Kayıtlar

Ümmet etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Zamanın Endülüs'ü

Resim
Çok farklı bir devre denk geldik biz. Fotoğraflar ve videolarla dünya ayağımıza getirildi. Çok çocuğun, çok kadının, çok ihtiyarın cesedini gördük. Emzikli idi bazı çocuklar, bazılarının altında bez vardı daha, kimisinin saçları dökülüyordu bir kucaktan yere, kimisinin eli kolu tutmuyordu... Çok kadın gördük; paramparça idi yüzleri, yıkık ve döküktü omuzları. Kucaklarında hasretle sarıldıkları yavrucakları değil taş ve molozlar oldu. Çok kadının çığlığını duyduk aslında; namusları çiğnenen çok kadının feryadını duyduk, çocuklarının cansız bedenine sarılan çok kadının hıçkırıklarıyla depremler oldu... Ah belini yaşlılık değil kahır büktü ihtiyarların; ak sakalları kanla kızıla boyandı kaç kere, bastonlarına değil acılarına yaslandı bazısı, bazısı sırt üstü düştü toprağa ve göğe, yıldızlara takılı kaldı bakışları... Küçücük oğlanların cansız bedenleri toza toprağa karıştı; yiğit adamlar olacaklardı, küçük cesetler oldular. Adamlık onlarla birl

Vaktin kadrini bilmek

Resim
Gözlerini kapatarak hiçbir şeyi görmemek mümkündür, amalar gibi; yalnız gözü açıkken hiçbir şeyi görmemek denilen bir hal var ki, ona da ahmaklık diyoruz. Kapalı gözlerimizle göremediğimizden dolayı hiçbir gerçek yalan olmayacak, hiçbir varlık yok sayılamayacaktır. Gözlerimiz açıkken görmezden geldiklerimiz de var olmaya devam ediyor. Biz açık gözlerimizle görmesek bile, dünyanın kanunu işlemeye devam ediyor. Zaman geçiyor ve tüm yeniler eskiyor. Dünyanın kanunu diyorum zira dünyayı terk edince hükmü olmayacak zamanın. Ölen için dünyanın saatlerinin tıkırtılarının ne değeri olabilir? Sonsuz ve sınırsız bir hayata geçiş yapmış birinin dakikalarla hatta yıllarla ne hesabı olur? Bundandır ki; vakit dünya sermayesidir. Harcandığında geri dönüşü ancak iyilik ya da kötülük olarak kayıtlara geçen bir sermaye. Artması ya da eksilmesi ancak nasıl kullanıldığıyla ilgili; hayır ve iyilik için ise bir gecesi bin ay gibi, şer ve kötülük için harcanır ise bin ayı bir gece kadar.

Dengemizi kaybetmeyelim

Resim
Biz Müslümanlar nankör değilizdir, zira Rabbine nankörlük etmeyen bir milletiz. Hamd ve şükür bizim en unutulmaz vasfımızdır. Yalnız Rabb’imize değil insanlardan bize iyilik edenlere de teşekkür etmekle emrolunduk. “İyiliklerinden dolayı insanlara teşekkür etmeyen Allah’a da şükretmez.” (Tirmizi, Ebu Davud) Batılılardan bize insan gibi yaklaşanları takdir eder hatta severiz. Onlar için hayır dua eder, hidayetlerini dileriz. İyiliklerinden dolayı teşekkür ederiz. Hiç kimseye milliyeti, dili, dini ya da yaşadığı coğrafya sebebiyle düşmanlık etmeyiz, ölçümüz açık ve nettir: "… Zalimlerden başkasına düşmanlık yoktur." (Bakara 193) İnsanız biz; dostça uzatılan hiç bir eli geri çevirmeyiz ancak tokat atana diğer yanağımızı çevirmek yoktur bizde. Biz adaletle cevap vermenin, dengeli karşılığın doğruluğuna inanırız. Topyekun iyi ya da topyekun kötü diye ayırmayız insanları, iyilerine iyi kötülerine kötü deriz. Sözün kısası, biz Müslümanlar "vasat" bir ümmetiz.

