Kayıtlar

Aşk etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Dünya avucumuzda dönmüyor!

Resim
Benlik davası herhalde insanlık tarihinin en eski sıkıntılarından biridir. Adem(a)’ın oğlu Kabil’le başladığını söylemek abartı olmaz. Bazı şeyler istediğimiz gibi gitmediğinde, keyfimizin kahyası memnun olmadığında, elde etmek istediğimizi kaybettiğimizde ya da emaneten elimizde olan eksildiğinde, hemen devreye giren ve bizi isyankar bir kula veya vicdansız bir canavara dönüştüren benlik kibri veya gururudur. Gücümüzün yettiklerinden zorla, yetmeyeceğini düşündüklerimizden rica ile, bazen savaşla bazen barışla, hatta dalkavukluk veya hırsızlıkla bile ulaşmayı normal gördüğümüz açlıklarımız, eksiklerimiz ve belki de zevklerimiz var. Neticede hep dediğim gibi; insanız, eksiğiz, kusur ve isyan genlerimizde var! Kendimiz için istediklerimizin en azından bir kısmını ya da benzerini, sevdiklerimiz ve değer verdiklerimiz için de isteriz. Bir de acılarına şahitlik ettiklerimiz için, açlıklarına, yokluklarına, bin bir türden acılarına şahitlik ettiklerimiz için istediklerim

Hayatın sırrı muhabbet

Resim
Biz insanlar herhalde kendimiz dışında her şey hakkında çok fazla şey biliyoruz ama konu kendimize gelince, bağnazlık ya da kibirden midir bilinmez; kendimizi pek tanımıyoruz, nasıl ve neyle dünyaya geldiğimizle ve hayatta kaldığımızla pek ilgilenmiyoruz, mutluluk ya da dünya huzuru dediğimiz hisleri de genelde yanlış yerlerde arıyor ya da yanlış yerlerde bulduğumuzu sanıyoruz. Allah(cc) bizi “ahsen-i takvim” üzere yarattı ve bize en güzel hasletleri verdi. Kainattaki bütün yaratılmışlara dağıttığı merhamet hissinden de canavarlıktan da bize hisseler verdi. Varlığımızı muhabbete bağladı hatta O’na imanımızı, Peygamberine imanımızı bile muhabbete bağladı. Bizi hayata, muhabbete muhtaç ve muhabbetle beslenen bir canlı olarak getirdi, muhabbetle büyümeyi ve muhabbetle güçlenmeyi varlığımızın kanunu kıldı. Gerek bedenimiz gerekse ruhumuz sevildiğinde büyüdü ve gelişti, sevilmediğinde çürüdü ve yıkıldı. Çocukluk travmaları dediklerimiz, terapilerde inilmeye çalışılan çocukluk

Muhabbet hürmeti icap ettirir

Resim
Herhalde hiç dolmayan bir kap dense yeridir, insanın kalbine. O kadar çok şey alır ki, hesaba sığmaz, sayıya gelmez. Farkında mısınız, ne kadar çok şeyi seviyoruz biz. Her birimiz kendince, kabul eder ya da reddeder ama mutlaka bir şeyleri severiz. İnsanları severiz; eş, dost, akraba, evlat diye uzar gider liste. Eşyayı severiz; ev, araba, kanepe, koltuk hatta çatal, bıçak bile sevenlerimiz vardır. Bazı muhabbetlerimiz takıntılıdır, arızalıdır biraz. Dokundurtmayız onlara. Lafını etmesek bile, vardır ve önemlidir bizim için. Tohum gibidir biraz muhabbet; ekilir, beslenir, büyütülür, yeşillenir ve belki çiçek açar hatta meyveye durur belki de… Belki de bir ters rüzgar ile kopar, savrulur gider. Köksüz ve dalsız kuru bir ağaç gibi kalakalır insan. Şekli ya da sebebi ne olursa olsun; muhabbetin meyvesi mutlaka hürmet olmalıdır. Emsal olamayacak şeyleri yan yana yazmaktan korkarak yazayım. Allah(cc)’e muhabbeti olanın O’na hürmeti de olmak zorundadır.

