Kayıtlar

Şubat, 2012 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Bir yad-ı cemil: Kurban

Binlerce yıldır kimler geldi, kimler geçti... Tarih sayfaları, gelip-geçenlerin hikayeleriyle doludur. Ardından söylenenlerden ve söyleneceklerden hiçbirinin haberi olmadı. İçlerinden kimileri bunu da dert edindi ve ardında bir güzel hatıra(yad-ı cemil) bırakabilmek için gayret sarfetti. İşte peygamberler bu noktada da hep bütün insanlığa örnek oldular. İnsanlık bütün güzellikleri onlardan öğrendi! Geldiler, ama bir daha hiç gitmediler... Adem, Nuh, İbrahim, Musa ya da İsa denildiğinde kim oldukları hemen bilindi. Hep güzel hatıralarla anıldılar. Muhammed(sav) denilince baharın bütün goncaları patladı! İbrahim(as) onlardan biri, hanımı Hacer ve oğlu İsmail(as) ile öyle hatıralar bıraktılar ki; Allah onların hatıralarını insanlara 'din' kıldı! İbrahim(as), dost bir peygamber, güzel bir eş, fedakar bir baba idi. Bir emirle getirip Hacer ve minik İsmail'i kuru ve kara taşlarla dolu bir ıssız vadiye bırakıp gitti. Sonra bir emirle eline bıçağı alıp ciğerparesini yatırdı yere...

Gurbet mi, Sıla mı?

Geldiğimiz yere gidenlere selam olsun. Ağlayarak gelenlere, gülerek gidenlere selam olsun. Selam olsun dönülmez göçe hazırlananlara, selam olsun sılasını özleyen herkese... Her acıya bir hasret kalır, binlerce hasret bırakır yarınlar. Ayrılmak bitip gitmek midir acaba? Yitip yokolmak mı? Ölüm ne ki? Her gece perdelerimi uçuran rüzgar yoktur oysa. Oysa sabah yine aynı sabah, akşam yine aynı akşam. Alışkanlık, zor dedirten ayrılığın son noktasındadır. Bakar durur gözlerinin içine ama sen anlayamazsın. Nelere alışmadın ki! İnsanlığın yüzakı, gönül aydınlığı, dizlerin dermanı, gözlerin ferinin yokluğuna bile alıştıktan sonra neye alışılmaz ki? Kimse anlamak zorunda değil beni diye düşünürüm çoğu zaman. Hem anlasa ne olur, anlamasa ne olur. Okusa da okumasa da unutulur gider insanın içinde o kendisini kabul ettirmek isteyen zamanın kabul edilemez dürtüsü. Bağırırsın ya, belki duyan olur. Duysa ne olur onu da bana söyle. Kaç karış büyürsün bu hayata. Kaç karış mezarın olur. Herşey gözlerimin

Bu yazı bizi bozmasın

Tahammül etmek neden bu kadar zordur ki, sadece ve yalnızca belki de tek bir konuda bizimle aynı düşünmüyor diye, ya da derisinin rengi başkadır, dini başkadır, bilmem nesi başkadır diye… Başkalaştırılmış olmak başkalarına tahammül edememenin en basit sebebi olsa gerek. Çünkü kendisi olan ve kendisi olarak kalabilen başkasından ya da başka şeylerden korkmaz, korkmadığı zaman nefret etmez, nefret etmediği zaman alışır, alıştığı zaman yakınlaşır, yakınlaştığı zaman sever, sevdiği zaman zaten herşeyine tahammül eder. Hayatımızın hemen her ilgi alanında birileri başkalarına tahammül edemedikleri için yoğun tartışmalar ve korku dolu bekleyişler devam ediyor. Fakat asıl sorun bu değil ve hatta benim konum da bu değil. Ne memleketteki başörtü tartışmasının saçmalığıyla ilgileniyorum ne de bütün yüzsüzlük ve rezilliklerine rağmen anlaşılmaz bir inatla hala bu olmayan yasağı savunanların korku filmi figüranları gibi hemen her yerde karşımıza dikilmeleri ile ilgileniyorum. Kesinlikle ilgilenmedi

Seçim Kriterlerimiz!

