince bunları da yine O'nun razı olduğu şekilde yapmak imanın bir gereğidir. Bu konuda dikkat edilmesi gereken husus uhrevi ve dünyevi ya da zahir ve batın gibi iki ayrı yüzü olmasıdır. İnsanlar bizim gözümüzde yani dünyalık/zahide kimdirler ve ne ile isimlendirilirler sorıusunun cevabı yine vahiyden alınmalıdır. Bu isimler hemen hepimizin bildiği mu'min, kafir veya munafık kavramlarıdır ki kendi içlerinde çoğalsalar da temelde bu üç sınıf vahyin insanları dünyada isimlendirme metodunun temelidir. Ahiretteki hallerini ise Allah Teala bilir! Biz insanlar

101 - Karia

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحيمِ اَلْقَارِعَةُ 1- Korkunç olay! Felaket, facia, ortalığı dağıtacak, tar-u mar edecek dehşetli an! Gürültüler koparacak bela... مَاالْقَارِعَةُ 2- Korkunç olay nedir? Bildiklerinin hepsini bir kenara koy zira bu onların hiçbirine benzemeyecek! وَمَا اَدْريكَ مَاالْقَارِعَةُ 3- O korkunç olayın ne olduğunu anlayabilir misin? Ne olduğunu, ne olacağını tahminle, fikirle, zanla, aklınla ya da sahip olduğun başka bir yetenekle anlayabileceğini mi düşünüyorsun? يَوْمَ يَكُونُ النَّاسُ كَالْفَرَاشِ الْمَبْثُوثِ 4- O gün insanlar uçuşan kelebekler gibi olurlar. Bataklıklar üzerinde sürüler halinde uçuşan sayısı belirsiz kelebekler, kanatlı karıncalar yahut pervaneler gibi basit ve çok ama o kadar hafif ve o kadar küçücük varlıklar olarak savrulacak insanlar! وَتَكُونُ الْجِبَالُ كَالْعِهْنِ الْمَنْفُوشِ 5- Ve dağlar dağılmış yünler gibi olurlar. Zannetmeki insanların bu hali onların cüssesinin küçüklüğündendir, hafifliğindendir; zira yeryüzünün en ağır kütlelel

1 - Fatiha

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحيمِ 1. Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismi ile... O'nun ismiyle başlar ve O'nun Rahman ve Rahim olduğunu zikreder, hatırlatır. Rahman dünyaya ve varlıklara her türlü rahmeti yaratan olarak tecelli ettiğinin ifadesi iken; Rahim ismi ile kendinden kabul ettiği, kulu saydıklarına özel uhrevi rahmetleri ifade eder. İsim, bir şey hakkındaki bütün bilgi ve içeriği özetleyen kelime olmakla Allah lafzının başlanılan isim olarak seçilmesinden de bu lafzın O'nun hakkındaki herşeyi ihata eden bir kelime olduğu anlaşılır. اَلْحَمْدُ لِلّهِ رَبِّ الْعَالَمينَ 2. Hamd alemlerin Rabb'i Allah'adır. Hamd yani övgü ve senaların tamamı O'nun içindir. Alemlerin Rabb'ı olması zaten alemlerde O'nun kontrol ve idaresinde dışında hiçbir şeyin olamayacağını beyan eder. O'nun kontrolü dışında hiçbir şey yokken bir başkasının O'nun gibi övülmesi yahut hamde muhatap kabul edilmesi mümkün değildir. Rablik Fir'avn ve benzerlerinin de sahi

‘... siracen munira’

Bazı konular vardır aslında yazmayı ve üzerinde düşünmeyi bırakın gündeme gelmesi bile rahatsız edicidir. Ruhumuzun sinir uçlarını test eden, gönül dünyamızın okyanuslarında fırtınalar kopartan konular. Delikanlılığın en deli devrinde kılıç elinde koşturan bir yiğit Mekke sokaklarından yıldırım gibi akmaktadır. Aldığı haber kanını dondurmuş ve genç bir yürek kılıcını kaptığı gibi meydana yürümüştür.. Kabe’ye yaklaştığında bir kutlu el bileğinden tutacak ve sadece ‘hayır’ diyecek ve bir anda Fırat’ın önüne kurulan bir baraj gibi duracak herşey. Bu koşan Ali(ra)’dir, Mekke’nin reisi Ebu Talib’in oğlu! Onu durduran, bileğini tutup kılıcını indirten ise uğruna Mekke’yi bile yakabileceği peygamberi Muhammed(as)... Ona ‘deli’ dediler, sihirbaz ve yalancı dediler. İnsanların en eminine hem de! Saldırdılar ve eziyetler ettiler. İnsanlar çok incittiler onu. Kabe’nin hemen yanıbaşında secdede iken başına deve işkembesi koymuşlardı o gün, Ali(ra)’nin yalınkılıç koştuğu, Fatıma(ra)’nın ‘babam’ fer