Yaralarımızla yaşıyoruz

Resim
İnsanlar hakikatin değil intikamlarının peşine düşüyor. Hakikatin müşterisi o kadar azaldı ki, karaborsaya düştü. Enflasyonun en yükseği hakikat fiyatlarında idi tüm zamanlar boyunca, hakikate sahip olmak isteyenler her devirde en yüksek bedelleri ödemek zorunda kaldılar. Kin ve intikam duygusu yalnızca gözleri değil gönülleri de kör etti. Adalet dediğimiz hakikat meyvesi dalında kurudu kaldı. Kökü toprağın derinlerinde saklı bir yüce hakikat ağacımız var, dallarına erişemediğimiz… Yapraklarını yabanların kopardığı, olgunlaşamadan dökülen meyvelerine su yürümeyen! Adalet meyvesinin tadı damaklarımızdan bile silindi. İşportalarda gördüklerimiz hormonlu hakikatler asla gerçek tadını vermedi, veremeyecekte. Yara alan, açılan derisine benliğini sardı. Bedenlerimiz değil ruhumuz yarıldı, kanadı gibi. Yarasının içine aklını, izanını, imanını doldurdu insanlar. Düşün denilince yarasıyla, konuş denilince yarasıyla, yürü denilince yarasıyla, yaşa denilince yarasıyla yaşar oldular

Notlar

Resim
Ay(na)’dan yansıyan nur, güneşin varlığına iman etmenin vesilesidir. Ay’ı nur kaynağı zanneden ya cahildir ya ahmak;ay’dan yüz çevirenin yüzü kara! *** Kâbe’nin bir köşesinde bir taş durur ve o Hacer’ul Esved’dir. Esved sevdanın da bir adım ötesidir aslında. Hacer’ul Esved’e ibadet edilmez, ibadete onunla başlanır. Ona dokunan Mevla’nın eline dokunmuş gibidir… O şahittir! Kâbe’yi Hacer’ul Esved’den ibaret sanmak körlüktür Ama Hacer’ul Esved’siz Kâbe’de tavaf dağılmaktır, dağınıklıktır. *** Put kırmaktan daha büyüktür büyük putun boynuna baltayı asmak, kırmayı da kırmaktır çünkü bu… Öyle bir kırmak ki, bir daha tarih boyu kelleleri yerlerde sürünmeye mahkûm kalır putların! Ve putperestlere kendi dilleriyle putlarını kırdırmaktır bu. *** Dünyasını İslam üzere kuran bir ümmet anlayışının yerini, dünyasında İslam’a da ‘lütfen’ yer veren bir pratik felaketin aldığı günlerdeyiz. *** Yol genişleyip hız arttığında artık en ufak bir hataya mahal yoktur, ufacık bir taş ya da m

Kudüs kimin olacak?

Resim
Mitingler büyük hadiseler karşısında halkın galeyana gelmesiyle ortaya çıkarlarsa devlet gücünü tetikleme görevi icra edebilirler. Ancak devletin gücü halkın iteklemesiyle artmaz. Devletten gücünden fazlasını beklemek hayalcilik olur. Dün olduğu gibi bugünlerde de müstekbir devlet ve uluslar bizim zayıflık ve korkaklığımızdan faydalanarak kendi hükümlerini icra ediyorlar. Karşılarında durabilecek bir güç ya da devletimiz yok. Bu gerçeği kabullenmek ve ona göre beklentilerimizi dengelemek zorundayız. Türkiye kalibresinde bir devlet, bu gibi olaylarda en yüksek perdeden kınama ve elçi çekmek gibi diplomatik adımların ötesine geçemez. Ki bu satırları yazdığım saatlerde sadece Türkiye ve Güney Afrika devletleri istişare için elçi çekme adımı atmıştı. Dünyadan hele de İslam dünyasından bu cesareti gösteren  başkası da yok zaten... Tarihe şöyle bir not düşüldü: Giritli Ortodokslar 16 Ağustos 1866 gecesi Selino kazasındaki bütün Müslümanları (beşiktekiler dahil) katlettiler. Bu katli

Bir Film Meselesi

İletişim ve teknoloji çağında olmamız sebebiyle, herşeyin bir şekilde bu gelişmelerle içiçe olmak zorunda olduğu gerçeğini gözardı etmeden mukeddasatımızı bu devrin zedeleme ve olası hakaretlerinden koruma refleksimizi harekete geçiren son günlerin tartışmalı filmi; ‘Muhammed, The Messenger of God’ bizi bir kere daha sarstı. İranlı meşhur bir yönetmenin bu son filmi ile 3 bölümle Nebi(sas)’in hayatını anlatacağı açıklandı. İlk bölümü bazı islam ülkelerinde yasaklanan film geçen hafta vizyona girmesiyle gündem oldu ve eleştirilerle savunmalar bir anda havada uçuşmaya başladı. Son söyleceğimi başa alayım; bu filmi izlemeyi düşünmüyorum ve kesinlikle izlenmesini de tavsiye etmiyorum. Bunun sebeplerini izah etmeye çalışacağım elbette ama aslında bir tek sebep bütün sebepleri bastırdığından sadece onu anlatmam belki de kafidir. Biz müslümanlar Muhammed(sas) ümmetiyizdir ve O’na tabi olmamız ve sevmemiz imanımızın gereği olduğu gibi imanımızla birlikte kalplerimize yerleşen bir

