Kayıtlar

Düzen etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Takdiri ilahiden kurtuluş yoktur

Resim
Gelmiş ve geçmiş bütün aklı selim sahibi insanların şahitliği ve bilgelerin bildirmesi ile sabit olan, Adem(a)’dan Muhammed(sas)’e kadar indirilen vahiyle bize anlatılan, hayat ve dünyaya dair değişmez ve değiştirilemez en meşhur kanunu ilahi; her doğanın öleceği, her yeninin eskiyeceği ve topraktan gelen her nesnenin tekrar toprağa döneceğidir. Bu kaçınılmaz gerçekle yüzleşme noktasında; mümin ile kafirin, zalimi ile mazlumun, zengin ile fakirin bir farkı, bir ayrıcalığı, bir iltiması yoktur. Ölüm meleği illaki kapıları çalacak ve bazen tek tek, bazen de topluca, canları alıp Rabb’ine iade edecektir. Yeryüzünde izin isteyerek kapısını çaldığı tek insan Muhammed(sas)’dır, bir daha başkasından izin istemeyecek, haber vermeyecektir. Yine dünyanın sabit kanunlarından biri olarak; her ölüme bir sebep bulunacak, olmayana uydurulacak ve bir şekilde insanlık avunup gidecek, ta kendi kapısına gelinceye kadar bu gerçekle yüzleşmeyi hep erteleyecek, yüzleştiğinde de zaten her ş

Bizden ne istiyorlar?

Resim
Dünya’nın mutlak huzur ve rahat yeri olmadığını biliyoruz. En azından biz Müslümanlar, saldırı ve zulümlere muhatap olmamızın kaçınılmaz olduğunu da biliyoruz. Zira adalet ve merhamet isteyen İslam’ın yeryüzünde çanına ot tıkadığı ve tıkayacağı her zalim bizi doğal düşman olarak biliyor. En çaresiz ve en zayıf zamanlarımızda bile düşmanlıktan vazgeçmeyecek kadar korkuyorlar bizden. Biz dediğim, kişi ya da toplumlar değil; aleme adaletle nizam verecek olan İslam ve İslam’ın sunduğu hayat görüşü, dünyaya ve bütün mahlukata bakış, hatta yere ve göğe intizam verecek, kuş ve ağaçlara huzur getirecek bir yaşam tarzı… Her ne kadar bizim bizden sandığımız bazılarımız bile bundan emin olamasa da bu böyle, çoğumuzun haberi olmasa da bu böyle. Hırsızın polisten korkusu gibi, katilin intikam alacak adaletten kaçması gibi, karanlığın doğacak güneşten ürkmesi gibi, kuru otların rüzgarda uçuşmaktan veya ateşte yanmaktan titremesi gibi; çaresiz ve tedavisiz bir korku hastalığına yaka

Demokrasi masalları

Resim
Dünyamız, -bize çok uzun zaman gibi gelen- bin yıllardır insanoğlunun yaşadığı ve kendi cinslerine de diğer mahlukata da her nevi zararı verip, tahribatı marifet bildiği dönemler geçirdi. Devirler döndü, devran değişti ama değişmeyen bir tek insan kaldı. İnsan, kendini ilah bilip hükmünü diğer insanlara ve canlılara dayattığı zaman, ondan daha tehlikelisi olmadı. Yaktı, yıktı… Otorite ve gücünün sarsılma ihtimaliyle çılgına dönen tiranlar ve azgın halklar, genelde zorla ama bazen de manipülasyonlarla insanlara hükmetmeye devam ettiler. Allah(cc)’in insanlar için hüküm ferma kıldığı yaşam tarzı ve hayat düzeni, bu tipler tarafından kesin ve mutlak olarak reddedildi. Zira onda, ilahlaşan insanlar ve insanlar başta olmak üzere, tüm canlılara zulmeden bir anlayışa izin ve yer yoktu. Bu minvalde emperyalist düzenler ve milletler oluştu. Günümüze kadar devam eden bu sistemlerin kurbanları hep, güçsüz ve ezilen milletlerin halkları oldu. Toprakları ve zenginlikleri eller