Evs ve Hazreç

İnsanları birbirinden ayıran en mühim özellik ne onların renkleri ne de sahip oldukları dünyalıklarıdır. Bunlarla ya da bunlara benzer diğer basit ve çoğunlukla tercih sebebi olmayan sıfatlarla insan ayrımı yapmak ne vahye, ne insanlığa ne de akla uygundur.  Mahlukatın en şereflisi olmaklığıyla övündüğümüz insanlığımızı en belirgin gösteren sıfatımız nedir o halde? İnsan olmanın en önemli yanı bir değer yargısına sahip olmaktır. Karşılaştığı hadise ve problemleri ne ile çözdüğü ya da hangi değerlerle muhakeme ederek tavır aldığına bakarak bir insanın ne kadar insan olduğuna ya da ne kadar değer taşıdığına dair net bir kanaat elde edebiliriz. Yeryüzündeki en basit suçtan en büyük cinayetlere kadar her bir kötülüğün bir ya da birçok failleri de insandırlar. Karınca incitmekten cekinenler olduğu gibi fil hatta filleri bir hamlede yoketmeye hazır ve meyyal olanlar da vardır. Biz müslümanlar için bu konuda ölçü çok nettir: Ey iman edenler! Allah'a itaat edin, peygambere itaat edin  ve s

Tek Kale Maç!

Ahmat Altan, Dini alanı kastederek "bizim de o bahçelerde arada bir dolaşmamızın kime zararı var?" demiş. Ateist olduğunu iddia eden Altan ve benzerlerinin Dini alanda gezinmelerinin bir zararı yok. Ayrıca eleştirilen bu gezinme çabası da değil! Eleştirilen, misafir olunduğu beyan edilen alanda, sizce paylaşılmayan anlam haritalarına bağlı İnsanlara, o haritalara dair ahkam kesmek! Çocukluğum Almanya'da geçti, orayla hala temasım var. Türkiye ile paralel din karşıtı akımları başta Almanya merkezli hala takip ederim. Batılı bir ateist, deist ya da agnostik ile varoluş, dünyayı algılayış, hayata bakış vb konuları müzakere ettiğinizde şunu görürsünüz: 1-Anti-Teist değildir. 2-Yaşamını İncil-Tevrat'ı yanlışlamaya vakfetmemiştir. 3-Bireysel pozisyonunu kendi kaynaklarına dayandırabilmiştir. İstisnalar elbette vardır ama bu 3 hususu genelde görürsünüz ve bunlar içinde bence en önemlisi 3.maddedir. Ve Türkiye ateistinde bu yoktur. Bunu, kendilerini Türk ateizminin

Kitabullah'a sarılmak

Yahudiler ve Hristiyanlar önce alimlerinin yazdıklarına Allah'ın kitabından daha çok değer vermeye başlamışlardı, sonra da bunu Allah'ın kitabını terketmek takip etti. Ve gün geldi o alimler(!) Allah'ın kitabıdır diye insanlara kendi yazdıklarını sundular ve kabul gördüler. Onları Yahudileştiren ve Hristiyanlaştıran süreç kısaca böyle gelişti. Hadisle sabittir ki bu ümmet adım adım onların yolunda gitmektedir. Önce Kur'an-ı anlamaktan mahrum kaldılar. Sonra kendi aralarındaki kendilerinden olanların kitaplarını diğerlerinden üstün görüp dini kendi alimlerine ve kitaplarına has kıldılar ve hatta birbirini sapkınlıkla itham ettiler. Süreç halen devam ediyor. Tek avantajımız Kur'an-ın korunması vesilesiyle üzerinde lafz olarak tahribat yapılamaması ancak bunu da yanlış tercüme ve tefsirlerle aşıyor şeytan ve avanesi.. Yanlışlığı tesbitin en garantili yolu olan sünnet bilgisinden mahrum olanlar ise farkında olmadan değiştirilen tercüme ve tefsirlere tabi olup üzerinde t

