Kayıtlar

Sevgi etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Hayat bağlarımız

Resim
İnsanoğlunun hayata tutunmak için, uğrunda birtakım fedakarlıklar yaparak, kendini mutlu hissettiği, yaşamaktan haz duyduğu ve hadi öyle söyleyeyim, “hayatına anlam kattığı” duygu bağları, his dünyası, aidiyet arzuları vardır. Mesela biz Müslümanlar için, temeli imanımıza dayanan birçok örnek vermek mümkün. Rasulullah(sas)’e duyduğumuz muhabbetten başlayıp, seçkin insan toplulukları olarak ashabına duyduğumuz bağlılık, onların izlerinden gitmeleri ve dünyaya hayırlı bir nam, güzel bir hatıra ve yüksek bir şan bırakan ecdadımıza duyduğumuz aidiyet duyguları bizi hayata bağlayan, yaşadıklarımıza anlam katan ve gelecek tasavvurumuzu şekillendiren iç dinamiklerimizdir. Kendimizi ait hissettiğimiz milletten, neslimizin geldiği aileye, bir nimet ve imtihan olarak lütfedilen evlatlarımızdan, bir şekilde bağımız olan ve değer verdiğimiz insanlara, arkadaşlarımıza ve dostlarımıza; ortak duygularımız, ortak hayallerimiz, ortak acılarımız ve ortak sevinçlerimiz olan her bir varlığın

Hayatın sırrı muhabbet

Resim
Biz insanlar herhalde kendimiz dışında her şey hakkında çok fazla şey biliyoruz ama konu kendimize gelince, bağnazlık ya da kibirden midir bilinmez; kendimizi pek tanımıyoruz, nasıl ve neyle dünyaya geldiğimizle ve hayatta kaldığımızla pek ilgilenmiyoruz, mutluluk ya da dünya huzuru dediğimiz hisleri de genelde yanlış yerlerde arıyor ya da yanlış yerlerde bulduğumuzu sanıyoruz. Allah(cc) bizi “ahsen-i takvim” üzere yarattı ve bize en güzel hasletleri verdi. Kainattaki bütün yaratılmışlara dağıttığı merhamet hissinden de canavarlıktan da bize hisseler verdi. Varlığımızı muhabbete bağladı hatta O’na imanımızı, Peygamberine imanımızı bile muhabbete bağladı. Bizi hayata, muhabbete muhtaç ve muhabbetle beslenen bir canlı olarak getirdi, muhabbetle büyümeyi ve muhabbetle güçlenmeyi varlığımızın kanunu kıldı. Gerek bedenimiz gerekse ruhumuz sevildiğinde büyüdü ve gelişti, sevilmediğinde çürüdü ve yıkıldı. Çocukluk travmaları dediklerimiz, terapilerde inilmeye çalışılan çocukluk

Muhabbet hürmeti icap ettirir

Resim
Herhalde hiç dolmayan bir kap dense yeridir, insanın kalbine. O kadar çok şey alır ki, hesaba sığmaz, sayıya gelmez. Farkında mısınız, ne kadar çok şeyi seviyoruz biz. Her birimiz kendince, kabul eder ya da reddeder ama mutlaka bir şeyleri severiz. İnsanları severiz; eş, dost, akraba, evlat diye uzar gider liste. Eşyayı severiz; ev, araba, kanepe, koltuk hatta çatal, bıçak bile sevenlerimiz vardır. Bazı muhabbetlerimiz takıntılıdır, arızalıdır biraz. Dokundurtmayız onlara. Lafını etmesek bile, vardır ve önemlidir bizim için. Tohum gibidir biraz muhabbet; ekilir, beslenir, büyütülür, yeşillenir ve belki çiçek açar hatta meyveye durur belki de… Belki de bir ters rüzgar ile kopar, savrulur gider. Köksüz ve dalsız kuru bir ağaç gibi kalakalır insan. Şekli ya da sebebi ne olursa olsun; muhabbetin meyvesi mutlaka hürmet olmalıdır. Emsal olamayacak şeyleri yan yana yazmaktan korkarak yazayım. Allah(cc)’e muhabbeti olanın O’na hürmeti de olmak zorundadır.

