Kayıtlar

İslam etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Adem(a)’in çocuklarıyız!

Resim
  İslam nimeti için, her bir hakikati adedince Allah(cc)’uya hamd ederiz. İslam bize; nesline, akrabalarına ve ırkına adil muamele ve doğru muhabbetin yanında, diğer Müslümanlara ve sair insanlara hürmet ve muhabbetin dengesini muhteşem bir şekilde kurmayı öğretti. İslam, bizden aslımızı neslimizi inkar etmeyi değil, aksine onlara sahip çıkmayı, akrabayı gözetmeyi, ırkından olan insanların iyiliklerini istemeyi, onların hayırlarından memnun olmayı öğretti. İslam, bizden kendimizden olanlardan uzak durmamayı, aksine herkesten çok bizim akrabalık bağlarını gözetmemizi, ihtiyacı olanlara el uzatmamızı, hayırlı işlerinde onlara yardımcı olmamızı istedi. İslam, bizden kendi ırk ya da dilimiz gibi, Allah(cc)’unun ayetlerinden birer ayet olan nimetlerini ve imtihanlarını reddetmemizi değil, her lütuf gibi baş tacı ederek taşımamızı istedi. İslam, ırkçılık yapmayı da yasakladı bize, ırkımızdan kaçmayı da, ırkımızdan utanmayı da! Başkalarının ırkını hor görmeyi, aşağılamayı, herhangi

Münafıklık özgürlüğü!

Resim
  Hayatın her alanında, hemen hepimizin sıkıntısını çektiği, bütün iyi ve güzel şeylerin tadını kaçıran samimiyetsizliğin, artık kişisel bir ahlaksızlık olmayı aşıp, kurumsallaştığı zamanlardayız. Devletler arası ilişkilerden tutun, devlet ve vatandaş meselelerine, hatta aileler içindeki en müstesna münasebetlere varıncaya kadar, her yanımızı sarıp sarmalayan bir çirkef gibi, her yere bulaşan bir samimiyetsizlik almış başını gidiyor. Bütün bunların sonunda, mesele din ve ilahiyata geldiğinde, samimiyetsizliğin en korkunç neticelerinin alınacağı alan açılmış oluyor. Ahlakında samimi olmayanların en azından ahlaksızlıklarında samimi olmalarını bekleyecek kadar düşük bir düzlemde sürünüyoruz. Münafıklık, kişinin kalbinde olandan başka bir söyleme ve eyleme sahip olmasının adıdır. Müminlik ise, kalbinde olanı dili ile ikrar etme halidir. Dili ile kalbi arasında uyumsuzluk, bir insanın düşebileceği en aşağı halin habercisidir. Ki, ıstılahımızda “esfeli safilin” derecesinin yani “aşa

Salgın, Tedbir ve Kader

Resim
  Rüzgarın şiddetli estiği zamanlarda, dalından kopan yapraklar savrulur, son bir güçle tutunanlar yerlerinden koparılır. Toprağın tozu ile yaprağın ufalanmasından oluşan bir karışık bulut havayı kirletir, gözleri kapatır, ayakları taşlara takar. Kuruması takdir edilen yaprağın başka bir şansı ya da seçeneği yoktur. Kuruyacak ve dalından kopup düşecektir rüzgarın insafına… Büyük olayların, salgınların ya da savaşların, insanları sürükleyen birer fırtınaya benzediğini düşünüyorum. Herkes tutunduğu yerin sağlamlığı, tutuşunun kalitesi ve duruşunun gücü kadar etkileniyor illaki. Fert planında kendimize has birer akıbet kaderimiz olduğu ve herhangi bir ağaçta salınan yeşil yapraktan aslında pek farkımız olmadığı gerçeğiyle bir kere daha, büyük çapta yüz yüze gelmiş bulunuyoruz. Eceli yani dalından kopup düşme zamanı gelenlerimiz için bir rüzgar yetecektir. Kimisi için bu rüzgar; savaşta atılan bir mermi ya da bomba olurken, bir başkası için gözle görülmeyen bir virüs ya da bir di

