Kayıtlar

Kudüs etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Filistin hamasetini bıraksak mı?

Resim
Filistin meselesi, herhalde halihazırda kendini Müslümanlardan sayan herkesin bir kenarından tuttuğu ve hakkında bir şeyler bildiği, bir şeyler söylediği ve bir şeyler yaptığı tek meseledir. Bunların üstüne bir de insani duygular ya da politik gerekçelerle işgale karşı olan toplum ya da devletleri de eklediğimizde, baya bir yekunumuz var demektir. Ancak, kalabalık ve çok ses çıkaran bu büyük kitlenin gerçek hayatta karşılığı, ancak su üstünde yüzen bir saman balyası kadardır, maalesef. Filistin’deki işgalin üzerinden geçen şu kadar zaman ve yaşanan onca olaydan sonra geriye kalan, bir hayıflanmadan, derin bir iç geçirmeden ve sonra uzaklara bakıp of çekmekten ibarettir. Ne Arapların milliyetçi duyguları ne de Müslümanların İslami hassasiyetleri, işgalcilere geri adım attırmayı bırakın, yeni hamleler yapmaktan korkutacak kadar bile etkin olamamıştır. Elde ettiğimiz en büyük kazanım; Filistinli çiftçilerin, yakılmayan ürünlerinin pazara çıkarılmasını sağlamakla veya

Sivil toplum tepkisi ve etkisi

Resim
Devletler insanların sadece kendi iç meselelerini çözmek için oluşturdukları yapılar değildirler. Aynı zamanda uluslararası sorunlarda, komşu devletlerle olan münasebetlerde ve dünyanın geri kalanıyla gerek ticari gerekse siyasi işbirlikleri veya düşmanlıklarda; halkların caydırıcı gücünü göstermek, hissiyat ve fikirlerini dillendirmek ve hemen her alanda etkilerini ortaya koymak için kullandıkları en geçerli aygıt devlettir. Devletin soyut varlığını oluşturan temellerden en önemlisi de halktır ve halkın yapısı ve duruşu -normal şartlar altında- devlette temsil bulur. Sivillerin yani konumları ve yetkileri bakımından devletin işleyişine direk etki etme imkan ve ihtimalleri bulunmayan, idari ya da askeri karar alma mekanizmalarında yer almayan, ancak bir şekilde değişen şartlar ve yeni durumlarda, devleti temsil eden insanların ve kurumların, söylem ve eylemlerine etki etmek, yönlendirmek veya hiç değilse meramını haykırıp içini rahatlatmak gibi bir ihtiyaçları olduğu da b

Planlar ve Kudüs davamız

Resim
Hayat semboller ve işaretler üstüne bina edilir. Maddi ya da manevi bütün değerlerimiz birer semboldür aslında; varlığımızın, hayatiyetimizin, özgürlüğümüzün, fikir ve neslimizin devamının, dinimizin ve dünyamızın bekasının sembolleri ile yaşar ve o semboller uğrunda can verir gideriz bu alemden. En azından insanlık ve İslamlık onurunu taşıyanlar için bu böyledir. Gerek bizim için manevi bir sembol oluşu, gerekse dünya siyasetinin kaçınılmaz, kadim ve müstakbel merkezi olması sebebiyle Kudüs, bir davanın sembolüdür. İslam dünyasının özgürlük meşalesi, şeytan ve askerlerine velhasıl bütün batıl güçlere başkaldırısının merkezidir. Kudüs düşmüşse, siyaseten yenilmişiz demektir! Kudüs düşmüşse, sahip olduğumuz her şey tehdit altında demektir. Kudüs düşmüşse, geçmişimizin mirasını çiğnetmiş, geleceğimizin emanetini kaybetmişiz demektir. Kudüs düşmüşse, dünya üzerindeki bekamız gerecekten büyük bir felakete muhatap demektir. Kudüs semboldür… Ve sandığımız ya