İyiliğin Anahtarı: Merhamet

Resim
Hayatın temel onuru, iyiliktir. Her türden, her ırktan, her görüşten ve dinden insanın ortak iddiası iyiliktir çünkü. İyilik büyük bir iddiadır ve her iddia gibi ispata muhtaçtır. Sorabilseydik kendisine, Firavun da iyi olduğunu iddia edecekti yahut Nemrud. Ebu Cehil de kendince iyi idi ve yaptığı her şeyin mantıklı bir açıklaması vardı. Firavun insanlara tanrılık ediyordu, yedirip içiriyor dahası onun istediği yaşıyor, istemediği ölüyordu. Nemrud da hakeza öyleydi. Ebu Cehil derseniz, hacılara su veriyordu adam, Kabe’ye en pahalı kilimleri o örterdi hatta. Ama zalimdiler, sayısı belirsiz insan, onların zulmünden paylarını aldılar. Acılar çektirdiler insanlara ve hakim oldukları topraklarda zarar vermedikleri canlı türü, neredeyse kalmadı; hayvanlara da acımadılar, bitkilere de… Güç ve imkan onlardaydı ama eksik olan, onların iyi olmasına ve tarih boyunca iyilerden olarak anılmalarına engel olan bir şey vardı. Her şeyin kendisi ile başladığı bir şey, iyiliğin kend

Bizim ve onların normali

Resim
Dünya hayatı, sebepler üzerine inşa edilmiştir. Yağmurlara bulutlar sebep olur ama biz rahmet için Allah(cc)’a hamd ederiz. Toprakta yetişen muhteşem lezzetlerle beslenir ama yine Allah(cc)’a hamd ederiz. Hayvanların topraktan beslenerek semirdiği etlerinden, kanlarından süzülen sütlerinden ve onlardan üretilen nice çeşit nimetten faydalanır ama koyunlara ya da ineklere değil sadece Allah(cc)’a hamd ederiz. İnsanlığın Allah(cc)’ın kulları olduğuna inanır ve tamamının bu anlamda eşit olduğuna ve üstünlük olarak, dünyalık nimetlerin değil ahiretlik mertebelerin geçerli olduğunu düşünürüz. Kimsenin neslinin aslına, sahip olduğu imkan ya da zenginliklere bakmayız, rengine ya da yüzünün şekline göre davranmayız. Normal insanlar olmak ve öyle kalmak için gayret ederiz. Dünya düzeninin de normal olmasını; adalet ve zulmün karışmamasını, güçlünün haklı olan zayıf karşısında boynunun bükük, zayıfın haklı olduğunda dünyanın en dik duruşlu insanı olabilmesini isteriz. Her insa

Doğu ile batı eşitliği

Resim
Güneş doğudan doğar ve öncesinde ufukta bir kızıllık belirir, batıdan batar ve sonrasında ufukta bir kızıllık görülür. Üzerinde tefekkür etmek isteyenler için, Allah’ın kainata koyduğu düzenin her biri ayrı ayrı ayetlerdir. Tıpkı Kur’an ayetleri gibi, herkesin gönlüne ve aklına hitap eden ayetler. Bir kere bu düzenin insanoğlu var olduğundan beri, aksamadan ve değişmeden devam ediyor olması, akıl sahipleri için büyük bir ayettir ve ancak iman ve acziyetini fark etmeye vesile olur. Baksanıza dünya, kendi etrafında dönüyor, diğer gezegenlerle birlikte güneş etrafında dönüyor, güneşle birlikte galaksi içinde dönüyor, galaksimizle birlikte samanyolu içinde yol alıyor ve biz her akşam aynı yıldızları, aynı noktada bize göz kırparken buluyoruz, yerleri insanoğlu gökyüzünü takip etmeye başladığından beri milim değişmiyor. Ve hiç bir güç, Allah’ın koyduğu düzene müdahale edemiyor, değiştiremiyor, durduramıyor! Güneş, hayatımızı yönlendirdiğimiz zamanın ayetidir ve zaman d

Bak!

