Kayıtlar

Adalet etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Batının çıkmaz sokağı

Resim
  Hayatın akış hikayesinde, sıradan bir insanın, aradığı önemli bir adresi bulmak için girdiği sokağın çıkmaz çıkmasıyla; devasa bir devletin, yegane kurtuluş yolu olarak lanse ettiği sisteminin çıkmaza girmesi arasında pek bir fark yoktur. Neticede duvara çarpmak için illa suratınızın taşlara veya tuğlalara değmesi gerekmiyor. Önemli bir hayal kırıklığı da baya sert bir çarpma etkisi gösterebilir. Dünyanın geri kalanına ihraç ettikleri demokrasi ellerinde patlayan Amerikalıların hali, keşfettiği oldukça gösterişli ama kalitesiz bir ürünü aleme pazarlayarak köşe dönme hayali kuran hatta baya köşeler gören uyanık girişimcinin fabrikasının alev almasından farksız, telaş ve öfke nöbetleri ne kadar da benziyor. Özellikle bizim coğrafyamızın şehirlerinde görmeye alışkın oldukları ve olduğumuz manzaraların, bir şekilde kendi başkentlerinde de ortaya çıkmasının şokunu anlayabiliyoruz. Kolay değil, aleme tanrılık taslarken, büyük abdestini kaçırmak! Büyük rezillik! İşgal edilen ve ya

Sen de haklısın

Resim
  Hepimiz için kaderin devasa nehrindeki seyahat devam ediyor. Su akıp yolunu bulacaktır. Eşyanın tabiatı böyle; eskiyip dökülmek, kuruyup büzüşmek, eğrilip bükülmek ve sonunda toprağa karışmak! Kuruyan yaprağa, solan çiçeğe sorsan, o da haklıdır gidişatında… Nasreddin Hoca merhumun dediği gibi; “sen de haklısın”. Ve fakat, bu kadar haklının olduğu yerde, hakkın gerçekten tespit ve tayin edilmesi mümkün görünmüyor. Herhangi bir işte, nihai hakkın tespitini bize bırakmamak gerektiğini, hakkın bize bırakılamayacak kadar “ali” bir mesele olduğunu, böylelikle bihakkın anlamış bulunuyoruz. Bilmem kaçıncı kere. Herkesin hakkı ve hakkı bulma yolu, kendine iyi ve doğru olsa da; biz Müslümanların, üzerinde tartıştığımız ve anlaşamadığımız, daha da önemlisi hakkı ve adaleti, teslim ve tesis etmek istediğimiz konuyu, İslam’a götürmek ya da zaten içinde yaşadığımız İslam’ın hükmünü ortaya koymak ve böylece sorunları çözmek, anlaşmazlıkları bitirmek, hakkı teslim ve adaleti tesis etmek

Dürüst değillerdi adil de olamayacaklar

Resim
Biz insanlar unutkanız, unutmakla malulüz de diyebiliriz. Unutmak bizi insan yapan yanlarımızdan biri zira. İyi ya da kötü birçok şeyi unuturuz. Doğru ya da yanlışı unuttuğumuz gibi. Bildiklerimizi unuturuz, unuttuklarımızı bile unuttuğumuz olur, normalimizdir bu bizim. Karşımıza çıkan yeni sandığımız şeylerin, aslında örnek şahsiyetler üzerinden, örnek zamanlarda bize öğretilenlerle aynı olduğunu da unuttuğumuz çok olur. Acaba, öyle mi, değil mi, böyle mi diye kafa yorarken, aslında cevaplarımızın çoğu avuçlarımızdadır da haberimiz yoktur. İman ile iyiliklerin, küfür ile kötülüklerin bağını unutuyoruz. Adaletle merhametin, zulümle hakaretin bağını göz ardı ediyoruz. Sadakatle dürüstlüğün, ihanetle sahtekarlığın bağını gözden kaçırıyoruz. Şirkin en büyük zulüm olduğunu; büyüğünü işlemekte sorun görmeyenlerden, daha küçüklerini beklemenin normalliğini unutuyoruz. Bizden birilerinin kusurlarını ya da günahlarını ortaya döküp, onların üzerinde bize ait değerli ne varsa dille