Medeniyet bizim oralıdır

Resim
Merhum Akif’in İstiklal Marşı’nda; “Ulusun, korkma, nasıl böyle bir imanı boğar, Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar.” Dediği canavar, dişlerine protez yaptırdı ve gırtlağımıza yapıştı, boğdu bizi. Başımızı gövdemizden ayırmakla yetinmedi, bedenimizi de paramparça etti. Bazı parçalarımızı yedi, yuttu ve sindirdi, artık onlar yok! Bazı parçalarımızı kan-revan içinde attı bir kenara, bazılarımızı elleriyle besledi, büyüttü, kendine “köpek” etti. Canavarın dişlerine yaptırdığı protezler; sayısız türde ve çeşitte, çapta ve menzilde, mermiler ve füzelerdi. Batılı canavarın ağzından dökülen ve iyi şeyler zannettiklerimiz de bu füzeden dişlerin arasından, demokratik hareketler yapan kıvrak dilinden geçip geldi kulaklarımıza. Bize söylenen, yüzyıllardır batının geliştiği, ilerlediği ve bir medeniyet kurduğu idi. Hepimiz böyle büyütüldük ve uyutulduk. Arada uykumuzda yediğimiz tekmeleri rüyadan sayıp, gözlerimizi açmaya bile zahmet etmedik. Ama canavarımız doymak bilmeyen işta

Unuttuğumuz işgal ve dahası

Resim
Bundan çok değil 100 yıl kadar önce bu topraklar büyük bir işgal yaşadı. İşgalin nasıl bir şey olduğunu yaşayan nesil aramızdan çekileli çok oldu. Bizim gibi birinci ağızlardan dinleyenler de yavaş yavaş azalıyor. Dedemin İngiliz esareti sonrası Yemen’den Antep’e yürüyerek dönüş hikayesini dinlemek çocukluğumun en efsane akşamlarını süslerdi. Sonra ninemin küçük bir kız iken Fransız ablukası altındaki Antep’e giriş-çıkış hatıralarını, köylünün erzaklarını düşmandan korumak için mağaralara saklamasını dinledim hep. Ninem şöyle anlatırmış anneme: “Açtık, yokluk vardı, kıtlık vardı. Antep’e alışverişe giderken Fransız kontrol noktasında aranıp geçerdik. Bir seferinde nöbetçi komutan bize jest yapıp, ekmek arasında haşlanmış et dağıtmıştı. Ne yapacağımızı bilmeden elimizde beyaz un ekmeği ve arasında mis kokulu sıcak et haşlama ile ilerledik. Onların bizi görmediği bir noktaya gelince annem; ‘etleri yol kenarına dökün ama ekmekleri yiyebilirsiniz’ demiş. Zira etlerin helal

Mukaddesat Boykot Edilemez

Resim
İslam’ın gerek ibadet gerekse bu ibadetlerin gerçekleştiği özel mekanları mukaddestir. Özellikle Harameyn olarak bilinen Mekke ve Medine, yeryüzünde biz Müslümanlar için en özel toprak parçasıdır. Allah(cc)’in haremi Mekke ve Rasulü(sas)’in haremi Medine’den sonra ise Kudüs gelir ki, haklarında ziyaret edilmeleri için emir bulunan yeryüzünde başka mescid yoktur. Bu şehirler ve çevrelerinde mübarek, mukaddes ve haram kılınan topraklar; herhangi bir ulusun, ırkın ya da devletin mülkü, toprağı veya vatanı sayılmazlar. Bunlar tüm Müslümanların ortak değerleridir. Mekke; Ummu’l Kura olarak, Adem’(as)’dan bu yana iman eden ve kendisine Hac farz olan her müminin ziyaretgahıdır. Medine; hicretten sonra iman evi olarak müminleri bağrına basan, ensar toprağı olmakla ve Rasulullah(sas) tarafından harem ilan edilmekle, o günden bu yana her Müslüman için, iman yurdu ve Rasulullah(sas)’in hatırası, emaneti ve göz nurudur. Kudüs; göklerin kapısı, peygamberler yurdu ve mübarek, mukaddes v

