Kayıtlar

Hayat etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Zaman ve takvim yaratılışa tabiidir

Resim
Hayatı anlamlandırmakta kullandığımız en önemli verilerden biri, hiç şüphesiz zaman mefhumudur. İnsan hayatının en kısa tarifinin; “doğum ile ölüm arasında geçen süre” olduğu düşünüldüğünde zamanla hayatın bağı daha net ortaya çıkıyor. Tarih, takvim, saat, ay, gün ve yıl gibi saya saya bitiremediğimiz, vazgeçilmez bilgi ve düzenlemelerin tamamı, zaman mefhumunun neticesidir. “Dünya hayatı zamanın geçmesinden ibarettir” desek, abartmış olmayız. Hayat bir vakittir ve geçmektedir neticede. Ancak zamanın geçmesi, vaktin süresi gibi kavramların tamamının aslında göreceli olduğunu ve bunların bir bakıma bizim zanlarımızdan ibaret olduğunu da yine yaşayarak öğreniyoruz. Rüyasında zamanlar üstü bir yolculuk yapanlarımız olduğu gibi, saatler süren bir hikayeyi birkaç saniyede görebildiğimizi modern bilimin tespitleriyle anlıyoruz. Uyuyan için zamanın bir bakıma ortadan kalktığını, saatlerin tıkırtılarının rüyaları etkilemediğini yani bu alemde kaldığını ve bu rüyaların zannettiğimiz ve

Dünya bir yatırım aracıdır

Resim
  Hem ilahi kaynaklarda haber verilenlerden, hem yaşadığımız dünyada şahit olduklarımızdan, hem de kendi iç dünyamızda bildiklerimizden herhalde en tartışılmazı; insanın, bitmek bilmeyen arzularının, heveslerinin, hedeflerinin peşinde bir ömür tüketme sevdasıdır. Yaratılışımız böyledir ve buna yapacak bir şey yoktur. Yani bu isteğin varlığı ve devamlılığı, dünya hayatının sırrıdır, dünyanın imtihan yurdu olmasının sonucudur. Dünyadan isteği biten için, bu dünyada yaşamanın anlamı da biter. Belki de bu sebepten, ecel gelinceye kadar gözümüz doymaz bizim. En akıllılarımız; bu yaratılışın engellenemez isteğini ebedileştirmek ve sonsuz bir kazanca dönüştürerek, gönlümüzde taşıdığımız doyumsuzluğun aleyhimize değil lehimize kullanılmasını sağlamak isteyenlerdir. Öyle ya, madem nefis taşınacak ve doyurulamayacak, neden onu sonsuz bir zevk ve sefa ile doyurmak vadiyle dizginlemeyelim? Kendimizi buna ikna etmenin en kısa yolu, dünya hayatının faniliğini idrak etmektir. Elde etmek içi

Yolcu yolunda gerek; buyurun!

Resim
  Bazılarımızın üstünde hep gitmeye hazır bir yolcu hali vardır. Bir ayağı eşikte, gözleri kapıda, kulakları haberde; gitmek için hazırdır kimilerimiz. Yolculuğa karar verenin hazırlık yapmasından daha normal ne olabilir ki? İşe gitmek için hazırlanmak gibi, yemek için sofraya oturmak gibi, çayını içmek için karıştırmak gibidir bu biraz. Bir hareketin, bir devamlığın, bir duramamanın, mecburi bir gidişin ayak üstü nefeslenişidir belki de bu… Sorun onlarda değil aslında, asıl sıkıntı; gitmeyi hiç düşünmüyorken, hiçbir hazırlık yapmamışken, apansız kapıya dayanan bir kolluk kuvveti zorlamasıyla gider gibi, gözü ve gönlü ardında kalarak, eli boş ve güçsüz, üstü başı alelade ve düzensiz, saçları bile taranmadan yolu revan olanlardadır. Hazırlıksız yakalanmak, bir deyimdir ve her zaman geçerli olduğu tek an; ölümdür. Suçlular ve günahkarlar hazırlıksız yakalanmaz, bilirler elbet bir gün başlarına gelecek olanın geleceğini. Masumlar için kapının beklenmedik bir vakitte çalınması ve b