Bilal'in akrabalarını seviyoruz

Resim
Tarih okuyor ya da dinliyorsak veya en azından seyrediyorsak; olayların bir şekilde benzeştiğini ve tarihin aslında tekrar ettiğini, isimlerin ve zamanların değişmesine rağmen olayların ve sonuçların aynı olduğunu fark edip, “ha evet doğruymuş, tarih tekerrür ediyormuş” diyoruzdur. Neticede dünyanın kaderinin akışı içinde insanın olayları etkileme gücünün sınırları belli olunca, bir de bunlara insani zaaflar ve hırslar eklenince değişecek pek bir şey kalmıyor aslında. Velakin, genel itibariyle tekrarlanmasına rağmen ibret alınması konusunda tekrarın pek az seviyelerde kaldığını da hemen hepimiz söyler dururuz. İbret alınsaydı tekrar eder miydi sorusunun cevabı; “evet yine de tekrar ederdi” olacaktır. Ya da insanoğlu bu, ibret alanların tarihin akışına etkisi ne kadar olacak ki? Değişmezdi bir şey ve tekrarları izler dururduk. Gerçi sıkıntı yok, biz tekrarları izler ya da yaşar gibi değiliz zaten; her gün yeniden aynı şeyleri yaşasak da, aynı heyecan ve merakla, aslınd

Bizden ne istiyorlar?

Resim
Dünya’nın mutlak huzur ve rahat yeri olmadığını biliyoruz. En azından biz Müslümanlar, saldırı ve zulümlere muhatap olmamızın kaçınılmaz olduğunu da biliyoruz. Zira adalet ve merhamet isteyen İslam’ın yeryüzünde çanına ot tıkadığı ve tıkayacağı her zalim bizi doğal düşman olarak biliyor. En çaresiz ve en zayıf zamanlarımızda bile düşmanlıktan vazgeçmeyecek kadar korkuyorlar bizden. Biz dediğim, kişi ya da toplumlar değil; aleme adaletle nizam verecek olan İslam ve İslam’ın sunduğu hayat görüşü, dünyaya ve bütün mahlukata bakış, hatta yere ve göğe intizam verecek, kuş ve ağaçlara huzur getirecek bir yaşam tarzı… Her ne kadar bizim bizden sandığımız bazılarımız bile bundan emin olamasa da bu böyle, çoğumuzun haberi olmasa da bu böyle. Hırsızın polisten korkusu gibi, katilin intikam alacak adaletten kaçması gibi, karanlığın doğacak güneşten ürkmesi gibi, kuru otların rüzgarda uçuşmaktan veya ateşte yanmaktan titremesi gibi; çaresiz ve tedavisiz bir korku hastalığına yaka

Demokrasi masalları

Resim
Dünyamız, -bize çok uzun zaman gibi gelen- bin yıllardır insanoğlunun yaşadığı ve kendi cinslerine de diğer mahlukata da her nevi zararı verip, tahribatı marifet bildiği dönemler geçirdi. Devirler döndü, devran değişti ama değişmeyen bir tek insan kaldı. İnsan, kendini ilah bilip hükmünü diğer insanlara ve canlılara dayattığı zaman, ondan daha tehlikelisi olmadı. Yaktı, yıktı… Otorite ve gücünün sarsılma ihtimaliyle çılgına dönen tiranlar ve azgın halklar, genelde zorla ama bazen de manipülasyonlarla insanlara hükmetmeye devam ettiler. Allah(cc)’in insanlar için hüküm ferma kıldığı yaşam tarzı ve hayat düzeni, bu tipler tarafından kesin ve mutlak olarak reddedildi. Zira onda, ilahlaşan insanlar ve insanlar başta olmak üzere, tüm canlılara zulmeden bir anlayışa izin ve yer yoktu. Bu minvalde emperyalist düzenler ve milletler oluştu. Günümüze kadar devam eden bu sistemlerin kurbanları hep, güçsüz ve ezilen milletlerin halkları oldu. Toprakları ve zenginlikleri eller

