Kayıtlar

Hariçten gazel okumak; Suriye ve Filistin

  Hızlı zamanlarda yaşıyoruz. Günlük hatta saatlik değişimler, olaylar ve bilgiler su gibi hatta esen bir yel gibi akıp duruyor. Bu haber ve bilgi fırtınasının ortasında kalan sıradan insanlar olarak, hemen her -aklımıza ve ortamımıza- esen konuda bir şey söylemeye kendimizi mezun, memur ve hatta mecbur hissediyoruz. Bir de kemikleşen sorunlarla ilgili sabitlerimiz var ki, benim diyen uzman bilgisi ile kabullerimizi değiştiremiyor, fikrimize etki edemiyor. En çaresiz kaldığımız noktada bile “öyle ama” diye bir kaçış yolu buluyoruz. Bunların başında, son bir asrımıza damgasına vuran Filistin meselesi ve son on yılımıza damgasına vuran Suriye meselesi geliyor. Hayatında hiçbir çatışmaya katılmamış, evi bombalanmamış, çocuklarının ya da sevdiklerinin cesetlerini yerden toplamak zorunda kalmamış insanlar; sonu kesin ölüm görülen ve hatta cinnet eylemleri denilen bazı saldırıları tabii ki anlamayacaktır. Ailesinin erkekleri kırımdan geçirilmiş bir dedenin torunlarını toplayıp bir odaya sığm

Müslümanlar neden bu halde?

  Genelde İslam’ı temelden reddedenlerin kullandığı ancak kalbinde eğrilik olanların da kolaylıkla kanabildiği bir argüman, bir iddia olarak karşımıza çıkan, “İslam mükemmel bir din ise neden Müslümanlar bu halde” sorusunun tek bir cevabının olmadığını biliyoruz. Her söz ve kalem sahibi kendi zaviyesinden bu iddialara cevaplar verdi ve vermeye devam ediyor. Esasen bir Müslüman için İslam’ın izzetini temsil ve müdafaa etmek en önemli iman alametlerindendir. Hele de son birkaç yüzyılda Müslümanların tarih sahnesinde geri plana düşmeleri ve hatta batının ve batılın boyunduruğuna girmeleri, dünyalık pek çok meselede yetersiz ve fakir kalmaları, İslam düşmanlarının bu iddia ile her şeye kazanç ve sonuç odaklı yaklaşan yeni neslin kafasını karıştırmakta kullanması maalesef önü alınamaz bir saldırıya dönüştü. Teknolojik gelişmeleri bile İslam aleyhine delil olarak kullanmak gibi anlamsız ve değersiz iddiaların sebep olduğu fikir karmaşasının yanında imanı da araştırma ve ilimle desteklenmeyen

Irkçılık fikir dünyasının çukurudur

  İnsan, eşrefi mahlukat olması hasebiyle diğer tüm canlılardan farklı ve özeldir. Kendisi için Allah’ın yarattığı her şey emrine ve hizmetine sunulan insanın, tek sorumluluğu da yalnız Allah’a kulluk etmekten ibarettir. Bu kulluğun içinde dünyanın imarının da bulunduğu kabul edilir. Zira kulluk bununla gerçekleşecek ve sonraki nesillere aktarılacaktır. İbrahim(a)’in Kabe’yi imar etmesi gibi. O, bununla insanlara ibadet mekânı hazırlamış ve onları davet etmiştir. Aynı şekilde insanların barınma ve sair hayati ihtiyaçlarını görmeleri için yapılan tüm iş ve işlemler de dünyanın imarı olarak kabul edilir. Bu konuda insanların hizmetine sunulan diğer canlılardan faydalanması ve gerekeni gerektiği gibi kullanma hakkı bulunmaktadır. Hayvanperestlerin sandığı gibi onların alanına girilmesi ya da onların et ve sütlerinden faydalanılması bir haksızlık ya da sömürü değil tam aksine bir hak ve gerekliliktir. Hayatın işleyişi içinde Allah’ın imtihan gereği izin verdiği itaat ve isyanlar, kabul ve

Profesyonel Müslümanlık olabilir mi?

