Kayıtlar

2020 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Zaman ve takvim yaratılışa tabiidir

Resim
Hayatı anlamlandırmakta kullandığımız en önemli verilerden biri, hiç şüphesiz zaman mefhumudur. İnsan hayatının en kısa tarifinin; “doğum ile ölüm arasında geçen süre” olduğu düşünüldüğünde zamanla hayatın bağı daha net ortaya çıkıyor. Tarih, takvim, saat, ay, gün ve yıl gibi saya saya bitiremediğimiz, vazgeçilmez bilgi ve düzenlemelerin tamamı, zaman mefhumunun neticesidir. “Dünya hayatı zamanın geçmesinden ibarettir” desek, abartmış olmayız. Hayat bir vakittir ve geçmektedir neticede. Ancak zamanın geçmesi, vaktin süresi gibi kavramların tamamının aslında göreceli olduğunu ve bunların bir bakıma bizim zanlarımızdan ibaret olduğunu da yine yaşayarak öğreniyoruz. Rüyasında zamanlar üstü bir yolculuk yapanlarımız olduğu gibi, saatler süren bir hikayeyi birkaç saniyede görebildiğimizi modern bilimin tespitleriyle anlıyoruz. Uyuyan için zamanın bir bakıma ortadan kalktığını, saatlerin tıkırtılarının rüyaları etkilemediğini yani bu alemde kaldığını ve bu rüyaların zannettiğimiz ve

Garipliğin fotoğrafı

Resim
Eğer bu yazının üstündeki fotoğraf olmasaydı, bu manzarayı anlatmak için ne edebiyatlar parçalamak gerekirdi. Ne çok söz lazımdı şu karedeki garipliği anlatmaya. Çadırları, çadırların ardındaki gerçekleri, çocukları, çocukların gönlündeki garipliği... Yerdeki çamurların yağmurun hatırası olduğunu söylemeye utanır insan. Ayaklarına sardığın naylonların geri dönüşümü zor atıklar olduğunu düşünür modern insanlar. Eteğindeki kelebek desenlerini tasarlayan elemanın ruh dünyasında karşılığı büyük ihtimalle, küçük mutluluklar olabilir ama senin kelebeklere benzeyen tek yanın kısa bir hayatta çok uzun yaşamaklar olsa gerek. Bir de tabi kelebek kadar narin çocukluğunun, gaddar ayaklar altına düşürülmesinin hikayesi var. Ellerini birleştirmiş bir kızın çaresizliğini ve kimsesizliğini anlatmak için başka cümleye gerek kalmıyor aslında. Boynunun büküklüğünü de ekleyin üstüne, bir de tabi bakışlar... Ah kızım bakışların kayaları eritir de çağın zalimlerinin yüreğine dokunamaz. Onlarda çelikten mamu

İşgal ve medeniyet

İnsanları, toplumları ve şehirleri, kimlik ve medeniyetlerine götüren tarihi yolculuğun, iyi ve güzel yanlarının yanında, sıkıntı ve belalarla da dolu olduğunu biliyoruz. Her şeyin yolunda gittiği, keyiflerin yerinde olduğu ve güllük gülistanlık devirlerden çok; savaşların, kıtlıkların, salgınların etkisinin bir tür bilinç altı oluşturduğu bir vakıadır. İnsanlar genelde mutlu mesut günleri daha az hatırlar ve maalesef kalıcı travmalar büyük acılardan sonra yerleşir ruhlarımızda. Bu yüzden bayramlar, kutlamalar, şenlikler ve toplumsal bazı eğlence türleri her devirde ve her toplumda mutlaka kendilerine bir yer bulurlar. İnsanın teselliye, rahatlamaya ihtiyacı bitmez. Gaziantep’in de çok uzun yüzyıllar devam eden bir huzur ve medeniyet yolculuğu olsa da, parçalanan ve pay edilen devasa bir imparatorluğun, hemen her bir şehrinin başına gelen acı gerçeklerle yüzleşmiş olmamız, farkında olmak zorunda olduğumuz bir mihenk noktasıdır. Bin yılı aşkın bir süredir medeniyetimizin hüküm sürdüğ