Kültürel iktidarın temeli

Resim
Tarihin değişik dönemlerinde, “sünnetullah” gereği, zenginlik ve refah dünyayı dolaşıp durmuştur. Coğrafi konumlar ve sosyal şartlar elbette bir çok avantajlar sağlasa da; kalkınma ve ilerlemenin/gelişmenin temeli, güç ve adalet üzerine atılmıştır. Güçsüz adalet; toplumsal ya da uluslararası münasebetlerde belirleyici rol alamamış, sadece duygusal bir yoğunluk olarak kalakalmıştır. Adaletsiz güç; bir yere kadar zenginlik getirse de, refah ve saadet gibi asıl insani ihtiyaçları karşılamaktan çok uzak olduğundan, sonuç olarak zulüm ve baskı, dolayısıyla gerilik ve mutsuzluk üretmiştir. Dün ve bugün, refah seviyesi yüksek toplumlarda öne çıkan en belirleyici kıstas, adaletin ne kadar hüküm ferma olduğudur. Adalet seviyesi, bir açıdan dünyada iktidar olmanın kuralıdır. Çünkü iktidarlar halklarının desteğini almaksızın ayakta duramaz, dursa da; bir medeniyet, gelişmişlik ve adalet duygusu ile emniyet hissi veren devlet ve toplum oluşturamazlar. Dünyanın geri kalanına haksı

Coğrafya kanundur

Resim
Dünyanın mutlak hakimi ve düzenleyicisi Allah(cc) tarafından konulan bir hayat kuralı vardır. Bunun pek çok yönü ve aşaması olsa da, basit temel gerçeklerden birisi şudur; bitki ve hayvanların en güzel yetişecekleri ve yaşayacakları birer coğrafyaları vardır. Hatta bunlardan bazıları, yerleri değiştirildiğinde yaşayamazlar, çürürler, ölürler. Kutup ayısını ülkemizde barındırabilir ve ortam doğal şartlara uydurulursa yaşaması temin edilebilir ama asla kendi vatanında olduğu gibi sağlıklı olamaz. Suni şartlar hayatta tutar evet ama sadece hayatta tutar. Hurma ağacını çöllerin sıcaklarından uzaklarda yetiştirmek için sarf etmeniz gereken gayret ve masraf, elde edeceğiniz ürünün karşılayamayacağı kadar büyüktür. Bir diğer yol ise, şeytanın fısıldadığı (Nisa 119) fıtratını bozma, değiştirme ya da genleriyle oynayarak uyum sağlar hale getirmedir. Bugünün dünyasının en büyük tehlike ve tehditlerinden birisi olarak karşımıza çıkan genleriyle oynanmış veya hormonlu dediğimiz,

Zamanın Endülüs'ü

Resim
Çok farklı bir devre denk geldik biz. Fotoğraflar ve videolarla dünya ayağımıza getirildi. Çok çocuğun, çok kadının, çok ihtiyarın cesedini gördük. Emzikli idi bazı çocuklar, bazılarının altında bez vardı daha, kimisinin saçları dökülüyordu bir kucaktan yere, kimisinin eli kolu tutmuyordu... Çok kadın gördük; paramparça idi yüzleri, yıkık ve döküktü omuzları. Kucaklarında hasretle sarıldıkları yavrucakları değil taş ve molozlar oldu. Çok kadının çığlığını duyduk aslında; namusları çiğnenen çok kadının feryadını duyduk, çocuklarının cansız bedenine sarılan çok kadının hıçkırıklarıyla depremler oldu... Ah belini yaşlılık değil kahır büktü ihtiyarların; ak sakalları kanla kızıla boyandı kaç kere, bastonlarına değil acılarına yaslandı bazısı, bazısı sırt üstü düştü toprağa ve göğe, yıldızlara takılı kaldı bakışları... Küçücük oğlanların cansız bedenleri toza toprağa karıştı; yiğit adamlar olacaklardı, küçük cesetler oldular. Adamlık onlarla birl