Mukaddes devletler dünyası

Resim
İnsanlık tarihi boyunca tartışmaları, kavgaları ve savaşları tetikleyen en önemli sebep olarak kimin idare eden, kimlerin edilen olduğunu tayin etme meselesi olduğunu söyleyebiliriz. Dindar ya da seküler hemen herkesin, devletin gerekliliği ve önemi hakkında hemfikir olduğu da ayrı bir gerçek olarak tarihe yazılmıştır. Kendi yaşam tarzını güvende tutmak ve dahası yaymak, hakim kılmak gibi hedeflere ulaşmak için de devlet gücü hep gerekli görülmüştür. Geçmişin değişik dönemlerinde adalet ve merhametle idare edilen devletlerde, farklı hayat tarzlarının emniyet içinde yaşayabildikleri de olmuştur. Bunların İslami modelleri, yakın devirlere kadar uygulanmış ve hepimizin az-çok bildiği; çok uluslu, çok dinli ve çok kültürlü toplumlar kurulmuş, insanlar dilleri, dinleri ve nesilleri konusunda bir endişe taşımadan hayat sürmüş hatta milletler varlıklarını muhafaza edip bugünlere kadar gelebilmişlerdir. Yüzyıllar boyu Osmanlı hakimiyeti altında kaldıkları halde, her yönüyle kül

Hadim, Hakim ve Zalim

Resim
Yeryüzünde Allah(cc)’in şeairi vardır. Bunlar nişaneler, işaretler, özel ve mukaddes mekan yahut noktalar olarak bilinirler. Bunlar genellikle ibadetlerle, özelde hac ibadeti ile alakalıdır. Farzlar, vacipler ve benzeri İslami geleneklere de şiar denilir. Ey iman edenler! Allah'ın işaretlerine, haram aya, kurbanlık hayvanlara, gerdanlıklara, Rabbinin lütfundan bir şeyler kazanmak ve rızasına kavuşmak için Haram Ev'i ziyarete gelenlere saygısızlık etmeyin. … (Maide 2) Safa ile Merve, Allah'ın işaretlerindendir. … (Bakara 158) Kurbanlık develeri de sizin için Allah'ın işaretlerinden kıldık. Onlarda sizin için hayır vardır. … (Hac 36) Aynı şekilde Allah(cc)’in yeryüzünde harem kıldığı Mekke, Rasulü(sas)’in harem kıldığı Medine ve yine hakkında mukaddes bir mekan olduğu ve özel muamele edilmesi gerektiği ayet(İsra 1) ve hadislerle bildirilen Kudüs’te İslam’ın yeryüzündeki nişanelerindendirler. Bu beldeler, herhangi bir ırkın, neslin yahut devletin

Kudüs kimin olacak?

Resim
Mitingler büyük hadiseler karşısında halkın galeyana gelmesiyle ortaya çıkarlarsa devlet gücünü tetikleme görevi icra edebilirler. Ancak devletin gücü halkın iteklemesiyle artmaz. Devletten gücünden fazlasını beklemek hayalcilik olur. Dün olduğu gibi bugünlerde de müstekbir devlet ve uluslar bizim zayıflık ve korkaklığımızdan faydalanarak kendi hükümlerini icra ediyorlar. Karşılarında durabilecek bir güç ya da devletimiz yok. Bu gerçeği kabullenmek ve ona göre beklentilerimizi dengelemek zorundayız. Türkiye kalibresinde bir devlet, bu gibi olaylarda en yüksek perdeden kınama ve elçi çekmek gibi diplomatik adımların ötesine geçemez. Ki bu satırları yazdığım saatlerde sadece Türkiye ve Güney Afrika devletleri istişare için elçi çekme adımı atmıştı. Dünyadan hele de İslam dünyasından bu cesareti gösteren  başkası da yok zaten... Tarihe şöyle bir not düşüldü: Giritli Ortodokslar 16 Ağustos 1866 gecesi Selino kazasındaki bütün Müslümanları (beşiktekiler dahil) katlettiler. Bu katli