Antep’in gazilik hikayesi

Resim
  Son “silahlı” Fransız askerinin Antep’i terk etmesinin üzerinden 99 yıl geçtiği bugün, o devirde gastronomi kültürünü yokluk ve savaşla birleştirip “sahan bombası” keşfini yapan ecdadı hayırla yad ediyorum. Tabi şimdi gastronomi denilince aklımıza envai çeşit Antep yemeğinin gelebiliyor olmasını; o günlerde, kazanlarla, kepçeler ve sahanlarla direnen kahramanlara borçlu olduğumuzu unutmamız gerekiyor. Bu süreçte, Antep’e 11 ay boyunca bırakın cephaneyi, bir lokma ekmeğin bile giremediği muhasarada, yokluk ve kıtlıkla, açlıkla yapılan direnişin sürdürülmesi, akla hayale gelmeyecek yollarla, savaşa devam etmeye çalışılması, unutulmaması gereken bir kahramanlık hikayesidir. Mağaralarda, düşmanın attığı mermi çekirdeklerini eritip yeniden kurşun üreten; ellerinde barut kalmayınca, söğüt ağacı kömürünü kükürtle karıştırıp “kara barut” üreten; yiyecek bir şey kalmayınca, acı badem çekirdeklerini el değirmenlerinde öğütüp ekmek üreten; kahramanlık ve yiğitlik üreten; direniş ve zafer

Zor iyi bir mihenktir

Bütün iddialar ispata muhtaçtır. Devletin adalet iddiası, zayıf birinin güçlü hasmı ile olan davasında ortaya çıkar. Vatandaşın vatanseverlik iddiası, kaçırılması “mümkün” olan vergide anlaşılır. Bir belediye başkanının hizmet iddiası ancak seçildikten sonra ortaya çıkar. Halkın şehrine değer verdiği iddiası, ona sahip çıkmasıyla anlaşılır. Şehirlilik ve medeniyet ise toplumsal bir iddiadır ve hep birlikte ispatlanması gerekir. Halkın büyük çoğunluğunun katkıda bulunduğu bir düzen, uymayan azınlığa rağmen yürür. Devlet gücünü, kanunlara uymayan suçlulardan değil, uyanların çokluğundan alır. Zor zamanlar; fert ve toplumların sınandığı, değerlerin tartıldığı, insan kalitesi ve medeniyet temellerinin ortaya çıktığı, söz ve iddiaların gerçekten test edildiği devirlerdir. Güçlü bir devlet, mükemmel hizmet eden bir belediye, tıkır tıkır işleyen bir bürokratik sistem varken; herkes iyi bir vatandaş, hamiyetli bir kahraman, kurallara ve kanunlara azami uyan örnek bir insan olabilir. Ancak g

Hep insan kalıyoruz

Resim
  Yeryüzünde kaç bin çeşit canlı olduğunu araştıra dursun bilim ehli, her gün yeni bir tür daha keşfetsinler. İnsan aklının ermediği, elini yetmediği, gözünün görmediği uzaklarda ve derinlerde daha kim bilir kaç yaratık hayat sürüyor, bilinmez. Ama bilinen ve değişmeyecek olan bir gerçek olarak; bizi Allah(cc) insan olarak yarattı ve bu kıyamete kadar böyle devam edecek. Neslimizden gelenler de bizden öncekiler gibi insan olacak. Ulaştığımız bilgiler, gittiğimiz yıldızlar, isim taktığımız galaksiler, indiğimiz derinlikler ve çıkardığımız madenler hatta geliştirdiğimiz üstün teknolojiler de bu gerçeği değiştirmeyecek ve biz hep insan olacak kalacağız. Bu hakikatin, varlıkların kendisi için yaratılmış olmasının verdiği bir üstünlük hali ve hissi varsa da; hata ve isyan gibi pek makbul olmayan yanları da bulunuyor. İnsan olmak demek; hata etmek, yanılmak, eksik kalmak, gücü yetmemek, yetişememek, geç kalmak, eli ermemek anlamlarını da beraberinde getiriyor ve bize hiç sormadan küfem