Günahı boynumuzda değil

Dünyanın düzeninde parmağı olanlar bir yana, bizzat düzenin dümeninde oturanların sürekli ellerinde tutmak istedikleri bir mağduriyet algısı var. Her türlü melanet ve zulmü onlar işlediği halde, gündemi döndürüp dolaştırıp onların ekmeğine kan doğrar hale getiriyorlar. Ya da bir şekilde, boğazlarını ıslatmak için, kimin olduğuna bakmaksızın kan içmekten çekinmiyorlar. Bazen yaptıklarına gölge etmek, bazen de yapacaklarına malzeme üretmek için; kim olduğuna bakmaksızın ve gerektiğinde kendi halklarının da olmak üzere, büyük bir rahatlıkla kan döküyorlar. Bu adeti başlatanlar, dünyanın halihazırdaki düzeninde en etkin konumda bulunan Siyonistlerdir ki; ellerindeki en etkin malzeme, bir zamanlar Hitler’in onlara soykırım uyguladığı iddiasıdır. Bu soykırım iddiası onlara, gerek Filistin’de gerekse dünyanın geri kalanında, her konuda haklı olma özelliği kazandırmıştır. Ne yapsalar mazurdurlar, ne işleseler masumdurlar. İşgal ve katliam gibi suçlar onların sıradan işleri haline gel

Kendini temize çıkarmak

Resim
İnsanoğlunun herhalde ‘hayatta kalmak için mücadele’ hissi kadar, sabit ve fıtrattan olan bir özelliği de, ‘kendini temize çıkarmak’ olarak isimlendirdiğimiz bir savunma sistemine sahip olmasıdır. Başımıza, gözümüze gelen bir cisme engel olmak için gösterdiğimiz hızlı ve hayati reflekslerin bir benzerlerini, benliğimize yapıldığını hissettiğimiz saldırılar ya da suçlamalar karşısında sergiliyoruz. Bu hal, ani olsa da çabuk savuşturulabilir olmayabileceğinden olsa gerek, bu davranışı bir karakter olarak yerleştirip, artık hemen her konuda aynı savunma refleksiyle konuşmaya ve davranmaya başlıyoruz. Ayağımız kayıp düştüğümüzde, ilk baktığımız bizi kaydıranın ne olduğudur. Bir suçlu bulmak çok rahatlatıcıdır zira… Evde, yolda, işte veya trafikte aksayan, yanlış giden ne varsa bizim dışımızda bir sebebi vardır mutlaka. Hatta din işlerimizde eksiklerimizin ve günahlarımızın da suçlusu sadece biz değilizdir. Vardır illa ki bir suçlu, bir düşman… Pek haksız da sayılm

Dengemizi kaybetmeyelim

Resim
Biz Müslümanlar nankör değilizdir, zira Rabbine nankörlük etmeyen bir milletiz. Hamd ve şükür bizim en unutulmaz vasfımızdır. Yalnız Rabb’imize değil insanlardan bize iyilik edenlere de teşekkür etmekle emrolunduk. “İyiliklerinden dolayı insanlara teşekkür etmeyen Allah’a da şükretmez.” (Tirmizi, Ebu Davud) Batılılardan bize insan gibi yaklaşanları takdir eder hatta severiz. Onlar için hayır dua eder, hidayetlerini dileriz. İyiliklerinden dolayı teşekkür ederiz. Hiç kimseye milliyeti, dili, dini ya da yaşadığı coğrafya sebebiyle düşmanlık etmeyiz, ölçümüz açık ve nettir: "… Zalimlerden başkasına düşmanlık yoktur." (Bakara 193) İnsanız biz; dostça uzatılan hiç bir eli geri çevirmeyiz ancak tokat atana diğer yanağımızı çevirmek yoktur bizde. Biz adaletle cevap vermenin, dengeli karşılığın doğruluğuna inanırız. Topyekun iyi ya da topyekun kötü diye ayırmayız insanları, iyilerine iyi kötülerine kötü deriz. Sözün kısası, biz Müslümanlar "vasat" bir ümmetiz.