Dünya böyle bir yer

Resim
  Kurulduğu günden insanların ayak bastığı güne, yine insanların ayaklarının üstünden kaybolacağı ve -belki de- tamamen yok olacağı zamana kadar, dünya hep eksikliklerin, yarım bırakılmışlıkların, mahrumiyetlerin yurdu olmaya devam edecek. Çünkü varlıkları ve nimetleri geçici, geçici olarak verilecek ve hep bir yanı eksik olarak verilecek. Dünyanın dengesi; azlarla çokların sürekli yer değiştirmesi, birinde olanın diğerinde olmaması, bugün verilenin yarın alınması, devranın hep dönmesi üzerine kuruludur. Ebediyete kadar sürecek bir güç ya da iktidar olmadığı gibi, zenginlik ve varlık da yoktur. Tıpkı bunların tam aksinin de edebi olamayacağı gibi. Hayatın ve ölümün olduğu, yani insanın varlığının başlangıcının ve sonunun olduğu bir yerde; diğer tüm mahlukatın da, bu intizama tabi olduğunu tahmin etmek için çok şey bilmeye değil, iman etmeye ihtiyaç duyuyoruz. Gerçi bilgi de bunun ispatından ibarettir. Bilmek dediğimiz şeyin nihayetinde, mesela Cern’de yapılan deneyin sonunda, i

Dinde kimsenin ayrıcalığı yoktur

Resim
  Hayatın standartlarından bazıları vardır; aksadıklarında insanı bırakın bir yerlere gitmeyi, olduğu yerde tepetaklak çevrilmeye ve devrilmeye mahkum ederler. Bize pek basit gibi gelen dünya kanunudurlar ama ilahi fermanın değişmez hükümleri olduklarından, uymayanı uydurur, çiğnemeye kalkanı ezer geçerler. İşte mesela; yüksekten düşen incinir, nefes alamayan boğulur, yol bilmeyen kaybolur, kalbi duran genellikle ölür, gibi sabitlerden bahsediyorum. Bunların, yaratılışın ayetleri olduklarını ve insanların bunlara hükmedemeyeceğini, değiştiremeyeceğini not edip devam edelim. Ölüme çare bulamamak gibidir neticede bunlar. Boyun eğmek zorundayızdır. Bu sebeplerden zarar görmemek için birtakım tedbirler bulunur ve onlarla bazıları bir süreliğine tatil edilebilir. Yüksekten düşene paraşüt takmak, nefes alamayanı entübe etmek, yol bilmeyene tarif etmek ve kalbi durana kalp masajı yapmak gibi bazı yollar ve yordamlar bulunur. Tabi en güzeli ve garantili olanı o hallere girmemek için

Unutursak kalbimiz kurusun mu?

Resim
  Dünya hayatı insan için bir hayıflanmadan ibarettir; uzun ya da kısa, sıklıkla ya da nadiren, ama hep bir hayıflanma. Hep bir eksiklik duygusu vardır bu hayatta, eksik olan ve nedense ne malla, ne saltanatla ne de evlatla tamamlanamayan, bitirilemeyen bir eksiklik. Bir vadi dolusu altını olanın, bir o kadarını daha isteyeceğini; bir futbol takımı kadar evladı olanın da, bir o kadarını daha isteyeceğini; bir koca dünyaya hükmedenin de, bir o kadarını daha isteyeceğini; insan oğlunun gözünü bir avuç toprağın doyuracağını biliyoruz. Bilmemiz bunu değiştirebileceğiniz anlamına gelmiyor tabi. Biz daha neler biliyoruz ama öyle bilmek; fıtratımızdaki eksiklikleri, bizi biz yapan, insan yapan aksaklıkları ve hasretlikleri bitirmiyor. Hep bir şeylere hayıflanarak geçiyor ömrümüz. Geçip gittiğini bile bile, çaresiz seyrediyoruz ardından hayatın, hayatımızın. Gençlik çağlarında suyun akışına karşı kürek çekmek yiğitlik gibi geliyor insana, zamanla geçiyor bu his ve artık akışa bırakmak

İnsanın değiştirme sevdası

Resim
  Elindekiyle yetinmek erdemlerin en değerlilerinden olsa da, en az rastlanan mücevherler gibi aranır ve zor bulunur bir haslet olarak, günümüzün kayıp listelerinde ilk sıralarında duruyor. İnsan; değiştirmeyi, yenilemeyi, daha fazlasını elde etmeyi, gözünü doyurmayı, elindekini artırmayı, çoklukla övünmeyi marifet saymaktan, kendini beğenmek ve kendini her şeye layık görmekten hiç vazgeçmiyor. Dünyaya, dünyayı değiştirmek için gelmiş olmakla; dünyasını değiştirmek gibi bir kaçınılmaz sona doğru gitmek arasında kaldığı halde, sürekli bir değiştirme sevdasıyla çırpınıp duruyoruz. Herhalde fıtratımızdaki kodlarda dünyayı değiştirmek kısmını, dünyadan ayrılmak ile dünyadaki her yolu ve imkanı elde ederek, değiştirmek gibi bir tabire dönüştüren bilinç altımızda bir nehir akıyor. Ne ki; pek çok nehir gibi, bu bilincimizin altından akan nehre de, muhtelif kanallardan iyi ve kötü, temiz ve pis, akıntılar ve atıklar karışıyor. Değiştirme sevdamızın doğal sonucu olarak yani sevda dediği

Bir katil kolay yetişmiyor!