Filistin ve Bazı Acı Gerçekler

Hemen her dönemde, hem bizim hem de tüm İslam dünyasının kamuoyunu galeyana getiren en önemli olayların başında şüphesiz Filistin’de yaşananlar geliyor. İşgal altındaki bir çok İslam toprağı gibi orada da müslümanlar en temel haklarından mahrumiyetler yaşıyor, sık sık katlediliyor ve hapis cezalarıyla, sürgünlerle karşılaşıyorlar. İşgalin cana ve mala verdiği zararların yanısıra, işgalcinin siyonist israil olması ibadet ve ibadethanlerin de fazlasıyla zarar görmesine sebep oluyor. Nihai hedefleri Mescidi Aksa’yı yıkarak yerine bir Siyon mabedi inşa etmek olan işgalciler her adımlarını planladıkları bir program dahilinde hem işgali derinleştiriyor hem de Mescidi Aksa’yı ablukada tutuyorlar. Dünyadan aldıkları desteğin yanısıra İslam dünyasının ‘suyun üstündeki saman çöpü’ kadar ağırlığının olduğu gerçeği de ellerini güçlendiren bir başka acı gerçek olarak heyula gibi ufkumuzda duruyor. Bazı gerçekleri yeniden hatırlayalım: Filistin’de bir yahudi idevleti kurulması projesinin önünd

100 yıllık işgal

Kudüs ya da genel adı ile Filistin, tarih boyunca hemen her yer gibi çok el değiştirdi. İbrahim(a)’ın kurduğu şehir, Davud(a)’ın devletine başkentlik yaparak başlayan tarihi ve Süleyman(a) devrinde yeryüzünün incisi olmasıyla şöhret buldu. Öyle ya; yalnızca insanlara değil tüm mahlukata hükmeden bir ‘Kral Nebi’nin başkenti olmak her şehre nasip olmaz... Son Nebi(sas)’in ümmeti olan bizler içinse Kudüs tarihinin en değerli hadisesi İsra ve Mirac durağı ve elbette ilk kıblemiz olması hasebiyle olduğu kadar, Adem(a)’dan Muhammed(sas)’e kadar devam eden ve ayrım yapmaksızın tamamına iman ettiğimiz peygamberlerin durağı, yurdu ve uğrağı olmasıyladır. Bu mukaddes şehir, Mü’minlerin Emiri Ömer bin Hattab(ra) devrinde fetihten sonra Kudüs olarak isimlendirildi. Bundan sonra kısa dönemler dışında müslümanların emniyet ve adaletiyle idare olunan Kudüs, payidar olarak devam ettiği varlığını 1516’da Osmanlı’nın cihangir sultanı Yavuz Selim Han(r)’ın kuşatması sırasında zarar görmemesi içi

Gemiler Yakmak İçindir!

Azatlı bir köle iken kumandanlığına getirildiği ordusunun gemilerini yaktığı günden beri Tarık bin Ziyad, yeryüzünde ‘gemileri yakmak’ diye bir deyim var ve yakılan gemiler kararlılığın, dirayetin ve kahramanlığın sembolü oldular. Yakılan gemiler yalnız geri dönüşün imkanını yok etmedi, korkuların ve zaafların çürük tahtalarını da kül etti. Ateş, doğru yerde ve doğru hararetle kullanıldığında altını değersiz madenlerden ayırmak için tek yoldur. Mesele gemiler ve ateş değildir aslında, kasdedilen bir fetihtir ve yanan gemiler onun kazanını kaynatır. Bunun için gerekli olan büyük bir kumandan ve sağlam bir ordudan da ziyade, uğrunda herşeyin yakılabileceği yani herşeyin göze alınabileceği bir davadır, bir davettir. Her gemi bir şekilde yakılabilir de artık demirden yapılan bazı gemiler yakılamıyor, başı dara düşenler hemen başını sokacak bir gemi bulabiliyor.  Yakılmadan ardımızda bıraktığımız gemiler, ayaklarımıza bağlı demir kütleleriyle bizi aşağılara çekmeye devam ediyor