Şubat durgunluğu/dağınıklığı

Eğer birgün güzel bir şiir yazacak olursam bu mutlaka bir na't olur. Ben güzel yazabileceğimden değil elbet, O'nun adı geçtiğinden ya da O'ndan bahsettiğimden olacaktır bu. Zaten na't yazmamış adama şair de denmez ki… Öyle ya, kainattaki bütün muhabbetlerin sebebi olan bir zatı sevmeyen başkasını nasıl sever ki? O'nun yokluğuna bir damlacık gözyaşı ile bile yanmamış olan nasıl şiir yazar ki? Ağlamayan şiir de yazamaz değil mi? Sevmeyi bilen O'nu sevendir ancak. Muhabbet, sevgi, aşk, hangisini Muhammed(sav)'siz anlayabilir insan? O yağmur gibidir, heryere ve herkese yağar aslında. Ama çok az insan becerir yağmurun ellerinden tutmayı… Herkesin kalbi yetmez O'nu sevmeye ki! Herkes göremez gökkuşağını,  kimine bulanık bir camın ardından bakmaktır yağmur. Yağmur en çok O’na yakışır lakab olarak, ancak bu kadar rahmet ancak bu kadar azab bir şekilde bir kelime ile ancak böyle yakın ifade edilir. Sevenlerine rahmet ve bereket; düşmanlarına sel ve felaket! Her y

Seni sevmek şereftir bize!

Ey insan Göklerin öğrencisi, yerlerin öğretmeni Sen öğrettin taşa konuşmayı Ağaca selam vermeyi Aya yarılmayı, toprağa dürülmeyi Göklere kurulmayı, durmayı zamana Yılana ve deveye sevmeyi Ölmeyi, öldürmeyi Yaşamayı sen öğrettin insana (M.İslamoğlu.) ... Biz seni, bize alemlere rahmet Rasul olarak veren Allah için çok sevdik… Biz seni, yüzünü hiç görmeden sevdik… Biz seni, içimizdeki bütün eksikliklere, kusurlarımıza rağmen sevdik… Biz senin yetimliğini, biz senin ümmiliğini, biz senin arkadaşın Cebrail melekten okumayı öğrenmeni çok sevdik. Sen bize, Allah'ın sözünü okuyan ve öğreten başöğretmenimizsin…  Allah'a imanın, O'nun kitaplarına inanmak ve kitaplarını sevmekten geçtiğini de söyledin. Kitapları sevmemiz, okumamız bundandır. Sen, bize Allah'a inanmanın O'nun elçilerini sevmek ve aziz tutmaktan geçtiğini de anlattın. Adem'i, Nuh'u, Davud'u, İbrahim'i, Musa'yı, İsa'yı ve diğer peygamberleri de senin yani Muhammed Mustafa (sav)'nın bi

Aşk’a giriş

Bütün güzel kelimelerimi O’na ayırıyorum, bütün hoş seslerimi  ve bütün anlamdırmalarımı O’na has kılıyorum. Bütün övgülerimi ve bütün sevinçlerimi O’na adıyorum. Bildiğim herşey O’ndan ibaret ve tanıdığım varlıklar O’ndan. Ben O’ndanım ve O benden... Hergün yeniden ve daha bir üst perdeden O’nunla olabiliyorum ve hergün kelimelerim ve seslerim O’nunla daha bir güzelleşiyor. Hep bir öncekinden daha güzel ve daha hoş ve hep daha güçlü. Daha güçlü bir fırtına, hayır daha güçlü bir hortum ya da tayfun. Tüm tropik ayarları alt-üst eden ama bir o kadar fıtri, bir o kadar doğal yani. Ve tabii ki bir o kadar da önlenemez! Biliyorum ne kadar anlatsam ertesi gün yeni bir başlangıç olacak ve başka cümlelerle yeniden başlayacağım, arada hiç susmasam sözlerim tükenmeyecek. Hiç uyumadan ve molasız sürdürsem masalımı ve dünyanın bütün yetimlerine ninniler söylesem, başlarını okşasam, tüm gariplerin elinden tutsam, yine de içimde bir burukluk olmadan göz kapatamıycam. Az dedim, yetmez dediklerim, eks

Notlar

Kabe’nin bir köşesinde bir taş durur ve o Hacer’ul Esved’dir Esved sevdanın da bir adım ötesidir aslında Hacer’ul Esved’e ibadet edilmez İbadete onunla başlanır Ona dokunan Mevla’nın eline dokunmuş gibidir O şahittir Mevlanin elidir Kabe’yi Hacer’ul Esved’den ibaret sanmak körlüktür Ama Hacer’ul Esved’siz Kabe’de tavaf dağılmaktır, dağınıklıktır Ve bir ayrıntı; Hacer kadın Kabe’nin içinde yatmaktadır Kabe’nin köşe taşının adı da Hacer’ul Esved’dir. *** Ay(na)’dan yansıyan nur, güneşin varlığına iman etmenin vesilesidir. Ay’ı nur zanneden ahmaktır. Ay’a yüz çevirenin yüzü kara! *** Put kırmaktan daha büyüktür büyük putun boynuna baltayı asmak, kırmayı da kırmaktır çünkü bu… Öyle bir kırmak ki, bi daha tarih boyu kelleleri yerlerde sürünmeye mahkum kalır putların! Ve putperestlere kendi dilleriyle putlarını kırdırmaktır bu… *** Dünyasını islam üzere kuran bir ümmet anlayışının yerini, dünyasında islama da ‘lütfen’ yer veren bir pratik felaketin aldığı günlerdeyiz.. Alimler devirlerinin a