(Hollanda yerel seçimleri ile alakalıdır.) Hayatın ve hayat sahibi olan her varlığın uymak zorunda olduğu birtakım kriterler elbette vardır. Sahi kriter kelimesine yabancı değiliz zaten! şu malum AB olayından dolayı yıllardır duya duya kulaklarımızda iz yaptı... Kopenhag kriterleri, Maastricht kriterleri vs. İnsan olmanın dahi bir kriteri vardır mutlaka ki; bazı zalimlerin, arsızların ya da hırsızların yaptığı işleri eleştirirken ne derizş 'Gayr-i İnsani', 'Bunu yapan insan olamaz!' Velhasıl dünyada her işin bir kriteri bulunur. İnsan olmanın da, müslüman olmanın da, hatta bir millete mensup olmanın da bir takım kriterleri mevcuttur. Sanırım bu yüzdendir ki, ağzı ile kuş tutsa da bazı dostlarımız, bir türlü kimseye kabul ettiremezler 'entegre' olduklarını... Ha bu arada bu işin evrensel boyutları da vardır! Örneğin Birleşmiş Milletler namındaki kuruluşun en önemli kriterlerinden biri; ne yaparsa yapsın asla ve kat'a İsrail'i kınayan bir karar alamaz! Bun

Şubat durgunluğu/dağınıklığı

Eğer birgün güzel bir şiir yazacak olursam bu mutlaka bir na't olur. Ben güzel yazabileceğimden değil elbet, O'nun adı geçtiğinden ya da O'ndan bahsettiğimden olacaktır bu. Zaten na't yazmamış adama şair de denmez ki… Öyle ya, kainattaki bütün muhabbetlerin sebebi olan bir zatı sevmeyen başkasını nasıl sever ki? O'nun yokluğuna bir damlacık gözyaşı ile bile yanmamış olan nasıl şiir yazar ki? Ağlamayan şiir de yazamaz değil mi? Sevmeyi bilen O'nu sevendir ancak. Muhabbet, sevgi, aşk, hangisini Muhammed(sav)'siz anlayabilir insan? O yağmur gibidir, heryere ve herkese yağar aslında. Ama çok az insan becerir yağmurun ellerinden tutmayı… Herkesin kalbi yetmez O'nu sevmeye ki! Herkes göremez gökkuşağını,  kimine bulanık bir camın ardından bakmaktır yağmur. Yağmur en çok O’na yakışır lakab olarak, ancak bu kadar rahmet ancak bu kadar azab bir şekilde bir kelime ile ancak böyle yakın ifade edilir. Sevenlerine rahmet ve bereket; düşmanlarına sel ve felaket! Her y

En kolay ‘iş’

İnsanız; kolayı zora, yakını uzağa, güzeli çirkine, temizi pise, hayatı ölüme tercih ederiz. İnsanız; doğum günlerini kutlar, ölüm günlerini unuturuz. İnsanız; doğuma sevinir ölüme ağlarız. Doğumun da anne rahmi için bir ölüm olduğunu düşünmez, ölümün ahirete doğum olduğunu hatırlayamayız. Ölümün yokluk olmadığını bilir, ebedi hayata inanırız... Ama insanız, unuturuz! Yemeden yaşamak mümkün olsa kaçımız çiğneme zahmetine katlanırdı ki? Kolayların arasında bile en kolayını arar; mecburiyetlerimizi en aza indirgemeye bayılırız. Zoru gördük mü, en kestirme yoldan kaytarmaya çalışırız da beceremeyince kahramanlık yapmadan da duramayız. İlla bir fiyakamız olmalıdır sanki… Yalnız dünyalık işlerimiz değil; uhrevi işlerimizin çoğuna da ne yapar eder bir hava bulaştırırız. Kolaya kaçışımızın mutlaka çok mantıklı bir açıklaması ya da pek mantıksız da olsa vicdanımızı rahatlatan bir açılımı mutlaka vardır. Başımıza gelen bir musibet, sadece bizim başımıza gelmemiştir ve kesinlikle yeryüzünde ilk