İslam ‘yara bandı’ değildir

Sorunlar ve çözüm arayışları insan hayatının neredeyse tamamını kapsayan bir durumdur. Hatta hayatın kendisi bizzat dünyada olma sorununa çözüm bulmaktan ibaret olduğu gibi, ahirette nereye gideceğin hususunda da bir çözüm ve yol izleme yeridir. Ancak ölündüğünde biten bir yığın sorunlar yumağı olan hayatın en muhteşem sorun çözme yöntemi hiç kuşkusuz ‘din’dir. Başımıza gelen işlerin ve karşılıklarını bulamadığımız soruların cevabını bulmakta en kolay metodumuz dine müracaattır zira her konuda en doğru çözüm hazır beklemektedir bizi. Bu iman ehli için olmazsa olmaz ve aslında çok normal bir davranış şeklidir. Ancak ‘araf’ta kalanlar da bir çok sorunlarını ve çıkmazlarını din ile çözmeyi severler. Bunun pek çok sebepleri varsa da en tutulan sebep dini çözümlerin toplumsal kabulünün kolaylığındandır. Zira imanın hakikatını elde edemeyen bir fert için toplumsal kabul oldukça önemlidir. İman edenler zaten bir emir ve gereklilik olarak gerek şahsi meselelerini gerekse kendi sosyal münasebet

Bahar(!) neden Suriye'ye gelemedi?

Hepimizin duya duya bıktığı sözlerden biri ile başlamak istiyorum: 'Filler savaşır çimenler ezilir, develer kavga eder karıncalar ezilir.' Elbette değişik versiyonlarından birini de duymuş olabilirsiniz ancak hakikatte anlattığı mevzu değişmiyor. Dünyanın gördüğü bunca kanlı katliam ve savaşların özeti kabilinden bu cümle ile bakalım olaylara biraz ve karıncaları ezen develeri de hiç değilse görelim. Arap baharının çok öncesinde Irak işgal edildiğinde ne Çin ne de Rusya karşı çıkmadıkları ya da sessiz kalarak onadıkları için Baas rejimi ve mimarı Saddam bütün tahminleri alt-üst ederek adeta tek kurşun atmadan ülkesini teslim etmişti. Bu işgalden sonra yaşananları hiç kimse tam olarak anlamdıramadı. Irak kan gölüne döndü ve hala bu felaket devam ediyor. Kim kimi neden öldürüyor eminim bizzat bombaları patlatanlar kadar o emirleri verenler de bilmiyor. Geçtiğimiz günlerde yayınlanan bir raporda geçen mart ayının işgalin başlamasından bu yana en az ölüm yaşandığı ay olmasına insan

Söylediğini yapmamak ya da yapmak

Yıllar yılı değişmeyen en gelişmiş toplumsal özelliğimiz nedir diye bir soru olsaydı hiç düşünmeden cevabım, 'her birimizin her konuda söyleyecek mutlaka bir sözü olduğu' olurdu. Öyle ki, sözümüz hiç tükenmedi. Yaptıklarımızı, yapacaklarımızı hatta hayallerimizi konuşmaktan bıkmadık. Öğrendiğimiz hakikatler bizi daha bir çenebaz yaptı. Kur'an, okunan bir kitap iken biz okumadan üzerinde konuşmayı tercih ettik çoğu zaman. Elimizdeki en mukaddes metne bile yaklaşımımız bu olunca gerisini hiç toparlayamadık ve hep konuştuk. Hira'da Cebrail(as) tarafından 3 kez sarılıp, sıkılmayla okur-yazar olunduğunu zannederek okumayı da yanlış okuduk. Ama hiç susmadık, hep konuştuk. Ve tabiidir ki konuşmayı bunca çok severken elimize geçen her yere, her ortama sözlerimizi yazı olarak dökmeyi de unutmadık, o yüzden bunları da konuşmak olarak isimlendiriyorum. Bazılarımız ellerine/gözlerine tutuşturulan bir kaç ayet ile bütün bir hayatı ve bütün bir dini anladı ve okumayı bırakıp konuşmay