Zihinsel kentsel dönüşüm

  Tıpkı başlıkta kullandığım “sel”li kelimelerin dilimizi bozduğu gibi, modern hayatın ve hakim hayat düzeninin, fert ve toplum bazında yaşam tarzımızı kaçınılmaz olarak etkilediğini ve normallerimizin geçen zamanla birlikte, farkında olarak ya da olmayarak, sindirdiğimiz ve hatta benimsediğimiz gariplikler bütünü olarak yaşandığını söyleyebilirim. Çadırlarda yaşadığımız devirler ya da toprak damlarla örtülü nostaljik evler uzak köşelerimizde kaldı ve ancak birkaç karelik fotoğraf kadar bize yakınlar. Neredeyse sobalı evlerin bile bir hatıraya dönüşmeye başladığı günümüz insanından, şehir sakinlerinden, modern hayatın fertlerinden ve hepsinden daha önemlisi bu gelişmiş ve zenginleşmiş memleketin yöneticilerinden, ulaştığımızı sandığımız medeniyet seviyesine uygun bir çevre, yerleşim, park ve diğer ihtiyaçlarıyla bir bütün olmuş, modern bir kent beklentimiz elbette var. Hiçbir gelişme ve düzenleme, tepeden inme baskılarla yerleşemiyor. Aynı şekilde halkın adet ve alışkanlıkları da top

Adem(a)’in çocuklarıyız!

Resim
  İslam nimeti için, her bir hakikati adedince Allah(cc)’uya hamd ederiz. İslam bize; nesline, akrabalarına ve ırkına adil muamele ve doğru muhabbetin yanında, diğer Müslümanlara ve sair insanlara hürmet ve muhabbetin dengesini muhteşem bir şekilde kurmayı öğretti. İslam, bizden aslımızı neslimizi inkar etmeyi değil, aksine onlara sahip çıkmayı, akrabayı gözetmeyi, ırkından olan insanların iyiliklerini istemeyi, onların hayırlarından memnun olmayı öğretti. İslam, bizden kendimizden olanlardan uzak durmamayı, aksine herkesten çok bizim akrabalık bağlarını gözetmemizi, ihtiyacı olanlara el uzatmamızı, hayırlı işlerinde onlara yardımcı olmamızı istedi. İslam, bizden kendi ırk ya da dilimiz gibi, Allah(cc)’unun ayetlerinden birer ayet olan nimetlerini ve imtihanlarını reddetmemizi değil, her lütuf gibi baş tacı ederek taşımamızı istedi. İslam, ırkçılık yapmayı da yasakladı bize, ırkımızdan kaçmayı da, ırkımızdan utanmayı da! Başkalarının ırkını hor görmeyi, aşağılamayı, herhangi

Münafıklık özgürlüğü!

Resim
  Hayatın her alanında, hemen hepimizin sıkıntısını çektiği, bütün iyi ve güzel şeylerin tadını kaçıran samimiyetsizliğin, artık kişisel bir ahlaksızlık olmayı aşıp, kurumsallaştığı zamanlardayız. Devletler arası ilişkilerden tutun, devlet ve vatandaş meselelerine, hatta aileler içindeki en müstesna münasebetlere varıncaya kadar, her yanımızı sarıp sarmalayan bir çirkef gibi, her yere bulaşan bir samimiyetsizlik almış başını gidiyor. Bütün bunların sonunda, mesele din ve ilahiyata geldiğinde, samimiyetsizliğin en korkunç neticelerinin alınacağı alan açılmış oluyor. Ahlakında samimi olmayanların en azından ahlaksızlıklarında samimi olmalarını bekleyecek kadar düşük bir düzlemde sürünüyoruz. Münafıklık, kişinin kalbinde olandan başka bir söyleme ve eyleme sahip olmasının adıdır. Müminlik ise, kalbinde olanı dili ile ikrar etme halidir. Dili ile kalbi arasında uyumsuzluk, bir insanın düşebileceği en aşağı halin habercisidir. Ki, ıstılahımızda “esfeli safilin” derecesinin yani “aşa