Resim
Yazıdır yazılır, sen okuyanın ne anladığına bak. Güneştir doğar, sen batarken ufuktaki kızıllığa bak. Mevsimdir gelir, sen ne getirdiğine bak. Eylüldür sevilir, sen ne götürdüğüne bak. Teröristtir saldırır, sen kimin hesabına yazıldığına bak. Binadır yıkılır, sen enkazında kimin kaldığına bak. Emperyalisttir işgal eder, sen kimin direndiğine bak. Kahramandır direnir, sen kimin ihanet ettiğine bak. Bu formatla bütün bir hayatın hikayesini alt alta dizebilirim. Sözün gücünün kıyamete kadar devam edeceğinden eminim. Ancak insanların sözü dinleyeceğinin bir garantisi yok, hiçte olmadı zaten. Gördüğüne inanmak, duyduğuna inanmaktan baskındır hep. Kulak yalan duyar da göz yalan görmez sandığımızdandır bunca aldanışımız oysa. Baksanıza gözlerimizin önünde oynanan onca oyundan payımıza seyircilikten başka bir rol düşmüyor. Buna sevinsek mi üzülsek mi orası da ayrı bir konu. Oyun dışı kalmak olsaydı mesele sadece, sevinirdik ama biz tarih dışı kalıyoruz gibi. K

Mü’min, emin ve emanet insandır

Resim
İnsan, yalnız başına da hayatta kalabilir ancak bir hayat sürdüğünü söylemek için başka insanlara muhtaçtır. Toplumlar kurmak ve birbirine destek, köstek ve sair muameleler vesilesi ile diğer insanlarla münasebet kurmak ve bunu hayatının sonuna kadar devam ettirmek; bir hayat sürmektir, sadece hayatta kalmak değil. İslam’ın inşa etmemizi istediği ve geçmişimizde örneklerini yaşadığımız toplumun da temel esası, kendi aramızda iyilikler ve kötülükler konusunda yardımlaşmaktır. İyiliklerin yayılması ve çoğalması, kötülüklerin engellenmesi ve yok edilmesi, belki de İslam sosyal hayatının en kısa özetidir. Mü'min erkeklerle mü'min kadınlar da birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder, kötülükten alıkoyar, namazı kılar, zekatı verir, Allah'a ve Rasulü’ne itaat ederler. İşte bunlara Allah rahmet edecektir. Muhakkak Allah yücedir, hakimdir. (Tevbe, 71) Müslüman erkek ve karınların, tıpkı imtihana muhatap yani mükellef olma hususunda aralarında herhangi bir fa

Unuttuğumuz işgal ve dahası

Resim
Bundan çok değil 100 yıl kadar önce bu topraklar büyük bir işgal yaşadı. İşgalin nasıl bir şey olduğunu yaşayan nesil aramızdan çekileli çok oldu. Bizim gibi birinci ağızlardan dinleyenler de yavaş yavaş azalıyor. Dedemin İngiliz esareti sonrası Yemen’den Antep’e yürüyerek dönüş hikayesini dinlemek çocukluğumun en efsane akşamlarını süslerdi. Sonra ninemin küçük bir kız iken Fransız ablukası altındaki Antep’e giriş-çıkış hatıralarını, köylünün erzaklarını düşmandan korumak için mağaralara saklamasını dinledim hep. Ninem şöyle anlatırmış anneme: “Açtık, yokluk vardı, kıtlık vardı. Antep’e alışverişe giderken Fransız kontrol noktasında aranıp geçerdik. Bir seferinde nöbetçi komutan bize jest yapıp, ekmek arasında haşlanmış et dağıtmıştı. Ne yapacağımızı bilmeden elimizde beyaz un ekmeği ve arasında mis kokulu sıcak et haşlama ile ilerledik. Onların bizi görmediği bir noktaya gelince annem; ‘etleri yol kenarına dökün ama ekmekleri yiyebilirsiniz’ demiş. Zira etlerin helal