Taassub, ırkçılık, -culuk, -çülük

İnsanlar arasındaki münasebet ve muameleleri düzenleyen bakış açıları ya da kurallar hatta kanunlar bir noktada mutlaka ‘fıtrat’ dediğimiz yaratılıştan Mevla’nın kullarına verdiği özellik ve meziyetlere uymak zorundadır.  Aksi halde genel kabul görmeleri mümkün değildir. Ancak zorbalıkla yahut insan heva ve hevesine hitap ederek belirli dönemlerde yaşama şansı bulabilirler. En eski zorlama ve zorbalık şekillerinden birisi olaral ‘kölelik’ müessesinin geçmişte ya da günümüzde uygulanan bütün versiyon ve şekilleri insan olma fıtratına muhalif olduğundan hiç bir vicdanda ma’kes bulamamıştır. En yeni ya da en çok yaşanan ve rastlanan haliyle fıtrata en ters yaklaşım tarzı ise ‘taassub’tur. Taassub, temelde bağnazca ve inatla bir şeye körü körüne bağlanarak ondan başkasına hayat hakkı tanımamak gibi anlamlara geliyor. Genel kullanım olarak ise ‘ırkçılık’ yani kendi ırkını diğerlerinden üstün görmek yerine geçiyor. Elbette taassubun en katısı ve en kötüsü ırkçılıktır. Hiçbir insan kendi seçm

Bu din kimin?

İnsanoğlu bir çok konuda garip davranışlar sergiler ki bu onun insanlığının doğal sonucudur. Yaşar, yaşadığını farketmeden ve dahası yaşatanı bilmeden ve merak etmeden. Dünyadan nefret etse de ölmek istemez genellikle, tezatlar insan olmanın gereğidir sanki. Sıcakta soğuğu, soğukta sıcağı; gecelerde gündüzü, gündüzlerde ise geceyi aramak... İnsan olarak hepimizin düştüğü en komik hata ise birşeylerin bizim olduğunu sanmaktır. Hayatı ve onu yaşarken elde ettiklerimizi bizim sanıp bir ömür geçiririz, sonra da geride kaldıklarını görüp ardımıza baka baka öteki aleme gideriz. Bizden öncekilerin bu hallerinden ibret almak çok azımızın aklına gelir. Bu halin en acıklı yanı ise; bizim sandıklarımızı dünyada iken kaybettiğimizde gösterdiğimiz anlaşılmaz cinnet halidir. Zaten bizim olmayan ve bir süreliğine emanet olarak bize verilen şeyleri o kadar sahiplenmişizdir ki, kaybetmek felaket gibi gelir. Dünya kısa bir süre için kalınan ve metaından faydanılan, sonra da geçip gidilen bir yerdir. Dün

Ramazan’a Veda

Bu yıldan başlayarak Ramazan ve izin muhabbetleri birbirine girecek iyice. Önümüzdeki yıllarda izinli Ramazanlar yaşanacak bu anlamda. Memlekette tadına baktığımız o ‘sıcak’ Ramazan haliyle burada yerini ‘soğuk’ Ramazan’a bıraktı. Ramazan bir zamanın adı, zaman içinden seçilmiş özel bir parçanın adı! Ona bu özelliği veren makamın kudsiyetine sırtını dayamış, kendinden emin ve mağrur bir zaman Ramazan. Ramazan kimseye aldırmadan her yıl yeniden hem de daha yıl olmadan yeniden gelmeye devam ediyor ve edecek. Onun her seferinde bize daha erken gelmesi bizim marifetimizden değil Ramazan’ın Rabb’inin rahmetindendir. Hak ederiz ya da etmeyiz ama o her seferinde gelir, bize bir ay boyunca sürecek bir muhabbet sunar. Ki o bir ayda doldurulacak gönüller sonraki onbir ay boyunca ayaklı rahmet temsilcileri olarak gezerler yeryüzünde. Tam da bu noktada ‘soğuk’ memleketlerin ‘soğuk’ Ramazan’larını yaşayan milyonlarca müslümanın yüreğini ‘soğuk’ sarıveriyor. Rahmet ve muhabbetin ısıtamadığı yürekler

Ramazan’a Veda Ederken

“Muhakkak ki, Biz onu kadir gecesinde indirdik. Kadir gecesinin ne olduğunu nereden bileceksin? Kadir gecesi, bin aydan daha hayırlıdır.” (Kadir Suresi, 1-2-3) Allah'ın kullarına bir lütfu olan Ramazan ayı, tüm insanlığa rehber olarak gönderilen, Kuran'ın indirildiği ve içinde, “bin aydan daha hayırlı olan,” Kadir Gecesi'nin bulunduğu bereket ayıdır. Yüce Allah, ibadetlerin özü olan namazdan sonra oruç tutmayı, sağlıklı olan her Müslüman'a farz kılmıştır. Allah'ın oruç ibadetini Müslümanlara farz kıldığı gibi, bizden önce gelen diğer ümmetlere de çeşitli şekillerde farz kılınmıştır. "Ey iman edenler, sizden öncekilere yazıldığı gibi, oruç, size de yazıldı (farz kılındı)." (Bakara Suresi, 183) İçinde birçok hikmet bulunan Ramazan ayının en önemli olanları ise, kişinin gün boyunca Allah'a daha çok yakın olması, verdiği nimetlere şükürle karşılık vermesi, kendi acizliğini fark etmesi, tüm alışkanlıklarında, nefsine karşı sabırla mücadele etmeyi öğrenmesid

Sahabe nedir, sahabe kimdir?