Gerisi vesaire…

Sonbahar hüzün mevsimidir, nerdeyse bütün edebiyatçılar en verimli zaman dilimi olarak sonbaharı görürler. Sonbahar hasat mevsimidir aynı zamanda. Ekenlerin biçtikleri mevsimdir. Sonbaharın türkçeleştirilmeden önce adı Hazan idi, Hazan mevsimi yani... Yaprakların hayat verdikleri dallara vedasının adı, yeşilin sarıya ya da kızıla yenilmesi, rüzgarın her bir yaprak için ayrı ayrı gazeller okuduğu bir mevsim. Ağaçları, toprağı, suyu ve havayı saran hüznün insana dokunmama ihtimali yok! Göğsündeki kemiklerin arasında kalb taşıyanlara hüzün zaten ayrılmaz yoldaş... Yeni zamanlarda artık hüzünler öyle ağır, öyle yoğun ki; acının şiddetinden diller tutulup, gözpınarları kurudu. Doğudan ve batıdan insanların ve can taşıyan her bir nesnenin feryadı sardı alemi. Yaşadığı ini kemirirken ev başına yıkılan farelere döndü çağımız insanı. Önce kendine olan saygısını yitirdi, sonra çevresindeki hiçbirşeye merhameti kalmadı. Pervasızca sömürdüğü dünya ve içinde ve üstünde yaşayanlar artık isyan ediyor

Kavgam karanlığa…

Resim
Denizi olanlar mavi gözlüdür belki Ben kavruk bir çöl gibi yangınım Bir doğulu kadar esmer ve tedirgin Büyük hüzünler her ne kadar unutulmaz sanılsa da, insanoğlu farkında olmadan iç dünyasında, kendince, belki de bir savunma mekanizması geliştirerek beyninin en ücra köşelerine hapsetmeyi ve bile bile unutmayı tercih eder. Bile bile unutmak tabiri, her ne kadar mantığa ters gibi görünse de halihazırda çokça yaptığımız bir halet-i ruhiyeden ibaret aslında. Eğeracıların sebebi gözönünden silinemeyecek kadar aleni bir facia ise, bunun da çaresi bulunur. Unutulamayanlar övünce dönüştürülerek acılar hafifletilir en azından. Bunun en bariz örneğini sayıları yüzbinlerle ifade edilen can kayıplarına rağmen büyük savaşların genelde milletlerin tarihlerinin övünç kaynaklarından sayılması gösterilebilir. Daha net örneklendirecek olursak; sadece Osmanlıların toprak kayıplarının yoğunlaştığı 18. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar uzanan bir kaç yüz yıllık zaman diliminde, milyonlarca kayıp vere

Medeniyetin şehri: Medine

Geçen sayımızda Hacc hatırlarını anlatırken Medine'de kalmıştık. Medine onu Medine yapan Allah'ın Rasul'unden bağımsız düşünülemeyecek bir şehir. Medine'de O'nun bulunuyor olması bu şehri ne sadece bizim gibi uzaklardan bir sevda ile oraya gelenler için değil bizzat orada yaşayanlar için de müstesna kılıyor. Bunu daha Medine toprağına ayak basmadan hissediyorsunuz. Vardığınız şehir O'nun şehri, O'nun yaşadığı ve yaşattığı, sevdiği ve sevdirdiği bir şehir. O'nun harem kıldığı şehir... Ve biz O'nu çok seviyoruz! *** Biz seni, bize Alemlere Rahmet Resûl olarak veren Allah için çok sevdik… Biz seni, yüzünü hiç görmeden sevdik… Biz seni, içimizdeki bütün eksikliklere, kusurlarımıza rağmen sevdik… Biz senin yetimliğini, biz senin ümmiliğini, biz senin arkadaşın Cebrail melekten okumayı öğrenmeni çok sevdik. Sen bize, Allah'ın sözünü okuyan ve öğreten başöğretmenimizsin… Sen bize Allah'a inanmanın ardından meleklere inanıp onları sevmekten geçtiğini

Oruç!