Allah’ın gülleri yakanızı bırakmasın!

İnsanlar ve onların oluşturdukları toplumlar birbirleriyle sürekli etkileşim içinde değişir ve gelişirler. Bu kainatın en değişmez kanunudur aslında. Varolan herşey, yaratılan her varlık gelişir. Bunu en kolay, yaratılmışların en mükemmeli ve en üstünü olan insanda görmek mümkündür. Bu sebeble de haliyle insanların oluşturdukları topluluklar diğer varlıkların topluluklarıyla mukayese edilemez bir gelişme içindedirler. Ne var ki; insanlar arasında da diğer varlıklara özenenlerin varlığı bir vakıadır. Vahşi hayvanlara özenenler toplumları da vahşi kurallarla yönlendirmekle tanınırlar. Münasebetlerinde temel kural ‘güç’, değişmez yasa ‘menfaat’tir! Sahip oldukları akıl onları vahşi yaratıklardan ayırmaya yetmezken, aksine daha tehlikeli hale getirebilmektedir. Geçtiğimiz aylarda izlediğim bir belgeselde en tehlikeli hayvan sıralaması yapılıyordu. Belgeselin yapımcıları evrimci olunca bu sıralamaya dahil ettikleri ‘insan’ birinci sırayı almıştı. Bizim için bir kıymet-i harbiyesi yoksa da s

Ölen Hayvan İmiş

Mevsim bahar, zaman bahar, devir bahar, delikanlı! Aşk, tutku, sevgi, sevda, muhabbet, delikanlı! Dünyanın varlık sebebi, insanın dünyadaki serüveninin kaynağı, hayatın devamının gereği, tarifi çok ama hiç bitmez bir serüven. Her yerde, zamanda ve kişiye göre değişen anlamlarına rağmen üzerinde en çok yazılan, en çok konuşulan konu. Sevgi temelden ikiye ayrılıyor ve bu ayrılık varlığın sonuna kadar hep devam ediyor. Yani bitmez tükenmez bir kutuplaşma sevginin ayrılmaz mübtelası. İlk ayrımı Yaratan ve yaratylan noktasında; O bizi ve bütün yaratılmışları seviyor. Sadece O'na özgü bir sevgi ile seviyor ki; biz O'nun mülkünde O'nun nimetleri ile geçinip gidiyoruz. Herşey gibi sevginin temeli de O'na dayanıyor. Sonra yaratılmışlar ve sahip oldukları duygu olarak karşımıza çıkıyor sevgi. Yaratılmışların sevgisi de tek parca değil, önce ikiye ayrılıyor: Ruhani (ruhtan kaynaklanan) ve şehevi (nefisten kaynaklanan). Ruhani sevgi de ikiye ayrılıyor; ilahi ve insani. İlahi sevgi

Muhabbet hayattır, yokluğu ise ölüm…

Dünya, yaygın kanaate göre deni kelimesinden türetilmiştir. Denilik yani alçaklık dünyanın tabiri caizse çekirdeklerine yer etmiş. İnsan ise unutkanlığı ile meşhur, alemin en değerli varlığı da olsa; kendini kendi elleriyle en değersizler sınıfına da dahil edebilen müstesna yaratık… Dünya, zahmetlerle dolu. En hafif zahmeti, nefes almak bile bazan dağları yerinden sökmeye eşdeğer bir ağırlığa dönüşür. Bunu en iyi herhalde astım gibi rahatsızlıkları olanlar bilir. Ya da Kanuni gibi, cihanın en büyük imparatoru iken bile insana; ‘olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi’ babından şiirler yazabilenler anlar. İnsan, zahmetlere en az maruz kalabilmek için neredeyse bütün gücünü harcayan bir yapıya sahiptir. Elindeki bütün imkanları daha az zahmetle yaşamak için kullanmaktan çekinmez. Meşhur hikayedir: Tembellere mahsus bir evi şehir halkı ateşe verir ki bir umut canlanırlar diye… Bütün tembeller kaçışmaya başlar. İçeride en son iki kişi kalır. İçlerinden biri binbir zahmetle cebinden sig