Kayıtlar

Mart, 2012 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Söylediğini yapmamak ya da yapmak

Yıllar yılı değişmeyen en gelişmiş toplumsal özelliğimiz nedir diye bir soru olsaydı hiç düşünmeden cevabım, 'her birimizin her konuda söyleyecek mutlaka bir sözü olduğu' olurdu. Öyle ki, sözümüz hiç tükenmedi. Yaptıklarımızı, yapacaklarımızı hatta hayallerimizi konuşmaktan bıkmadık. Öğrendiğimiz hakikatler bizi daha bir çenebaz yaptı. Kur'an, okunan bir kitap iken biz okumadan üzerinde konuşmayı tercih ettik çoğu zaman. Elimizdeki en mukaddes metne bile yaklaşımımız bu olunca gerisini hiç toparlayamadık ve hep konuştuk. Hira'da Cebrail(as) tarafından 3 kez sarılıp, sıkılmayla okur-yazar olunduğunu zannederek okumayı da yanlış okuduk. Ama hiç susmadık, hep konuştuk. Ve tabiidir ki konuşmayı bunca çok severken elimize geçen her yere, her ortama sözlerimizi yazı olarak dökmeyi de unutmadık, o yüzden bunları da konuşmak olarak isimlendiriyorum. Bazılarımız ellerine/gözlerine tutuşturulan bir kaç ayet ile bütün bir hayatı ve bütün bir dini anladı ve okumayı bırakıp konuşmay

Taassub, ırkçılık, -culuk, -çülük

İnsanlar arasındaki münasebet ve muameleleri düzenleyen bakış açıları ya da kurallar hatta kanunlar bir noktada mutlaka ‘fıtrat’ dediğimiz yaratılıştan Mevla’nın kullarına verdiği özellik ve meziyetlere uymak zorundadır.  Aksi halde genel kabul görmeleri mümkün değildir. Ancak zorbalıkla yahut insan heva ve hevesine hitap ederek belirli dönemlerde yaşama şansı bulabilirler. En eski zorlama ve zorbalık şekillerinden birisi olaral ‘kölelik’ müessesinin geçmişte ya da günümüzde uygulanan bütün versiyon ve şekilleri insan olma fıtratına muhalif olduğundan hiç bir vicdanda ma’kes bulamamıştır. En yeni ya da en çok yaşanan ve rastlanan haliyle fıtrata en ters yaklaşım tarzı ise ‘taassub’tur. Taassub, temelde bağnazca ve inatla bir şeye körü körüne bağlanarak ondan başkasına hayat hakkı tanımamak gibi anlamlara geliyor. Genel kullanım olarak ise ‘ırkçılık’ yani kendi ırkını diğerlerinden üstün görmek yerine geçiyor. Elbette taassubun en katısı ve en kötüsü ırkçılıktır. Hiçbir insan kendi seçm

Bu din kimin?

İnsanoğlu bir çok konuda garip davranışlar sergiler ki bu onun insanlığının doğal sonucudur. Yaşar, yaşadığını farketmeden ve dahası yaşatanı bilmeden ve merak etmeden. Dünyadan nefret etse de ölmek istemez genellikle, tezatlar insan olmanın gereğidir sanki. Sıcakta soğuğu, soğukta sıcağı; gecelerde gündüzü, gündüzlerde ise geceyi aramak... İnsan olarak hepimizin düştüğü en komik hata ise birşeylerin bizim olduğunu sanmaktır. Hayatı ve onu yaşarken elde ettiklerimizi bizim sanıp bir ömür geçiririz, sonra da geride kaldıklarını görüp ardımıza baka baka öteki aleme gideriz. Bizden öncekilerin bu hallerinden ibret almak çok azımızın aklına gelir. Bu halin en acıklı yanı ise; bizim sandıklarımızı dünyada iken kaybettiğimizde gösterdiğimiz anlaşılmaz cinnet halidir. Zaten bizim olmayan ve bir süreliğine emanet olarak bize verilen şeyleri o kadar sahiplenmişizdir ki, kaybetmek felaket gibi gelir. Dünya kısa bir süre için kalınan ve metaından faydanılan, sonra da geçip gidilen bir yerdir. Dün

