“Seçkin bir kimse değilim”
Meşhur şairlerimizden Cahit Zarifoğlu’nun dizesidir bu ve ilk bakışta kolay söylenebilen ve çoğumuza pek de özel gelmeyen dört kelimelik mısra, aslında çok değerli bir idrakin kapısını aralayan muhteşem bir anahtar olarak önümüzde duruyor. Kendimizi, ailemizi, çevremizi, neslimizi, ırkımızı yahut buna benzer seçmeden sahip olduğumuz bazı özelliklerimizi başkalarından üstün ve değerli görmek gibi bir haleti ruhiye içinde yaşıyorsak, bu mısrayı anlamak bir yana dillendirmek bile bize göre değildir. Öyle ya; seçkin bir kişi, bir millet ya da bölgeden geldiğimize inanıyor ve bununla kendimizi tatmin ve takdim ediyorsak, bir anda üstünde durduğumuz kaidenin kırılması anlamına gelecektir bu kısa mısra. Oysa bizden önce ve hatta aynı zamanda milyonlarca insan bizim vazgeçilmez sandığımız imkân ve şartlardan mahrum olarak yaşadı ve yaşıyor. Firavunun sarayında bizim kaloriferli ve klimalı dairelerimiz kadar lüks imkanlar yoktu ama bir şekilde o da ısındı ve serinledi. Ne krallar ne de kölele