Ne vadediyoruz?

Resim
Fertler ve toplum olarak kendimize, yakın çevremize ve hatta dünyaya ne vadediyoruz? Bir başka deyişle; kendimizden biz ne bekliyoruz, dost, akraba ve arkadaş çevremiz ne bekliyor? Yaşadığımız toplum bizden ne istiyor? Ne gibi umutlar var bizimle ilgili? Ya da yok mu? Umutsuz vaka mıyız? Düşünce ve hayat tarzı olarak kim bizden ne kadar umutlu ya da umutsuz? Mü’min ve Müslüman oluşumuzun sair insanlar için alameti farikası nedir? Hollanda’dan hatırlıyorum! Sıradan vatandaşlara sorulduğunda bizimle ilgili kalıplaşmış birkaç tarifleri vardı. Müslümanlar/Türkler söz verdiklerinde yerine getirmezler, randevularına vaktinde gelmezler ve sokaklarda kadınları erkeklerden 5 metre arkada yürür. Aksi örnekler elbette çok vardı ama önyargılı bakışlar her zaman en kötüleri tüm topluma şamil kılar. Yukarıdaki soruları kendi toplumumuz için cevaplarken, hepimizin aklına zaten saldırmak ve aşağılamak için bahane arayanların istemedikleri kadar malzeme verdiğimizi fark edebiliri

Şuurumuz köreldi!

Resim
Keskin bir bıçak gibiyiz, genç bir delikanlı gibi; hızlı, dengesiz, deli ve kanlı cümleler kurmaya bayılıyoruz! Mangalda kül, bahçede gül, kafeste bülbül bırakmıyoruz… Her konuda sözümüz, her fikre eleştirimiz, her teze bir antitezimiz var. Hep haklıyız, hep üstün, hep en masum, hep en fiyakalı, hep bir başkayız biz! Kimseler bizim kadar anlayamadı şu hayatı; şu dini ve şu dünyayı. Eşimiz, dengimiz gelmedi aleme, boy ölçüşmek kimin haddine kibrimizle. Dünyanın bütün sorunlarının tek çözümü var; bütün insanlar bizim klonlarımız kadar bize benzemeli, yoksa düzelmez bu devran… İnandığımız ahirette de kesinlikle; biz en salih, en takva ve en cennetlik olanlarız.Biz girmezsek başka kim girebilir ki zaten cennete? İnandığımızdan çok eminiz, dahası cennet zaten bizim için yaratılmıştır. Her şeyden çok eminiz, çünkü mü’miniz biz! Alem de zaten bize teslim olmalı, zira Müslümanız biz! Ters giden konuların bizle alakası olmasa gerek, bu kadar mükemmel ve kusursuz bir toplu

Suriyelilerin Türkiyeli Olma Zamanı

Yılların ardından artık ülkemizdeki Suriyeli gerçeğiyle halk olarak yüzleşmemiz gerekiyor. Sokaklarda karşılaştığımız bir vakıadan daha ilerisine, kardeş bir halk olarak iç içe yaşamaya hazırlanmamız gerekiyor. Suriyelilerin artık Türkiyeli olma zamanı geldi! Bu insanların büyük bir çoğunluğu artık bu ülkede yaşayacak. Suriye normale dönse bile burada doğan, yetişen bir nesil var ve bunlar Suriyeli olmaktan çok Türkiyeli hissedecekler. Tıpkı Avrupa devletlerinin orada bulunan Türkiyeliler hakkında geç kaldığı gibi, uyum politikalarında geç kalınması sadece sorunu büyütüyor. Durumumuz tamamen onlar gibi değil ve olamaz da. Zira bu insanlar keyfi değil zaruri bir sebeple buradalar ve biz onları insanlıkta eşimiz, dinde kardeşimiz biliyor, mazlum olmaları hasebiyle de gönülden sahip çıkıyoruz. Devletimiz, tarihin ve coğrafyanın yüklediği, insanlık onurunu ayakta tutan bir dış politika gereği olarak Suriyeli kardeşlerimize kapılarını açtı. Sayılardan ve paralardan bağımsız olarak,

Kudüs kimin olacak?