Yaralarımızla yaşıyoruz

Resim
İnsanlar hakikatin değil intikamlarının peşine düşüyor. Hakikatin müşterisi o kadar azaldı ki, karaborsaya düştü. Enflasyonun en yükseği hakikat fiyatlarında idi tüm zamanlar boyunca, hakikate sahip olmak isteyenler her devirde en yüksek bedelleri ödemek zorunda kaldılar. Kin ve intikam duygusu yalnızca gözleri değil gönülleri de kör etti. Adalet dediğimiz hakikat meyvesi dalında kurudu kaldı. Kökü toprağın derinlerinde saklı bir yüce hakikat ağacımız var, dallarına erişemediğimiz… Yapraklarını yabanların kopardığı, olgunlaşamadan dökülen meyvelerine su yürümeyen! Adalet meyvesinin tadı damaklarımızdan bile silindi. İşportalarda gördüklerimiz hormonlu hakikatler asla gerçek tadını vermedi, veremeyecekte. Yara alan, açılan derisine benliğini sardı. Bedenlerimiz değil ruhumuz yarıldı, kanadı gibi. Yarasının içine aklını, izanını, imanını doldurdu insanlar. Düşün denilince yarasıyla, konuş denilince yarasıyla, yürü denilince yarasıyla, yaşa denilince yarasıyla yaşar oldular

Anlamak istemeyene anlatmak

Resim
Herkesin her şeyi bildiğini sandığı bir devirde, birilerine bildiklerinin yanlış olduğunu hatta biraz eksik olduğunu anlatmanın bile zorluğunu hepimiz biliyoruz. Bu gözle görülen elle tutulan ve artık reddedilmesi mümkün olmayan meselelerde de böyledir. Garip bir kibrimiz var! Kendi fikrimiz kadar bilgimizden de çok eminiz. Biz bir şeyi biliyorsak o öyledir, bizim bildiğimizden farklı olma ihtimali yoktur. Çok çaresiz kalır da yanlış bildiğimizi kabule edersek, bu da bizim eksiğimiz ya da yanlışımız değildir, birileri bize ya yalan söylemiş ya da eksik bilgi vermiştir. Yoksa haşa; biz hiç yanlış bilir miyiz? Hiç yanlış yapar mıyız? Bilgi bazında durumumuz bu olunca, kanaat ve algılarımız zaten tartışmaya kapalıdır. Kimse bizi yönlendiremez, bütün kanaatlerimizi kendi özgür irademiz ve kişisel araştırmalarımız sonucu elde etmişizdir. Medyanın bütün araçlarıyla bizi yönlendirenler boşuna uğraşıyorlar. Biz biziz ve bu bize yeter! Toplumsal algılar, bütün yanlışlığına ve h

Hadim, Hakim ve Zalim

Resim
Yeryüzünde Allah(cc)’in şeairi vardır. Bunlar nişaneler, işaretler, özel ve mukaddes mekan yahut noktalar olarak bilinirler. Bunlar genellikle ibadetlerle, özelde hac ibadeti ile alakalıdır. Farzlar, vacipler ve benzeri İslami geleneklere de şiar denilir. Ey iman edenler! Allah'ın işaretlerine, haram aya, kurbanlık hayvanlara, gerdanlıklara, Rabbinin lütfundan bir şeyler kazanmak ve rızasına kavuşmak için Haram Ev'i ziyarete gelenlere saygısızlık etmeyin. … (Maide 2) Safa ile Merve, Allah'ın işaretlerindendir. … (Bakara 158) Kurbanlık develeri de sizin için Allah'ın işaretlerinden kıldık. Onlarda sizin için hayır vardır. … (Hac 36) Aynı şekilde Allah(cc)’in yeryüzünde harem kıldığı Mekke, Rasulü(sas)’in harem kıldığı Medine ve yine hakkında mukaddes bir mekan olduğu ve özel muamele edilmesi gerektiği ayet(İsra 1) ve hadislerle bildirilen Kudüs’te İslam’ın yeryüzündeki nişanelerindendirler. Bu beldeler, herhangi bir ırkın, neslin yahut devletin

Feryat Yemen’den Gelir!