Zamanın Endülüs'ü

Resim
Çok farklı bir devre denk geldik biz. Fotoğraflar ve videolarla dünya ayağımıza getirildi. Çok çocuğun, çok kadının, çok ihtiyarın cesedini gördük. Emzikli idi bazı çocuklar, bazılarının altında bez vardı daha, kimisinin saçları dökülüyordu bir kucaktan yere, kimisinin eli kolu tutmuyordu... Çok kadın gördük; paramparça idi yüzleri, yıkık ve döküktü omuzları. Kucaklarında hasretle sarıldıkları yavrucakları değil taş ve molozlar oldu. Çok kadının çığlığını duyduk aslında; namusları çiğnenen çok kadının feryadını duyduk, çocuklarının cansız bedenine sarılan çok kadının hıçkırıklarıyla depremler oldu... Ah belini yaşlılık değil kahır büktü ihtiyarların; ak sakalları kanla kızıla boyandı kaç kere, bastonlarına değil acılarına yaslandı bazısı, bazısı sırt üstü düştü toprağa ve göğe, yıldızlara takılı kaldı bakışları... Küçücük oğlanların cansız bedenleri toza toprağa karıştı; yiğit adamlar olacaklardı, küçük cesetler oldular. Adamlık onlarla birl

Günahı boynumuzda değil

Dünyanın düzeninde parmağı olanlar bir yana, bizzat düzenin dümeninde oturanların sürekli ellerinde tutmak istedikleri bir mağduriyet algısı var. Her türlü melanet ve zulmü onlar işlediği halde, gündemi döndürüp dolaştırıp onların ekmeğine kan doğrar hale getiriyorlar. Ya da bir şekilde, boğazlarını ıslatmak için, kimin olduğuna bakmaksızın kan içmekten çekinmiyorlar. Bazen yaptıklarına gölge etmek, bazen de yapacaklarına malzeme üretmek için; kim olduğuna bakmaksızın ve gerektiğinde kendi halklarının da olmak üzere, büyük bir rahatlıkla kan döküyorlar. Bu adeti başlatanlar, dünyanın halihazırdaki düzeninde en etkin konumda bulunan Siyonistlerdir ki; ellerindeki en etkin malzeme, bir zamanlar Hitler’in onlara soykırım uyguladığı iddiasıdır. Bu soykırım iddiası onlara, gerek Filistin’de gerekse dünyanın geri kalanında, her konuda haklı olma özelliği kazandırmıştır. Ne yapsalar mazurdurlar, ne işleseler masumdurlar. İşgal ve katliam gibi suçlar onların sıradan işleri haline gel

Marifet değil boşboğazlık

Resim
Dünya kurulalı beri, çok insan geldi ve geçti. Savaşanlar, barışanlar, dolandıranlar ve sahip çıkanlar oldu. Susanlar vardı her zaman ve her zaman çok konuşanlar oldu. Mütevazilik her devirde makbul idi ama mütecavizler de vardı. İlk insandan bu yana, yeryüzünde hep Allah(cc)’in dini vardı ve kabullenenler de oldu reddedenler de. Kabulün çok çeşidi var, inkarın da oldu. Her iman eden bir meleğe dönüşmedi elbette ama şeytanlaşan çok insan oldu. İman edipte teslim olanlar oldu, bir de iman etmeden Müslüman olanlar! İnkar ettiği için azgınlık edenler oldu ama inkar etse de efendi kalanlar da vardı. Din, hayattı ve hep hayat olarak devam etti, dinin gündemden düştüğü bir devir hiç olmadı ve olmayacak. Sünnetullah hükmünü icra ederken, kimsenin bunu durdurmaya değiştirmeye yetmeyeceği gibi. Öyle ya, Allah(cc) ayların sayısını 12 kıldı ve mümin, kafir kimse bunu değiştirmedi. Haftanın günlerinin sayısını da değiştiremez kimse. Dünyanın kaderini ve kaderinin zamanını, yalnız ve s

Bu da geçer ya hu!