Temizlik kültürünü yerleştirmek

Dünyanın en çok çöp üreten canlısı hiç tartışmasız biz insanlarız. Çaresiz; ürettiğimiz, tükettiğimiz her şeyden çöp üretiyor ve yaşadığımız her yere çöp bırakıyoruz. Ardımızdan ayak izimiz gibi biz takip eden çöpten bir iz kalıyor. Çöp üretmeme gibi bir tercihimiz olamadığına göre, yaşadığımız çevreyi kirletmemek adına yapabileceğimiz en kısa ve kesin çözüm; çöplerimizi toplamak, toplayanlara hazırlamak, rastgele atmamak ve içinde yaşadığımız evler kadar, şehirlerimize de sahip çıkmak oluyor. Maalesef temizlik korunması oldukça zor bir güzellik olduğundan, şehir nüfusunun tamamına yakını gayet titiz ve temiz bir şehir için çaba sarf etse de, belediyeler günlük çöp toplamak bir yana, günlük cadde ve sokaklarda temizlik yapsa da; az da olsa birilerinin hoyratlığı ve vurdumduymazlığı, şu güzelim şehri Ayıntap’ın, bu nadide gazi şehrin sokaklarını, parklarını ve meydanlarını kirletmeye yetiyor. Bu konuda yapılacak temel çalışmanın daha çocukluktan eğitmek olduğu gerçeğini göz önünde bu

Milli Görüş için şahitliğimdir

Resim
  İnsan evladının nefsini temize çıkarma sevdasını hepimiz bilerek ya da bilmeyerek yaşıyoruz. Daha ufacık bir çocukken başlayan “ama o da yaptı”, “ama onlar da şöyle yapıyor” gibi savunma mekanizmalarımız hep nefsimizi temize çıkarmak için birilerini kullanmanın ve harcamanın herhalde ilk ve son masum şeklidir. Çünkü orada konu en fazla, fazladan yenilen bir kurabiye ya da yarım bardak meyve suyudur veya iş kavgaya varmışsa, bir tekme ya da yumruk olur. Zaman geçip, hayat insanı büyüttükçe, konular ve savunma metotları da değişir ve artık masum bir savunma ya da sadece nefsini/kendini temize çıkarmak gibi bir şekilde hoş görülebilecek sebepler yerini, menfaat elde etmek için rakiplerini yok etme amacına dönüşebilir, dönüşüyor da… Ve fakat konu; din ve dini hayat, İslam ve İslami cemaat veya yapılar olduğunda artık kişisel savunma ya da menfaat temini gibi ferdi amaçları bile gölgede bırakacak kadar büyük bir toplumsal saldırının, kendini makbul ve temiz göstermek için başkaların

Yol ve kaldırımlara sahip çıkmak

Uzun vadeli planlar ve büyük emeklerle paralar harcanarak yapılan hemen her işin en önemli sorunu, bakımı ve korunmasıdır. Doğal olarak her yeninin eskidiği dünya kuralına tabi belediye hizmetleri de zamanla eskiyecektir. Ancak dışarıdan müdahalelerle bu eskime ve yıpranmanın hızlandırılması, hem harcanan kamu servetinin heba olmasına hem de kaliteli bir şehir hayatına mal olmaktadır. Belediyeler, imkanları ölçüsünde planlamalarla sürekli olarak eskiyen yolları ve kaldırımları yenilemeye çalışıyorlar. En azından şehrimizde bu konuda yoğun bir çabanın olduğunu her yerde görebiliyoruz. Yeni yolların ve kaldırımların yapıldığı kadar, eskiyenlerin yenilenmesi ve yıpranan kısımların tamiri, ciddi bir enerji ve maddi harcama gerektiren işler olarak karşımıza çıkıyor. Eskime ve yıpranmaların en temel ve belki de kurumlar bazında belediyelerimizin ilk sorumlu olduğu alanı; kullanılan malzeme kalitesi, yapılan işin işçilik kalitesi, doğru zamanda ve doğru yerde, doğru malzemenin kullanılmış o