Altını tenekeden ayırt etmek

Resim
  Her konuda her şeyi çok iyi bilmemiz imkan ve ihtimal haricidir. Her mesleğin kendi kurallarını ve kıstaslarını en iyi o işin ehli bilir ve haliyle de o konuda uzman olan onlardır. En basit tamir işine bile ehlini arar, mümkünse en az hata ile yaptırmak için araştırırız. Dinimiz yani kalbimiz, hayatımız, dünyamız ve ahiretimiz söz konusu olduğunda da; en az arabamıza usta aradığımız kadar hassas, cep telefonumuzun çizilmemesine gösterdiğimiz kadar titiz bir tavırla, kimden ve nasıl öğrendiğimize dikkat etmek, ekmek aldığımız fırını seçmekten çok daha büyük bir inceleme ile din aldığımız ağızları araştırmak, herhalde en değerli vazifemizdir. Alimlere hürmet şiarımızdır ancak Allah(cc)’in dini söz konusu olduğunda kimsenin hatırına hakikat feda edilemez. Hele bir de o kişi insanları saptırma potansiyeline sahip bir pozisyonda ise görmezden de gelinemez. Sevdiğimiz bir hoca söyledi diye batıla hak elbisesi giydiremeyiz. Alimlere gerçek hürmet, onların ayaklarının kaydığını fark et

İnanca saygı, düşünceye özgürlük!

Resim
  Teoride hemen herkesin kabul ettiği inanca saygı gibi bir çağdaş erdem göstergesi var. Üstüne bir de düşünce özgürlüğü eklenince, sloganlarımızı süsleyen bu ikiliyi hepimiz bir yerlerde kullanmışızdır. Batılı çağdaş ve medeni(!) ülkelerin, bize dayattıkları bu ikiliyi pek sevmiştik aslında ama nasıl oluyorsa bir yerlerde konu biz olunca, uluslararası arenada aslanların önüne parçalanmak üzere atılan bizim kutsallarımız olunca, ne hikmetse bir anda bu süslü sloganlar tersine dönmeye başlıyor. Bir bakıyoruz, adamların aleme pazarladığı sloganların içeriğini biz onlara anlatmaya, ikna etmeye çalışıyoruz. İnsan haklarından, inanca saygıdan dem vuruyoruz. Ne kadar güzel anlatırsak anlatalım, fayda etmiyor. Kırk dereden getirdiğimiz sular, kurumuş beyinlere işlemiyor. Sıkıntı şurada; biz, bir kutsalı olmayan insanlara kutsala hakaretin özgürlük olamayacağını anlatmaya çalışıyoruz. Peki kutsalı olmayan insan olabilir mi, insan kalabilir mi? Vardır bir kutsalları diye düşünüp, oradan

Dinde kimsenin ayrıcalığı yoktur

Resim
  Hayatın standartlarından bazıları vardır; aksadıklarında insanı bırakın bir yerlere gitmeyi, olduğu yerde tepetaklak çevrilmeye ve devrilmeye mahkum ederler. Bize pek basit gibi gelen dünya kanunudurlar ama ilahi fermanın değişmez hükümleri olduklarından, uymayanı uydurur, çiğnemeye kalkanı ezer geçerler. İşte mesela; yüksekten düşen incinir, nefes alamayan boğulur, yol bilmeyen kaybolur, kalbi duran genellikle ölür, gibi sabitlerden bahsediyorum. Bunların, yaratılışın ayetleri olduklarını ve insanların bunlara hükmedemeyeceğini, değiştiremeyeceğini not edip devam edelim. Ölüme çare bulamamak gibidir neticede bunlar. Boyun eğmek zorundayızdır. Bu sebeplerden zarar görmemek için birtakım tedbirler bulunur ve onlarla bazıları bir süreliğine tatil edilebilir. Yüksekten düşene paraşüt takmak, nefes alamayanı entübe etmek, yol bilmeyene tarif etmek ve kalbi durana kalp masajı yapmak gibi bazı yollar ve yordamlar bulunur. Tabi en güzeli ve garantili olanı o hallere girmemek için