Sahabe kelimesi, sözlüklerde arkadaşlık etmek, birlikte birşeyler yapmak, sohbet etmiş olmak manalarına geldiği gibi; sahib kelimesinden türemesi sebebiyle arkadaşlığı ön plana çıkarır. İslam ıstılahında ise "Peygamber(sav)'in arkadaşları" için, daha geniş kapsamıyla Resulullah'ı gören müminler için kullanılmıştır. Sahabi ve çoğulu olan ashab terimleri de aynı manayı ifade eder. Bu tarif üzerinden yola çıkan alimlerimiz sahabenin Peygamber(sav)'e yakınlığı ve arkadaşlığı temelli bir sınıflandırma ile onları tabakalara ayırmışlardır. Kur'an temelli bu ayrım faziletler ve iman etmede öncelik gibi gayet net bir sınıflandırmadır. Yine bu ayrıma sebep olan Ömer(ra)'ın hilafeti döneminde yaşanan bir hadisede de ortaya çıkmaktadır. Bir gün bazı sahabiler Emir-el Müminin olan Ömer(ra)’le görüşmek istiyorlar. Bilali Habeşi(ra) içeri giriyor ve Ömer(ra)’e; Ya Emirel Müminin dışarıda falanca falanca isimler var sizinle görüşmek istiyorlar. Ömer(ra)’in cevabı 'Önc

Bir yad-ı cemil: Kurban

Binlerce yıldır kimler geldi, kimler geçti... Tarih sayfaları, gelip-geçenlerin hikayeleriyle doludur. Ardından söylenenlerden ve söyleneceklerden hiçbirinin haberi olmadı. İçlerinden kimileri bunu da dert edindi ve ardında bir güzel hatıra(yad-ı cemil) bırakabilmek için gayret sarfetti. İşte peygamberler bu noktada da hep bütün insanlığa örnek oldular. İnsanlık bütün güzellikleri onlardan öğrendi! Geldiler, ama bir daha hiç gitmediler... Adem, Nuh, İbrahim, Musa ya da İsa denildiğinde kim oldukları hemen bilindi. Hep güzel hatıralarla anıldılar. Muhammed(sav) denilince baharın bütün goncaları patladı! İbrahim(as) onlardan biri, hanımı Hacer ve oğlu İsmail(as) ile öyle hatıralar bıraktılar ki; Allah onların hatıralarını insanlara 'din' kıldı! İbrahim(as), dost bir peygamber, güzel bir eş, fedakar bir baba idi. Bir emirle getirip Hacer ve minik İsmail'i kuru ve kara taşlarla dolu bir ıssız vadiye bırakıp gitti. Sonra bir emirle eline bıçağı alıp ciğerparesini yatırdı yere...

Gurbet mi, Sıla mı?

Geldiğimiz yere gidenlere selam olsun. Ağlayarak gelenlere, gülerek gidenlere selam olsun. Selam olsun dönülmez göçe hazırlananlara, selam olsun sılasını özleyen herkese... Her acıya bir hasret kalır, binlerce hasret bırakır yarınlar. Ayrılmak bitip gitmek midir acaba? Yitip yokolmak mı? Ölüm ne ki? Her gece perdelerimi uçuran rüzgar yoktur oysa. Oysa sabah yine aynı sabah, akşam yine aynı akşam. Alışkanlık, zor dedirten ayrılığın son noktasındadır. Bakar durur gözlerinin içine ama sen anlayamazsın. Nelere alışmadın ki! İnsanlığın yüzakı, gönül aydınlığı, dizlerin dermanı, gözlerin ferinin yokluğuna bile alıştıktan sonra neye alışılmaz ki? Kimse anlamak zorunda değil beni diye düşünürüm çoğu zaman. Hem anlasa ne olur, anlamasa ne olur. Okusa da okumasa da unutulur gider insanın içinde o kendisini kabul ettirmek isteyen zamanın kabul edilemez dürtüsü. Bağırırsın ya, belki duyan olur. Duysa ne olur onu da bana söyle. Kaç karış büyürsün bu hayata. Kaç karış mezarın olur. Herşey gözlerimin