Salgın, Tedbir ve Kader

Resim
  Rüzgarın şiddetli estiği zamanlarda, dalından kopan yapraklar savrulur, son bir güçle tutunanlar yerlerinden koparılır. Toprağın tozu ile yaprağın ufalanmasından oluşan bir karışık bulut havayı kirletir, gözleri kapatır, ayakları taşlara takar. Kuruması takdir edilen yaprağın başka bir şansı ya da seçeneği yoktur. Kuruyacak ve dalından kopup düşecektir rüzgarın insafına… Büyük olayların, salgınların ya da savaşların, insanları sürükleyen birer fırtınaya benzediğini düşünüyorum. Herkes tutunduğu yerin sağlamlığı, tutuşunun kalitesi ve duruşunun gücü kadar etkileniyor illaki. Fert planında kendimize has birer akıbet kaderimiz olduğu ve herhangi bir ağaçta salınan yeşil yapraktan aslında pek farkımız olmadığı gerçeğiyle bir kere daha, büyük çapta yüz yüze gelmiş bulunuyoruz. Eceli yani dalından kopup düşme zamanı gelenlerimiz için bir rüzgar yetecektir. Kimisi için bu rüzgar; savaşta atılan bir mermi ya da bomba olurken, bir başkası için gözle görülmeyen bir virüs ya da bir di

Şehrin iyilik potansiyelini harekete geçirmek

Gaziantep bir göçmen şehridir; bu dün de böyleydi bugün de böyle ve halen de bu durum kesintisiz devam eden bir süreç olarak karşımızda cereyan eden bir hakikattir. Sıkıntılı coğrafyalardan, barınmak ve normal bir hayat sürmek umuduyla kaçanların ya da göç edenlerin, ekonomik gücü ve tarihinden gelen ortak bir mirasın toprağı olması, kültür ve kimliklerin çokluğuyla, kendine yer bulmanın kolay olduğu bir şehir olarak Gaziantep, biraz da bu göçlerin oluşturduğu ve yükselttiği bir beşik olmuştur. Gelenler sadece yer bulmamış aynı zamanda birlikte getirdiklerini bu şehrin toprağına katarak bir medeniyetin harcına katkıda bulunmuşlardır. İlim ve kültür alanından tutun, sanat ve edebiyata, meslek ve iş alanlarına varıncaya kadar, elle tutulur ve gözle görülür bir zenginlik böylece inşa edilmiştir. Zorluğu ve hayatın sıkıntılarını zamanında göğüslemiş insanlar ya da öyle insanların çocukları olan Antepliler; zor zamanlarda onlara sığınan, bir barınak ya da yiyecek arayacak durumda garip o

Saadet asrını anlamak

Resim
  İnsan yaratılışı gereği, örneklik ve önderliğe ihtiyaç duyar. Hatta tarihin kaydettiği çok büyük lider ve önderlerin de mutlaka bir örnekleri, yol gösterenleri vardır. Doğumundan itibaren bir örnekliğe göre kendine şekil veren insan evladı, ne kadar büyürse büyüsün, öğrenmekten ve örnek almaktan asla müstağni olamaz. Ancak nefsine tapınan egoistler müstesnadır belki. Fıtrat dini İslam, insanın ruhunun ve bedeninin oluşturduğu topyekun benliğinin, ihtiyaç ve meyillerine, hatta refleks ve hislerine göre bir din ve hayat düzenidir. “Asr-ı Saadet” terkibiyle benimsediğimiz, örneklik ve önderlik asrı, bu dinin bir ütopya ya da hayaller dünyası kurgulamadığının, bizzat hayatın içinde ve insanlar için bir din olduğunun en güzel delillerinden birisidir. Bu güzel gerçeklikten kıvamında faydalanmak, asla göz ardı etmemek, nimet bilmek, dünya ve ahiret saadetini elde etmenin yolunu bulmak için izlerinden yürümek, her akıl ve izan sahibi için en güzel tercih olur. Sahabeyi tanımak ve s