Kudüs Fedaisi Sultan

Süleyman Şah oğlu Kılıçarslan, doğum tarihi bilinmemekle birlikte öyle bir ömür sürdüki ölümüyle bir fetret devri başladı, yokluğunun felaketi ile varlığının nimeti anlaşilır oldu. 1093 yılında İznik'te tahta çiktiginda herkes onun için en değerli şeyin saltanat ve taht olduğunu sanıyordu. Babasının ölümünden 7 yıl sonra tahta kavuşmuş olması ve gençliği onun ilk önceliginin tahtı olacağı zannına sebep oluyordu. Tahta çıktığı ilk yıllarda devletinin birliğini kurmaya ve Bizans ile ilişkilerini iyi tutmaya çalistiysa da tarihin en iğrenç sayfalarının yazılmasına sebep olan Haçlı Seferleri'nin başlaması ve ilk haçlı çapulcularinin Anadolu'ya yani Anadolu Selçuklu Devleti topraklarına girmesiyle herşey bir daha geri dönmemek üzere değişti. Tarih, bir kez daha kan ile akan bir nehir olmuş ve ancak bu nehirde yüzmeyi başaranların var olabildiği korkunç dönemler başlamıştı. Bizans'ın başindan defetmek için Anadolu'ya geçirdiği haçlı çapulcular köyleri yağmalamaya

1. Kılıçarslan, Kudüs Fedaisi Sultan

Süleyman Şah oğlu Kılıçarslan, doğum tarihi bilinmemekle birlikte öyle bir ömür sürdüki ölümüyle bir fetret devri başladı, yokluğunun felaketi ile varlığının nimeti anlaşilır oldu. 1093 yılında İznik'te tahta çiktiginda herkes onun için en değerli şeyin saltanat ve taht olduğunu sanıyordu. Babasının ölümünden 7 yıl sonra tahta kavuşmuş olması ve gençliği onun ilk önceliginin tahtı olacağı zannına sebep oluyordu. Tahta çiktigi ilk yıllarda devletinin birliğini kurmaya ve Bizans ile ilişkilerini iyi tutmaya çalistiysa da tarihin en iğrenç sayfalarının yazılmasına sebep olan Haçlı Seferleri'nin başlaması ve ilk haçlı çapulcularinin Anadolu'ya yani Anadolu Selçuklu Devleti topraklarına girmesiyle herşey bir daha geri dönmemek üzere değişti. Tarih, bir kez daha kan ile akan bir nehir olmuş ve ancak bu nehirde yüzmeyi başaranların var olabildiği korkunç dönemler başlamıştı. Bizans'ın başindan defetmek için Anadolu'ya geçirdiği haçlı çapulcular köyleri yağmalamaya

Merhaba Hüzünler Prensesi

Resim
Filistin’e gitmek demek İsrail işgal bölgesine girmek demek. Bu dramatik gerçeği bilerek yola çıkmıştık ve nihayetinde meşhur İsrail gümrüğünün olağandışı kontrollerine takıldığımda eski bir arkadaşım olan rehberimizin ‘seni sorgusuz bıraksaydılar, şüphelenirdim’ esprisi eşliğinde çoğunlukla acı acı gülerek uzun uzun bekledik ve kısa sorgu sual faslından sonra nihayetinde ‘işgal edilmiş’ topraklarımıza girmeyi başardık. Gecenin bir yarısı geçtiğimiz caddeleri ve sokaklarıyla Tel Aviv herhangi bir Hollanda şehrinden farksızdı... Sonra Kudsü Şerif’e girdik, sabaha çok az zaman kaldığı için El-Fındık’ul Vatani’ye yerleştikten sonra kısa bir uykunun ardından Mescid-i Aksa’ya yani uzak mescide doğru yürüdük, zira artık o uzak mescid yürüme mesafesi yakınlığındaydı.. Kudsü Şerif’in kadim kısmı Sultan Süleyman-ı Kanuni tarafından inşa ettirilen surlarla çevrili ve o surların içi tarihi bir hatıradan oluşuyor. Köşedeki İsrail bayraklı polis karakolunun iğrenç katkısı manzarayı bozmaya yetmiyor