“Muhakkak ki, Biz onu kadir gecesinde indirdik. Kadir gecesinin ne olduğunu sana bildiren nedir? Kadir gecesi, bin aydan daha hayırlıdır.” (Kadir Suresi, 1-2-3) Allah'ın kullarına bir lütfu olan Ramazan ayı, tüm insanlığa rehber olarak gönderilen, Kuran'ın indirildiği ve içinde, “bin aydan daha hayırlı olan,” Kadir Gecesi'nin bulunduğu bereket ayıdır. Allah, ibadetlerin özü olan namazdan sonra oruç tutmayı, sağlıklı olan her Müslüman'a farz kılmıştır. Allah'ın oruç ibadetini Müslümanlara farz kıldığı gibi, bizden önce gelen diğer ümmetlere de çeşitli şekillerde farz kılınmıştır. "Ey iman edenler, sizden öncekilere yazıldığı gibi, oruç, size de yazıldı (farz kılındı)." (Bakara Suresi, 183) İçinde birçok hikmet bulunan Ramazan ayının en önemli olanları ise, kişinin gün boyunca Allah'a daha çok yakın olması, verdiği nimetlere şükürle karşılık vermesi, kendi acizliğini fark etmesi, tüm alışkanlıklarında, nefsine karşı sabırla mücadele etmeyi öğrenmesidir.

‘Atma Hamidiye, din kardeşiyiz!’

Gündem malum, nerdeyse sabitlendi. Hemen heryerde ve herkesin dilinde küresel kriz ve Birleşik Devletler’in başkanlık seçim sonuçları... Artık herhalde bıkmışsınızdır bu iki konudan diye hemen geçiyorum. Bıkmayanlar içinse önümüzdeki günlerde medyayı takip etmeleri durumunda gereğinden fazla haber ve bilgiye ulaşmalarının mümkün olduğunu hatırlatmakla yetinelim. Bizim gündemimizde ise, yaklaşan Kurban bayramı ve bu vesile ile bir kez daha ön plana çıkacak olan kardeşlik anlayışımız var. Ne ekonomik krizlerin ne de Amerikan başkanlarının yıkmaya güçlerinin yetmediği ve yetmeyeceği bir büyük idealden bahsediyorum. Öyle bir ideal ki; zaman ve mekan onu aşındıramıyor. Şeytan ve dostları bile çaresiz kalıyor. Envai türden sıkıntı ve fitne ateşi onun karşısında direnemiyor. Tarihin derinliklerinden insan neslinin sonuna kadar devam eden bu muhteşem kervanın kapıları ise herkese açık! İnsana, insanlık onurunu iade eden bir inancın, hem kendi mensuplarına hem de dışında kalanlara sunduğu bir b

Kurbanların bayramı mübarek olsun

Farkında olmadan türkçeleştirdiğimiz ve yine farkında olarak ya da olmayarak kendimize göre bir anlam yükleyip, sonra da bu anlamı asıl manayı bilmeden ve düşünmeden kullanma alışkanlığımıza kurban ettiğimiz 'kurban' kelimesinini klasik kullanım içinde düşünürsek; kameri takvimin (hicri takvimin) belli bir ayının belli bir gününde (zilhicce ayının 10. günü) zengin müslümanların gerekli şartları taşıyan bir hayvanı Allah(cc) rızası için kesmesini ya da vekaletle kestirmesini anlarız. Bu tarif kendi başına 'kurban' kavramının temel eylemi olan kurban işleminin gerçekleşmesini ifade eder. Ve fakat bildiğimiz genel bir gerçek daha şudur ki; dinimizin bütün emir ve yasakları pratik ve ilk bakışta görülen yarar ve gereklerinin yanısıra daha geniş ve kapsamlı hatta çoğunlukla da toplumsal birtakım hikmetler içerirler. Hikmet ise en kısa anlamı ile ibadet ve fiillerin ruhunu oluşturur! Şimdi 'kurban' kavramını bu bakış açısı ile irdelemeye başlayalım. Bu kavramın ilk et

Kur’an-ı anlamak ve sorular!