Ramazan’a Veda

Bu yıldan başlayarak Ramazan ve izin muhabbetleri birbirine girecek iyice. Önümüzdeki yıllarda izinli Ramazanlar yaşanacak bu anlamda. Memlekette tadına baktığımız o ‘sıcak’ Ramazan haliyle burada yerini ‘soğuk’ Ramazan’a bıraktı. Ramazan bir zamanın adı, zaman içinden seçilmiş özel bir parçanın adı! Ona bu özelliği veren makamın kudsiyetine sırtını dayamış, kendinden emin ve mağrur bir zaman Ramazan. Ramazan kimseye aldırmadan her yıl yeniden hem de daha yıl olmadan yeniden gelmeye devam ediyor ve edecek. Onun her seferinde bize daha erken gelmesi bizim marifetimizden değil Ramazan’ın Rabb’inin rahmetindendir. Hak ederiz ya da etmeyiz ama o her seferinde gelir, bize bir ay boyunca sürecek bir muhabbet sunar. Ki o bir ayda doldurulacak gönüller sonraki onbir ay boyunca ayaklı rahmet temsilcileri olarak gezerler yeryüzünde. Tam da bu noktada ‘soğuk’ memleketlerin ‘soğuk’ Ramazan’larını yaşayan milyonlarca müslümanın yüreğini ‘soğuk’ sarıveriyor. Rahmet ve muhabbetin ısıtamadığı yürekler

Ramazan’a Veda Ederken

“Muhakkak ki, Biz onu kadir gecesinde indirdik. Kadir gecesinin ne olduğunu nereden bileceksin? Kadir gecesi, bin aydan daha hayırlıdır.” (Kadir Suresi, 1-2-3) Allah'ın kullarına bir lütfu olan Ramazan ayı, tüm insanlığa rehber olarak gönderilen, Kuran'ın indirildiği ve içinde, “bin aydan daha hayırlı olan,” Kadir Gecesi'nin bulunduğu bereket ayıdır. Yüce Allah, ibadetlerin özü olan namazdan sonra oruç tutmayı, sağlıklı olan her Müslüman'a farz kılmıştır. Allah'ın oruç ibadetini Müslümanlara farz kıldığı gibi, bizden önce gelen diğer ümmetlere de çeşitli şekillerde farz kılınmıştır. "Ey iman edenler, sizden öncekilere yazıldığı gibi, oruç, size de yazıldı (farz kılındı)." (Bakara Suresi, 183) İçinde birçok hikmet bulunan Ramazan ayının en önemli olanları ise, kişinin gün boyunca Allah'a daha çok yakın olması, verdiği nimetlere şükürle karşılık vermesi, kendi acizliğini fark etmesi, tüm alışkanlıklarında, nefsine karşı sabırla mücadele etmeyi öğrenmesid

Sahabe nedir, sahabe kimdir?

Sahabe kelimesi, sözlüklerde arkadaşlık etmek, birlikte birşeyler yapmak, sohbet etmiş olmak manalarına geldiği gibi; sahib kelimesinden türemesi sebebiyle arkadaşlığı ön plana çıkarır. İslam ıstılahında ise "Peygamber(sav)'in arkadaşları" için, daha geniş kapsamıyla Resulullah'ı gören müminler için kullanılmıştır. Sahabi ve çoğulu olan ashab terimleri de aynı manayı ifade eder. Bu tarif üzerinden yola çıkan alimlerimiz sahabenin Peygamber(sav)'e yakınlığı ve arkadaşlığı temelli bir sınıflandırma ile onları tabakalara ayırmışlardır. Kur'an temelli bu ayrım faziletler ve iman etmede öncelik gibi gayet net bir sınıflandırmadır. Yine bu ayrıma sebep olan Ömer(ra)'ın hilafeti döneminde yaşanan bir hadisede de ortaya çıkmaktadır. Bir gün bazı sahabiler Emir-el Müminin olan Ömer(ra)’le görüşmek istiyorlar. Bilali Habeşi(ra) içeri giriyor ve Ömer(ra)’e; Ya Emirel Müminin dışarıda falanca falanca isimler var sizinle görüşmek istiyorlar. Ömer(ra)’in cevabı 'Önc