Resim
Mitingler büyük hadiseler karşısında halkın galeyana gelmesiyle ortaya çıkarlarsa devlet gücünü tetikleme görevi icra edebilirler. Ancak devletin gücü halkın iteklemesiyle artmaz. Devletten gücünden fazlasını beklemek hayalcilik olur. Dün olduğu gibi bugünlerde de müstekbir devlet ve uluslar bizim zayıflık ve korkaklığımızdan faydalanarak kendi hükümlerini icra ediyorlar. Karşılarında durabilecek bir güç ya da devletimiz yok. Bu gerçeği kabullenmek ve ona göre beklentilerimizi dengelemek zorundayız. Türkiye kalibresinde bir devlet, bu gibi olaylarda en yüksek perdeden kınama ve elçi çekmek gibi diplomatik adımların ötesine geçemez. Ki bu satırları yazdığım saatlerde sadece Türkiye ve Güney Afrika devletleri istişare için elçi çekme adımı atmıştı. Dünyadan hele de İslam dünyasından bu cesareti gösteren  başkası da yok zaten... Tarihe şöyle bir not düşüldü: Giritli Ortodokslar 16 Ağustos 1866 gecesi Selino kazasındaki bütün Müslümanları (beşiktekiler dahil) katlettiler. Bu katli

Derede boğulmak

Nuh(a)’ın gemisinden ilham alınarak tasarlanmış devasa bir gemideydik, uzun yıllar süren, tarihin şahit olmadığı fırtınalarla boğuştuk. Bir yandan deniz ve rüzgar, diğer yandan zalim düşman saldırıları altında dönülemez yolumuza devam ettik. Devran aleyhimize döndü ve kaptanımızı kaybettik, hakimiyet ve üstünlüğümüz yıkıldı. Kaybettiğimiz sadece bir kaptan olsaydı yerine yenisini mutlaka bulurduk, ki geçmişimizde bunun benzeri devirlerde, olmadık çareler üretip, bir kaptanın etrafına toplanıp gemimizi selamet sahiline ulaştırmıştık. Yine aynısını yapabilirdik ama düşman da bunu biliyordu. Kaptanlığımızı yıktılar! Gemimizde artık öyle bir makam yok... Karaya vurmak kaçınılmazdı. Kaptansız ve mağlup bir gemi için yolculardan sağ kalanların karaya ayak basmaları bir tür kurtuluştu, ya da en azından biz öyle sandık. Karada işler bizim sandığımız gibi yürümüyordu. Rüzgarda yelken açmak ilerlemeye yetmiyor, bir de topuklarını vura vura yürümek gerekiyordu. Denizde hiç rastlamadığımız

Ümmet, Kardeşlik ve Vahdet

Doğu halkları olarak bir konuda anlaşabiliriz; kardeşlerimizle pek iyi geçinemeyiz ama ağabeylerimize saygı duyar, hoşlanmasakta sözlerini dinleriz. Neticede nasıl olsa kafamıza göre hareket edeceğimiz için pekte zor olmaz bu efendi kardeş duruşu! Yeni zamanlarda tabi her şey gibi bu akrabalık ilişkileri de sarsıntılar ve değişimler geçirdi. Ağabeylik edebilmenin, büyüklüğün kabulünün bazı gerekçeleri ortaya çıktı. Biraz güç mesela, ya da biraz para gibi yan etkenler saygı görmenin, makbul akraba olmanın neredeyse şartları haline geldi. İşin bu kısmı sosyologların işi elbette, onlar düşünsün; neden bu hale geldi dünya ve insanlık, nasıl kurtulur da normal aileler ve toplumlara oluruz? Bizi ilgilendiren kısmına gelince, kardeşlik mefhumunu aile kavramı olmaktan çıkaran bir dine mensubuz. Dahası anneliği de ekleyerek ümmet yapan bir dinimiz var. Buraya kadar genel bir kabulümüz ister istemez var tabii ki, zira bunlar tartışılmaz kaynaklarımızda yani Kur’an ve Sünnette sabit olarak