Kur’an-dan bir ayet ile söze başlamak ilk bakışta hep güzeldir. Ya söyleyeceklerimizin kaynağıdır bu ayet ya da sözümüzü denetlememizi sağlayan mihenk taşı! Sözlerimizi ayetlerle süslemek cümlelerimizin kıymetini artırır, dinleyenlerin dikkatini çeker. Hatta tesirini bile artırabilir... Lakin kendi hikayemizin arasına sıkıştırdığımız ayetlerin mutlak hakikat olduğunu unutmaya başladığımızda hem sözlerimiz zıvanadan çıkar, hem de o ayet ya da ayetler bizim sözlerimizi desteklemek için kullandığımız sıradan cümlelere dönüşür. Yaratan’ının sözünü kullanılır duruma düşüren kul ne kadar acınacak durumdadır... Konuşur, konuşuruz ve sonunda bak zaten Kur’an-da şöyle buyurulur diyerek anlattıklarımızı Kitab-ı Kerim’e de tasdik ettiririz. Peki bu iş bu kadar kolay mıdır? Yani kendi doğrularımızı Kitab’ın ayetleri ile pazarlamak normal midir? Aynı ayetin değişik meşreplerden müslümanların dillerinde birbirine kurşun misali ateşlendiği günümüzde herhalde bu konuyu yazıyor olmak mı anormaldir? Yan

Yeryüzünde 'fitne' kalmayıncaya kadar...

Geçen sayımızda Kur'an-ı anlama görevinin gayr-i müslimlerin değil asıl olarak müslümanların görevi olduğunu belirtmiş ve Kur'an-a iman etmeyenlere bizi kitabımızla başbaşa bırakmalarını tembih etmiştik. Bu yazımızla ise İslam'ın gayr-i müslim ülkelerde yaşayan müslümanlarla ilgili hükümlerine ve İslam'da savaş ya da cihad konusuna bir giriş yapmak istiyoruz. Öncelikle bir müslüman için aslolanın dinini ikame etmek (yaşamak ve yaşanmasına engel olan gerekçelerden uzak olmak) olduğunu hatırlatalım. Her ne gerekçe ile olursa olsun dinini yaşayabileceği bir ortam edinmek de bu anlamda her müslümanın kişisel bir sorumluluğudur. Gayr-i müslim bir ülkede ikamet etme durumunda bulunan müslümanların nerede ne şekilde dinlerini ikame edecekleri konusunda üzerlerine düşeni yapmaları beklenir. Örnek olarak namazın cemaat ile ikamesi için mescidler inşa etmek gibi... Bunun yanısıra böyle bir ülkede yaşayan müslümanların tabi oldukları hukuk ile alakalı dinlerinden kaynaklanan bazı

Hacc ve Harameyn

Siz bu yazıyı okurken inşaallah ben Mekke’de olmayı umud ediyorum. Son iki Kurban bayramında bu köşeyi takip edenler bilirler; Kurban ve mahiyetinden bahsederken hep hatırladığımız İbrahim (as)’ın, insanlığa bıraktığı en büyük hatıra(sünnet) olarak Hacc ve Kurban zaten birbirinden bağımsız anlatılamayacak konular. Hemen hemen hepimizin bildiği gibi; İsmail’in kurban edilmek üzere kayaların üzerine yatırıldığı mekan Mekke, yani Hacc mekanı, yani Harem bölgesi. Adem(as)’in yeryüzünde ayak bastığı ilk yer, tevbesinin kabul edildiği mukaddes mekan, meleklerin tavaf ettiği Beyt-i Mamur’un yeryüzündeki izdüşümü, yeryüzünde yapılan ilk bina, ilk ev, ilk ibadet mekanı velhasıl-ı kelam bütün ilklerin odağı Mekke! Nuh(as) tufanı ile yıkılan, sonra Ybrahim(as)’ın biricik evladı Ysmail(as)’i terketmekle emrolunması ile yeniden insanlığın gündemine giren kurak topraklar. Hacer’in çocuğu için su araması ile Zemzem’le tanışan kayalar ve dağlar. Safa ile Merve tepeleri arasında yapayalnız koşuşturan s