Bizi yüreğimizden vuruyorlar

Resim
  Bir şeylerin ters gittiğini, onların dillerinin uzamasından anlıyorum. Demek ki bir yanımızda bir büyük eksiğimiz var, hatamız var diye kederleniyorum. Hele adı gözbebeğimizden daha değerli, hatırası canımızdan yüksek, getirdiği milyonlar hakikatten bir tanesi için kellemizi perva etmeden vereceğimiz Allah’ın Rasulü Muhammed(a.s.)’a dilleri uzanınca, yüreğimizin tam üstünden bir kurşun yemiş kadar canımız yanıyor. Kurşun diyorum özellikle, biliyorum onlarda bir ok atımı kadar yayı gerecek kadar bile yürek yok çünkü! Ama bizi vuracak kurşunun çıkacağı namlunun horozunu düşürecek bir haysiyetsiz her zaman bulunuyor! Yapmayın bunu diyoruz, anlamıyorlar! Etmeyin, canımızı yakmayın diyoruz, aldırmıyorlar! Ne desek boş, anlamıyorlar bizi… Anlatamıyoruz galiba deyip işte onu denemek istiyorum bugün. Bakın efendiler! Size efendiler dedimse bunu iltifat saymayın. Bu sizi adam yerine koyup muhatap aldığımızın işareti olarak kalsın sadece. Efendi deriz ki, belki efendi olacağını

İsteyene bir tezkire: Malazgirt'e giden yol

Resim
Ahsa'nın çöllerinden Sapanca'nın bulutlarına, Harezm'in otlaklarından Kudüs'ün surlarına nice memlekete at sırtında koşturdum. Müslümanlar için can aldım, can verdim. Türkler için vatan aradım. İşte bu anlatacağım bir hayat ve isteyene tezkiredir. Babam Eksük Allah'a kavuştuğundan beri Kayı'nın seçkin evlatlarından olan obamız, Sultan Alparslan Muhammed'e, bana ve kardeşim Alpkuş'a emanet. Hakanlarımız geçmişten beri bize ulaşmamız için büyük ya da küçük bir amaç verdiler. Daha fazla yay ve at isteyen her oba, yaylarını ve atlarını bunlara ulaşmak için kullandılar. Bu, at sırtında yaşayan devletin ve milletin hayatta kalma kuralıdır. Sultan Muhammed de istisna değil. Bize, babamla katıldığım akınlardan zaten bildiğim memleketleri, ötesinde, ezanın "hayyalel hayru amel" olarak okunduğu diyarları ve bizi Araplar kadar zengin edebilecek Akdeniz benderlerini hedef tuttu. Ben ve Alpkuş onun çift kanatlı yolundayız. Harezm'in otlaklarının besledi

Sen de haklısın

Resim
  Hepimiz için kaderin devasa nehrindeki seyahat devam ediyor. Su akıp yolunu bulacaktır. Eşyanın tabiatı böyle; eskiyip dökülmek, kuruyup büzüşmek, eğrilip bükülmek ve sonunda toprağa karışmak! Kuruyan yaprağa, solan çiçeğe sorsan, o da haklıdır gidişatında… Nasreddin Hoca merhumun dediği gibi; “sen de haklısın”. Ve fakat, bu kadar haklının olduğu yerde, hakkın gerçekten tespit ve tayin edilmesi mümkün görünmüyor. Herhangi bir işte, nihai hakkın tespitini bize bırakmamak gerektiğini, hakkın bize bırakılamayacak kadar “ali” bir mesele olduğunu, böylelikle bihakkın anlamış bulunuyoruz. Bilmem kaçıncı kere. Herkesin hakkı ve hakkı bulma yolu, kendine iyi ve doğru olsa da; biz Müslümanların, üzerinde tartıştığımız ve anlaşamadığımız, daha da önemlisi hakkı ve adaleti, teslim ve tesis etmek istediğimiz konuyu, İslam’a götürmek ya da zaten içinde yaşadığımız İslam’ın hükmünü ortaya koymak ve böylece sorunları çözmek, anlaşmazlıkları bitirmek, hakkı teslim ve adaleti tesis etmek

Bir katil kolay yetişmiyor!

Resim
Kurban bayramından yeni çıktığımız için hemen hepimize tanıdık gelen bir vakıadan bahsedelim; bir cana kıymaktan, birinin ölümüne sebep olmaktan yani. Çoğumuz artık kurban bile kesemiyor. Yürekleri elvermediği için, bu ibadeti vekalet gibi bir alternatifle uygulayan ve kendileri yerine getiremeyenleri elbette normal karşılıyoruz. Bir zamanlar herkesin belinde kılıçla gezdiği, savaşların öyle düğmelere basılarak değil, topuzlarla kafatası parçalanarak yapıldığı günler vardı. Düşman öldürmek sıradan bir işti ve hatta önemli bir marifet ve maharetti. Çevremizde yaşanan onca savaşa ve katliama rağmen, bizim bir nevi korunaklı beldelerimizde güven içinde yaşamaya devam edebiliyor olmamız belki de bizi bu gerçeklikten uzak tutuyor. Askerliklerini dağlarda terörle mücadele ile geçirenler haricinde çok az insan ölüm ve kan görür. Trafik kazaları istisnai bir durum ve konumuzun dışında. Şimdilerde kurban kesmeye cinayet diyenlerin de olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Daha düne kadar kulak k

Durduralım tamam ama nasıl?