Resim
Kurban bayramından yeni çıktığımız için hemen hepimize tanıdık gelen bir vakıadan bahsedelim; bir cana kıymaktan, birinin ölümüne sebep olmaktan yani. Çoğumuz artık kurban bile kesemiyor. Yürekleri elvermediği için, bu ibadeti vekalet gibi bir alternatifle uygulayan ve kendileri yerine getiremeyenleri elbette normal karşılıyoruz. Bir zamanlar herkesin belinde kılıçla gezdiği, savaşların öyle düğmelere basılarak değil, topuzlarla kafatası parçalanarak yapıldığı günler vardı. Düşman öldürmek sıradan bir işti ve hatta önemli bir marifet ve maharetti. Çevremizde yaşanan onca savaşa ve katliama rağmen, bizim bir nevi korunaklı beldelerimizde güven içinde yaşamaya devam edebiliyor olmamız belki de bizi bu gerçeklikten uzak tutuyor. Askerliklerini dağlarda terörle mücadele ile geçirenler haricinde çok az insan ölüm ve kan görür. Trafik kazaları istisnai bir durum ve konumuzun dışında. Şimdilerde kurban kesmeye cinayet diyenlerin de olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Daha düne kadar kulak k

Bazı duyarlar duyulmasa da olur

Resim
İnsanın algısı seçicidir malum; kendine cazip ve değerli geleni, işine yarayacak olanı, kullanılabilme ihtimali çok görüneni ya da başına bela olanı, canını sıkanı, rahatsız edeni daha çabuk görür, daha çok kulak kesilir, daha hızlı düşünür, daha yüksek sesle dillendirir. Bütün duyguları bir senfoni gibi dengeli ve yerinde harekete geçebilen insanlara biz peygamber diyoruz ya da onlara benzeyen veliler, sonra derece derece diğer değerli insanlar geliyor. En sona da, her an bir duygu ya da düşüncesinde değişimler yaşanan, gidip gelmeleri çok, bazen de gelemeyip kalmalarıyla meşhur, bizim gibi sıradan insanlar geliyor. Artık algı ya da duyarları takıntıya dönüşmüş, hayatı ve olayları bir bakış açısıyla değerlendirmeye adapte olmuş, bazı söylemlere ve eylemlere nefes alıp vermek gibi bağımlı bir hayat yaşayanlarımız bile var. Gökyüzü bulutlansa acaba batıda havalar nasıl diye o tarafa bakanlar mı dersiniz; uzak batıda bir kibrit parlasa yüreği yananlar mı istersiniz?

İyilikte yarışmanın kuralları

Resim
Hayat, herkes için bir yönüyle yarıştır. Birileri hayatta kalmak için koşturmakta, diğerleri yaşadıkları hayatı daha da keyiflerine uygun hale getirmek için çırpınmakta yarışırlar. Kötülükte yarışanlar olduğu kadar, biz Müslümanlar gibi iyilikte yarışmakla emir olunanlar da vardır. Ancak bu emrin, bir koşunun başlangıç düdüğü gibi olmadığı, ortada rakiplerin birbirini geçerek daha büyük ödül almak gibi bir dertleri olmayacağını hemen en başta söyleyerek söze girelim. İslam’ın iyilikte yarışma anlayışında, en azından sıradan bir maraton kadar kurallar ve takip edilmesi gereken yollar var. Neticede ödüller var ancak sıralama bitiş noktasına en önce gelene göre değil, kalbindeki ihlası en sağlam olarak iyilik edene göre belirleniyor. İçine enaniyet, kibir ve minnet gibi zehirler katılmamış iyilikler, her halükarda sahibine birincilik getiriyorlar. Kalplerdeki niyet ise, yarışa kabul edilmenin ön şartı: Allah(cc) rızasından başka bir maksatla iyilik edenler bu yarışa katı