Resim
Yemen, bizim hatırlarımızda kahvenin yurdu olmasıyla meşhurdur. Bir de Yemen Türküsü ile ki; Osmanlı Devleti’nin en acılı cephelerinden biri olması hasebiyle, ağıtlara ve türkülere konu olmasına şaşılmaz. Osmanlı ordusunun I. Dünya Savaşı sırasında Yemen’de kayıtlara geçen kaybının 350.000 civarında olduğu ve yakılmadıysa Yemen arşivlerinde, adları ve baba adlarıyla memleketlerine kadar kayıtlı oldukları bilinir. Bu sebepten Yemen’e geçen yüzyılın başlarında ‘Türk Mezarlığı’ denildiği olmuştur. Şimdilerde Yemen, iki filin tepiştiği kurak bir topraktır. Kalkan tozlar tüm dünyanın gözlerini kör ettiği için olsa gerek, çok azımız haricinde egemenlerin ve muktedirlerin görmediği ya da görmek istemediği bir insanlık dramına ev sahipliği yapıyor. Abd’nin İslam coğrafyasındaki en değerli elemanı Suudi Arabistan ile Rusya’nın en gözde askeri İran İslam Cumhuriyeti, başlangıçta bir şii ayaklanma iken bugün bir felakete dönüşen iç savaşın tarafları olarak bu rezaletin savaş sı

Çağdaş Hariciler ve Politik Tekfir

Resim
Eski ile yeninin uyumu çoğu zaman insanın hoşuna gidecek bir yumuşak geçişe işarettir. İyilik ve merhamette, maslahat ve hayırda bir uyum, elbette gönül cezbeden nostaljik güzellemeleri haklı da kılar. Ne yazık ki; insan evladı dediğimiz canlı, nefsinin ya da egosunun, menfaatinin ya da cebinin yılmaz bir kavgacısı ve yanlışlarının pes etmez bir savunucusudur. Söz konusu olan ‘kendi’ olunca, önüne ya da sonuna kendisine ait olduğunu ekleyebildiği her şeyi muhteşem sahiplenebilir ve anlamsız bir inatla kavgasını verir. Benim fikrim, benim ailem, benim şehrim, benim ırkım, benim ülkem, benim cemaatim, benim tarikatım, benim, benim, benim… Hatta benim dinim! Yani dinden benim anladığım. O aşamaya ulaşıldığında, artık aksini iddia eden ya da bir başka fikri savunanlar doğal olarak aforoz edilmelidir. İslam’da aforoz yok mu dediniz? Haklısınız. Bu dinde aforoz yoktur ama tekfir vardır. Ve biz bu metodu olur olmaz her yerde, kendi keyfimize göre kullanmaktan ze

Ne vadediyoruz?

Resim
Fertler ve toplum olarak kendimize, yakın çevremize ve hatta dünyaya ne vadediyoruz? Bir başka deyişle; kendimizden biz ne bekliyoruz, dost, akraba ve arkadaş çevremiz ne bekliyor? Yaşadığımız toplum bizden ne istiyor? Ne gibi umutlar var bizimle ilgili? Ya da yok mu? Umutsuz vaka mıyız? Düşünce ve hayat tarzı olarak kim bizden ne kadar umutlu ya da umutsuz? Mü’min ve Müslüman oluşumuzun sair insanlar için alameti farikası nedir? Hollanda’dan hatırlıyorum! Sıradan vatandaşlara sorulduğunda bizimle ilgili kalıplaşmış birkaç tarifleri vardı. Müslümanlar/Türkler söz verdiklerinde yerine getirmezler, randevularına vaktinde gelmezler ve sokaklarda kadınları erkeklerden 5 metre arkada yürür. Aksi örnekler elbette çok vardı ama önyargılı bakışlar her zaman en kötüleri tüm topluma şamil kılar. Yukarıdaki soruları kendi toplumumuz için cevaplarken, hepimizin aklına zaten saldırmak ve aşağılamak için bahane arayanların istemedikleri kadar malzeme verdiğimizi fark edebiliri