Onlara mühlet ver! (Ruveyda)*

İnsan ne kadar etki edebilir zamana? Kim geçen saniyelerden sadece ama sadece birini geri çevirebilir? Hangi kral ya da imparator, kuruyan bir yaprağa ‘dur’ diyebilir dalında? Güneşi benim Rabb’im doğudan getirirken; hangi firavunun gücü onu batıdan getirmeye yeter? Azrail gırtlağına çöktüğü zaman, kimin silahı onu durdurabilir? Hangi süper gücün, hangi süper lideri sivrisineğe karşı bir savunma sistemi geliştirebilir? Nemrud’dan daha acı bir son hepsini beklemiyor mu? Bu soruları bildiğimiz herşeyi ekleyerek çoğaltalım, sonunda varacağımız nokta kainatın sahibi Allah(celle celaluh)’ın kudretini idraktir! Ve bugün hepimizin yeniden ve yeniden hatırlamamız gereken dünyanın değişmez gerçeği de budur... Birileri birşeyler yapar, birilerinin başlarına bir takım işler gelir.. Acılar, gözyaşları, kan ve zulüm birbirine karışır.. Silahın ve paranın gücünü elinde bulunduranlar hep kazanıyor görünür.. Tıpkı bir zamanlar olduğu gibi. Ama gün gelir, devran döner; ömrü olanlar tiranların da sonunu

Aman birileri duymasın!

Geçtiğimiz dönemdeki medya bakış açılarımızı takip edenler bilirler; gündem diye isimlendirilen gelişmelerin çıkış kaynaklarının vahiy olması unutulmaması gereken bir hassasiyettir. İşte bu düşüncenin bir yansıması olarak içinde bulunduğumuz zaman dilimi ilahi gündem, Ramazan, Oruç ve Kur'an olarak belirlendi ve bize de buna uymak kaldı.. Ramazan ayını önemli kılan özelliklerin birincisi şüphesiz bu ayda tutulan oruç ve yine bu aya mahsus teravihlerdir. Bu konularda eminim hepimiz gereği kadar bilgilendirildik ve yine camiilerimizde gerek öncesinde gerekse Ramazan ayı boyunca bilgilendirmeler devam edecektir. Bunların yanısıra asla gözardı etmememiz gereken bir diğer hususiyet ise Ramazan ve Kur'an münasebetidir. Hele ki Kadr gecesini içinde barındıran bir ay olarak Ramazan, bu geceden de aldığı kıymet ile Kur'an vurgusunu bir kere daha büyütecektir. Yeryüzünde bulunan ilahi vahiy kaynaklı sağlam ve sarsılmaz tek kitap olarak Kur'an, indirildiği ve her seferinde defaatl

Din, siyaset ve mezhepler

Asr-ı Saadet’ten sonra ortaya çıkan ihtilafların din temelli olması artık şeytan ve avanesinin insanları tefrikaya düşürmek için kullanabileceği bir başka putun kalmamasından kaynaklanmış olabilir. Mutlak bir iman ve sağlam bir ihlasla islami bir hayat yaşayan bireyleri terörize edebilmek için kullanılabilecek en uygun argüman tabii ki ‘dini’ motiflerle süslü olacaktı. Güç ve iktidarı put edinenler için dünya ve hayat onu ele geçirmek ve elde tutmaktan ibaret oluverir. İktidarı ele geçirme çabaları aslında rahmani çizgiden rahatsız olan bir güruhun dünyevi maksatlarla yürüttüğü sıradan ve bayağı bir hareket iken bunun islam toplumunda destek bulma ihtimalinin düşüklüğü haliyle bu zorbaları dinden kendilerine dayanak bulma noktasına itmiştir. Kur’an ve sünnetin bütün netliği ve tartışılmaz berraklığı ile ortada durduğu bir çağda kimse ayet veya hadisler üzerinden fitne çıkarma yolunu seçmemiştir. Haliyle fitne ateşinin yanabileceği en ideal ortam olarak şahıslar, aileler ortaya sürü