Resim
Kabil, Habil’i öldürdüğü günden beri yeryüzünde, insan eliyle insanın öldürülmesi anlamına gelen cinayetler işleniyor. Başka tür ve yollarla da işlenenlerin varlığını bir kenara bırakıp, önce insanı konuşmamız elbette varlığın en değerlisi olmasındandır. Zulmün en acı meyvesidir cinayet; canına mal olduğu insanın hesabının sorulması, hem sevenleri hem de toplumların huzuru için olmazsa olmaz yoldur. Katillerin, vicdanları ferahlatan bir ceza almadığı yerde, başka hiçbir şey açılan yaraya merhem olamıyor. Hesabı sorulmamış cinayetler, açık yaralar gibidir; hem yanmaya devam eder, hem de her türlü mikroptan etkilenmeye. Sebepler ve sonuçlar, yer ve zamana göre değişse de, sonuçta ölen bir insan olduğundan, katilin cezası verilse de geri gelme ihtimali bulunmadığından, geride kalanları en çok yaralayan gidiş şekli olarak kayıtlara geçişin adıdır, cinayet. Katilin cezalandırılması, eğer maktulün yakınları af yolunu tutmazsa, intikam yolunun da kapanabilmesi için yegane çaredir. Cez

Dürüst değillerdi adil de olamayacaklar

Resim
Biz insanlar unutkanız, unutmakla malulüz de diyebiliriz. Unutmak bizi insan yapan yanlarımızdan biri zira. İyi ya da kötü birçok şeyi unuturuz. Doğru ya da yanlışı unuttuğumuz gibi. Bildiklerimizi unuturuz, unuttuklarımızı bile unuttuğumuz olur, normalimizdir bu bizim. Karşımıza çıkan yeni sandığımız şeylerin, aslında örnek şahsiyetler üzerinden, örnek zamanlarda bize öğretilenlerle aynı olduğunu da unuttuğumuz çok olur. Acaba, öyle mi, değil mi, böyle mi diye kafa yorarken, aslında cevaplarımızın çoğu avuçlarımızdadır da haberimiz yoktur. İman ile iyiliklerin, küfür ile kötülüklerin bağını unutuyoruz. Adaletle merhametin, zulümle hakaretin bağını göz ardı ediyoruz. Sadakatle dürüstlüğün, ihanetle sahtekarlığın bağını gözden kaçırıyoruz. Şirkin en büyük zulüm olduğunu; büyüğünü işlemekte sorun görmeyenlerden, daha küçüklerini beklemenin normalliğini unutuyoruz. Bizden birilerinin kusurlarını ya da günahlarını ortaya döküp, onların üzerinde bize ait değerli ne varsa dille

Sistemlerin arka kapıları

Resim
En iyisini bulduğumuzu ya da yaptığımızı sandığımız çok olmuştur. İnsan evladının kendi hizmetine sunulan nimetlerle dolu dünya karşısında, kibre kapılması da çok rastlanılan bir düşüş şeklidir. Sadece alemdeki diğer varlıklara değil, kendi cinsimize de hükmetmeye meyyalizdir. Bunun için ilahi izinlerle çizilen yolların ve salahiyetlerin dışında, birtakım imtiyazlar elde etmeye bayılırız. İdare edenlerle edilenlerimiz arasındaki çekişme hiç bitmez. Vahiy temelli idare sisteminde de kendimize göre açıklar(!) ve kaçacak ya da bir şeyler kaçıracak arka kapılar bulmaktan utanmayız. Bunu sistematik bir hale getirip, adına da herkesin kulağına hoş gelecek bir şey uydurduk mu, tutulmaması işten bile değildir. Ekber Şah’ın bel’amlarının İslam’ın hükümlerini ortadan kaldırmak için buldukları yollar, şeytanın bile aklına gelmemiş olabilir. Malını 11 ay olunca karısına bağışlamak ve aynı şekilde 11 ay sonra da devralarak, üzerinden yıl geçmediği için zekat vermekten kurtulmak gibi bir for