  Öncelikle kavramlarda anlaşmak gerekiyor. Çağımızın ya da tüm çağların nesiller arası çatışma denilen sıkıntısının temelinde yatan da herhalde kavram anlaşmazlığıdır. Ortak anlamlar yüklenmeyen kavramlarla iletişim kurulamayınca iş kavgaya varabiliyor. Benzer bir durum aynı dönemin ve hatta aynı toplumun insanları arasında da rahatlıkla yaşanabilir. Bu yüzden söylemek istediğimizle neyi kastettiğimizi izah etmek durumunda kalıyoruz. Profesyonellik, temelde hemen hepimizin kullandığı şekliyle; bir iş için yetiştirilen elemanların o işi bir ücret karşılığında yapmaları olarak bilinir ve kullanılır. En yaygın kullanımlarından biri olan futbol alanı iyi bir örnektir. Her akşam halı ya da toprak sahalarda ter döken ve muhteşem beceriler sergileyen yurdum gençlerinin ve kendilerini genç hissederek bunu yapmaya devam edenlerin genel sıfatı amatörlüktür. Zira kimse onlara bundan dolayı bir ücret ödemez hatta kendileri üste para vererek oynarlar. Bir başkası ise, bilmem kaç milyon dolara kulü

Depreme dayanıklı insanlar ve imanlar

  Depremin gündemimize bir kez daha ve uzun süre çıkmayacak şekilde girmesinin üzerinden 6 aydan fazla bir zaman geçti. Hala bölgemizde yaşanan ve artçı denilse de insanımızın algısının ve duygu dünyasının geçirdiği sarsıntılar nedeniyle, etkisi makinaların tespit ettiği ölçeklerden çok daha fazla olan depremler yaşanıyor. Çevremizde ve sosyal medyada yaşadıklarını anlamlandırmakta ve taşımakta oldukça zorlanan hatta bir kısmı isyana varan söylemlerle bir çıkış yolu arayan yığınla depremzede var. İnsanın en zor anı yaşadıklarına bir anlam veremediği ve neden sorusuna cevaplar bulamadığı zamanlardır. Hayatın anlamını kavrama noktasında sıkıntı yaşayan insanın yegâne çıkış yolu ve anlam çizgisi imanındadır. Doğal olaylar ve belalar hakkında sahih ve sağlam bir iman ve teslimiyet geride kalanlar için çok ciddi bir teselli ve anlam yüklenmesidir. Bir kere şunu net ve kesin olarak hepimiz idrak etmeliyiz ki, Allah(cc) hiçbir kuluna zulmetmez. Başımıza gelen her musibet ya da imtihanın gerek

Geçmişten bugüne bir göç hikayesi

  Hemen hepimizin bir şekli ile karşı olduğu halde bir yandan da içten içe besleyip büyüttüğü göçmen karşıtlığı, farklı seviye ve türlerle sürekli karşımıza çıkmaya devam ediyor. Peki bu yeni bir şey mi? Bizden öncekilerde bu işler nasıl yürüyordu? İnsanlık tarihi kadar eski denebilecek bu göçmenliğin bir sonu olmayacak mı? Bir kere en başta şunda anlaşalım: Dünya insanın mutlak yurdu değil, geçici bir süre barındığı ve bir şeylerle avunduğu, sonra da ölüp terk ettiği bir gölgelik, bir ağaç altı sığınağı, bir mola, bir heves, bir hülya, bir rüya yahut bir bela ve imtihanlar ülkesidir. Buradaki misafirliğimiz son insan can verdiğinde tamamen bitecektir. Bu ahiret inancına sahip olmayan ve insanlığın başlangıcı ve sonu hakkındaki ilahi fermana iman etmeyenler için sözüm burada biter. Onlardan yazıya devam etmemelerini ve sayfayı kapatmalarını rica ederim. İman edenler için ise, nefes aldığımız sürede söylenecek bir şeyler olmak zorundadır. İşte onlardan bazıları. İslam tarihinin kırılma

Göçmenler göçecek de biz kalacak mıyız?

  Bir kaç gün önce Avrupa’nın en batısında, geçen hafta ortalarında Fransa’da yaşananlara benzemeyen bir göçmen krizi daha yaşandı ve Hollanda’da koalisyon Başbakan Rutte’nin geçici sığınma statüsü alan göçmenlerin aile birleşimi haklarını kısıtlamak istemesi üzerine düştü.  Avrupa’nın en müreffeh ülkelerinden Hollanda’da göçmen kabul merkezlerinde yeterli yemek ve yatak temininde sorun yaşanması ile başlayan tartışmalar hükümeti bu noktaya getirdi. Tabi ki Ukraynalılar sorunun parçası değil, olmadılar da. Onlara göçmen değil aileden bir misafir muamelesi yapılıyor. Kralın saraylarından birinin onlara tahsis edildiğini bilmek yeterli sanırım. Bizde ise göç ve göçmen hadisesi politik malzeme olarak kullanılmaya ve gerçeğinden koparılarak, beyin damarları ya tıkalı ya da daralmış faşistlerin toplumu germek ve muhtemel bir kargaşaya zemin hazırlamak için sarıldıkları bir dikenli tele dönüşmüş durumda. Tam bu noktada unutulmaması gereken acı gerçeğin “hepimizin aslında dünyada göçmen olduğ