Maalesef sizi sevemeyecekler

Resim
Bazı şeyleri değiştiremezsiniz, güneşin doğuşuna da batışına engel olamayacağınız gibi; gecenin karanlığına gündüzün aydınlığına, hayatın ve ölümün gelişine, gelenlerin gidişine, bir kısmımızın iyi bir kısmımızın kötü oluşuna, bazılarımızın mümin bazılarımızın kafirliği seçişine, zalimlerin varlığına ve acıların, yıkımların, felaketlerin ardı ardına gelişine engel olamazsınız. Dünyanın kanunu böyledir; kimse şeytanı yok edemez, öldüremez! Allah(cc) öyle murat etmiştir, hüküm öyle verilmiştir, kanun öyle konulmuştur bu dünyaya, değiştiremezsiniz. Şeytanlaşan insanların varlıkları da, iman edenlere düşmanlıkları da kıyamete kadar devam edecektir. “Sen onların milletine tabi olmadıkça senden razı olmayacaklar.” (Bakara 120) Onlar gibi düşünüp, onlar gibi yaşamadıkça sizi sevmeyecekler, sevemeyecekler. Bu kesin gerçeğe rağmen; “gayri Müslimlere” yaranmaya çalışan, onlarla ünsiyet kurmaya heveslenen, onların İslam’a ve Müslümanlara düşmanlıktan vazgeçeceklerine ina

Durmak yok olmaktır

Resim
İnsanın bildiği her şey bir göç serüvenine sahiptir. Uzay dediğimiz sonsuz derinliğin ve sınırsız karanlığın içinde, büyük ve muhteşem bir göç yaşanır. Samanyolumuz uzayda, galaksimiz samanyolunda, güneş sistemimiz galaksimiz içinde, dünyamız güneş sistemi içinde sürekli ve hiç durmayan bir yolculuk yapar. Durmak veya sabit kalmak gibi bir seçenek ya da şansımız olamaz; durmak yok olmak demektir. Dünya dursa hayat biter; güneş ya da galaksimiz ya da samanyolumuz duracak olsa da sonuç aynı olurdu. Yaşamın devamı için harekete, yolculuğa, göçe mecburuz. Bu makro göçün yanında, içinde yaşadığımız dünyada bulunan tüm varlıklar da bir göç serüveninde oradan oraya sürüklenir dururlar. Çöllerde kumlar, denizlerde sular göç eder. Dağlarda ya da ovalarda tohumlar göç eder. Vahşi hayatın halen devam ettiği savanalarda sürüler göç eder. Durmak veya sabit kalmak gibi bir seçenek ya da şansları yoktur; durmak ölmek demektir. İnsanlığın dünya üzerindeki macerası da göç il

Kur'an ve sünnetle duygusal bağ kurmak

Resim
Evet hepimiz kesin olarak iman edip biliyoruz ki; Allah(cc)’in indirdiği vahiy ve kelamı olan Kur’an ile Rasulü(sas)’in din hususunda bize nakledilen bütün uygulamalarının genel adı olarak sünnet, bu dinin temel iki esasıdır. Bunlar olmadan ne din olur ne dini hayat, ne dünya kurtulur ne ahiret. İman dediğimiz, Kur’an ve sünnet ile bize bildirilen hakikatlerin doğruluğundan emin olmak, tamamını tasdik etmek ve aksine bir iş ya da söylemde bulunmamak demektir. Ortalama bilgi sahibi her Müslüman, nelere inanması, nelerden yüz çevirmesi gerektiğini bilir, bilmek zorundadır. Hayatının en değerli bilgisi budur. Olmazsa olmazımız, inanılması gerekenleri bilmek ve tasdik etmek, imanımıza aykırı olanları da bilmek ve reddetmektir. Ancak Kur’an ve sünnet, sadece teknik ve teorik bilgiler olmayıp aynı zamanda gönülden bağlı olduğumuz hayat kaynaklarımızdır. Ayetlerden bir ayeti duyduğumuzda, kör ya da sağır numarası yapma lüksümüz olmadığı gibi, anladıklarımızı tatbik etmeme seçene

Taklit ve uyumda denge

Resim
Yaşayan bir örnek, çocukluğumuzdan itibaren hayatımızın hemen her devrinde bize önemli ve anlamlı geliyor. Bilinçsiz bir örneklik ya da rastgele seçilmiş bir uyumdan değil, bile isteye ve tercih ederek taklit etmeye çalıştığımız insanlardan bahsediyorum. Kendimizce iyi gördüğümüz kişi ya da davranışları farkında olarak ya da olmayarak içimize kazıyor, sonra da benzer durumlarda o beğendiklerimizle doldurduğumuz veri tabanımızdan ana uygun davranışlar seçiyoruz. Tabi aksi de mümkün; çirkin ve pis işleri görmenin de benzer bir kalıcı etkisi olabiliyor ama herhalde hiçbirimiz bu gibi örnekleri memnun ve mesut bir ruh hali ile taklit etmeyiz. Konu din ve diyanet yani dinin yaşanması olunca, bu taklit makamını seçmemiz daha bir farklı açı kazanıyor. Zira dinimiz için seçtiğimiz örnekler sadece dünyamızı değil, ahiretimizi de tayin edebilir. Pek çok kriter vardır ve bunların geneli ilim ve ihlas üzere bina edilmiştir. Zaten din hususunda örneklik etmenin asgari ve temel şartl