Resim
Geçtiğimiz yüzyıla biraz sıkıntılı başlamıştık ya, aslında öncesinden biriken, yüzyıllar boyu devam eden, geri geri giden ayaklarımızın yeryüzünde bıraktığı izler vardı. İber yarımadasından Balkan yarımadasına, yarım kalan bir medeniyet yürüyüşü ya da eşyanın tabiatı gereği, dünyanın zirvesine kadar ulaşınca çaresiz bir düşüş, geriye gidiş, içine kapanış vardı. Yer çekiyordu bizi, toprak çekiyordu! Büyük yenilgiler aldık, sayılarını doğru düzgün hesap edemediğimiz kayıplar verdik. Adeta yüzyıla omuzlayacak gençliği toprağa gömdük te geçtik buraya. Okulların mezun veremediği yıllar geçirdik. Sonra devletimizi yıktılar; bütün birikimi ile, bütün ihtişamı, bütün yükü, bütün ağırlığı ile yıktılar, üstümüze yıkıldı koca bir imparatorluk! Kırık-dökük bir ülke, ezik bir halk olarak kaldık geriye… Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer var olamadı, yenilgi yenilgi büyüyen bir eziklik kaldı. Dile kolaydı; hemen her birimizin dedelerinin arasında imparatorluğun bir c

Kaşıkçı Efekti

Resim
Bizler yani gündemi sıkı sıkıya takip eden, hemen her konuda bir fikri olan, çağımız bilgili ve bilgiye aç insanları, artık bir şeyi çok iyi öğrendik; hiçbir olay göründüğü gibi değildir, hele de uluslararası ilişkiler ve siyasi faaliyetler söz konusu ise hiç değildir. Arkalarda bir yerlerde gözle görülmeyen, kulakla duyulmayan bir başka hesap görülüyor ya da götürülüyordur veya hasırların altından su değil muhtelif akarsular geçiyordur. Bir adım ötesinde, olayda adı geçen küresel emperyalist devletlerden biri olunca, daha bir kulak kabartıp; acaba arkasında neler var, kimlere yine demokrasi götürecek ya da hangi milletin kanını, canını, yer altını ve yer üstünü sömürecekler diye beklemeye başlıyoruz. Haksız da değiliz! Bütün bu beklentiler su-i zan değil yani, tecrübe ile sabit acı gerçekler… Önce işgal ediyorlar, can yakıp, malları gasp ediyorlar, şerefleri yerlere atıp, insanları hayattan, bebeleri annelerinden, anneleri ciğerparelerinden koparıyorlar. Sonr

Batı ile yüzleşmek

Dünya kurulalı beri Allah’ın takdir ve izniyle güneş doğudan doğar ve batıdan batar. Bu bize sıradan gelen binlerce kâinat kanunu gibi tekrarlanıp duran ve çoğu zaman farkında bile olmadığımız, üzerinde düşünmediğimiz bir olaydır. Kıyameti tarif eden en malum ve meşhur rivayetlere göre güneş batıdan doğduğunda artık geri dönüşü olmayan yıkım ve yok oluş başlamış olacaktır. Doğu hayatın devamını batı ise bitişini temsil eder. Çağımızın yarı romantik, biraz uysal ve oldukça itaatkâr insan tiplemesi olarak bizler, güneşin doğuşundan çok batışındaki kırmızılığı bilir, onu izler, ona şiirler yazarız. Şüphesiz olaylar ve zamanlar dünyanın varlığının hikmetlerine hizmet eden ilahi ayetlerdir… Dünyevi birtakım olayların gelişimiyle ilgili kullandığımız batı kadar aklımıza yerleşmiş bir başka batı algısı daha vardır ve bu batı dendiğinde ilk aklımıza gelendir. Öyle ya başlıktaki batı kelimesi sanırım hiç birinize güneşin batışını ya da yönlerden batıyı hatırlatmadı, aksine yeryüzünde geli