Sebeplere değil Allah’a inanmak

Resim
Takvimler, insanların birtakım planlamalar yapmak için kullandıkları ve zamanın akışına ya da olayların gidişatına etkisi olmayan hesap sistemleridir. Bunu belirtme ihtiyacına sebep olan serzenişleri duymuşsunuzdur. Pek çok insan, 2020 yılına sitemlerle başlayan cümleler kurmaktan değişik bir teselli buluyor. Oysa zaman takvimlerden bağımsız akmaya devam ettiği gibi, olaylar da takvimlerle alakasız olarak, Allah(cc)’in dünya için tayin ettiği kader çizgisinde cereyan ediyor. Bu sözlerin en vahim tarafı; Kadir-i Mutlak olan Allah(cc)’in ve O’nun tayin ettiği kaderin unutularak, yaşananları bir devre, bir takvime ya da sebep olan birilerine veya bir şeylere bağlamaktır. Oysa sebepler dünyaya Allah(cc)’in koyduğu kanunlardır. Bulutlar toplanacak ve yağmurlar yağacaktır. Yağmuru bulutun yağdırdığını zannetmek İslami açıdan gaflet ve dalalet olurken ,insani açıdan da bunca muhteşem deveranın kendiliğinden ve başıboş vuku bulduğunu zannetmek, zavallı bir ahmaklık olarak kal

Filiz vermiş bir dal gibi

Resim
Çok hızlı yaşıyorduk, çok hızlı akıyordu sular ve elektrik hızlıydı. Işık hızını bile hesaplamıştık. En hızlı uçuşlarla, en hızlı ulaşılan uzaklar yakın olmuştu. Hızlı elemanlar makbuldü. Hızlı hayatlar yaşıyorduk ve hızlı ölümlerle ölüyorduk. Ölüm de hızlıydı! Hızlı konuşuyor, hızlı yazıyor ve hızlı okuyorduk. Hız ibreleri sadece arabalarda değil hayatın her alanında vardı; kimisi görünüyor kimisi görünmüyordu ama hız vardı, olmalıydı. Tam da bu hengamenin ortasında, vazgeçilemez zaruretlerin üstünde, aksamaması gereken trafiklerin tepesinde aniden bir şey oldu. Pek çok şey durdu! Bir çok şey yavaşladı. Uçaklar eskisi kadar hatta hiç uçmaz oldu. Otobüslerle bile seyahat edilemiyor. Sokağa çıkmak gönüllü ya da gönülsüz yasaklanır oldu. Olmazsa olmaz sandığımız her ey bir anda olmaz oldu! Ölüm bile yavaşladı! Hep olan ama farkında olmadığımız sayılarla ölüm, yavaşça girdi aramıza… Ama hayat devam ediyor; bir yanda eski akışın hızından beslenenler aç k

Komploculuğun dayanılmaz kolaylığı

Resim
Hayat, insan için bir açıdan, bildikleriyle tecrübe ettiklerinin kesiştiği yerdir. Saf ve temiz fıtratların öğrendikleri doğrularla karşılaştıkları yanlışların tenakuzunu yaşarken hissettikleri şaşkınlığın telafisi genellikle yoktur. Telafi edilemeyen çıkmazlar tevil edilerek savuşturulur. Annesinden sevgiden başka bir şey görmemiş çocuğun, annesinin ilk kızgınlığında yaşadığı şok, belki de hayatının geri kalanında başına gelecekler için bir hazırlıktır. Tevili hemen yapılır; kızmıştır ama sevdiğinden… Sonra ilerleyen yıllarda, her kızanın sevdiğinden kızmadığını anlaması da biraz zaman alacak, hatta birileri bunu hiçbir zaman anlayamayacaktır. Bütün teviller bir çare arayışının meyvesidir denebilir. Gücümüzün yetmediği, değiştiremediğimiz, bizi çaresiz bırakan meselelerde teviller ve birilerine sorumluluğu ihale etme yolu her zaman açıktır. Geri kalmışsak, kesin düşmanlarımızın zalimliğindendir. Zayıf bırakılmışsak, coğrafyamızın kader oluşundandır. C