Paylaşabildiğin kadarsın

Resim
Dağlar gibi ulu bir zatın olsa ne fayda, eteğinde kuzular otlanamıyorsa. Denizler gibi suyun olsa ne fayda, kıyında bir garip susuzluğunu gideremiyorsa. Çöller gibi kumun olsa ne fayda, sıcağında bir evsiz ısınamıyorsa. Ormanlar gibi ağacın olsa ne fayda, gölgende bir yolcu barınamıyorsa. Dünyalar gibi havan olsa ne fayda, göğünde bir kuş uçamıyorsa. Sahip olduğun, paylaşabildiğin kadardır. Sen de kalan değil… Dilediğin kadar zengin ol, al-u iyaline harcamazsan ne fayda? Hakiki zenginlik suya atılan taş gibidir; halka halka yayılır ve çoğalır. Kıyılara ya varır ya varmaz ama suya hareket getirir, rahmet getirir, merhamet getirir. Garibana vermezsen ne ki mal, mülk? Evsize, yoksula, muhtaca, muhacire, sana sığınana, ülkene kaçıp gelene veremezsen, bakamazsan, kollayamazsan ne fayda beklersin yağan yağmurlardan? Kanatlarının altında bir garip barınamazsa; altından şehirlerin, gümüşten köylerin olsa ne fayda? Ekmeğinin tadı, toprağında yetişen

Neticede insanız

Resim
İyilik ya da kötülük yapmaya meyyal yaratılmış, bir gün iyi ertesi gün kötü olabilen, bazen bir ömür iyi kalıp son anda yön değiştiren ya da tam tersi hayatını kötülüklerle heba etse de hayırlı ve iyi bir finalle toprağın altına gidebilen, yaratılışı en güzel ancak yaşayışı buna nispetle en kötü olabilen, olma ihtimali bulunan tek canlıyız. Herhangi bir hayvan istese de insan kadar iyi ya da insan kadar kötü olamaz, esasen isteyemez de bunu; zira onlar yaratıcılarından aldıkları vahye itirazsız tabi olurlar, itiraz etme, sapma insana verilmiş bir imtihandır. Bal yapmak arının varlık sebebidir, yapmazsa yok olur. Varlık sebebi ibadet olan insan da aslında yapmazsa yok olmaktadır ancak bunu anlaması için ölmesi gerekir. İyiliklerden iyilik seçme imkânımız olan zamanlar en iyi anlarımızdır, hangisini seçersek seçelim iyidir zira. İyiliklerden birini terk edince bir başkasını yapamama gibi bir yasağımız da yoktur. Bu hem dinde hem insanlıkta böyledir. Herhangi bir dini vecibeyi

Notlar

Resim
Ay(na)’dan yansıyan nur, güneşin varlığına iman etmenin vesilesidir. Ay’ı nur kaynağı zanneden ya cahildir ya ahmak;ay’dan yüz çevirenin yüzü kara! *** Kâbe’nin bir köşesinde bir taş durur ve o Hacer’ul Esved’dir. Esved sevdanın da bir adım ötesidir aslında. Hacer’ul Esved’e ibadet edilmez, ibadete onunla başlanır. Ona dokunan Mevla’nın eline dokunmuş gibidir… O şahittir! Kâbe’yi Hacer’ul Esved’den ibaret sanmak körlüktür Ama Hacer’ul Esved’siz Kâbe’de tavaf dağılmaktır, dağınıklıktır. *** Put kırmaktan daha büyüktür büyük putun boynuna baltayı asmak, kırmayı da kırmaktır çünkü bu… Öyle bir kırmak ki, bir daha tarih boyu kelleleri yerlerde sürünmeye mahkûm kalır putların! Ve putperestlere kendi dilleriyle putlarını kırdırmaktır bu. *** Dünyasını İslam üzere kuran bir ümmet anlayışının yerini, dünyasında İslam’a da ‘lütfen’ yer veren bir pratik felaketin aldığı günlerdeyiz. *** Yol genişleyip hız arttığında artık en ufak bir hataya mahal yoktur, ufacık bir taş ya da m

Kimi ne kadar sevmeli?

İnsan, evet belki akıllıdır, zekidir, yetenekleri vardır, tasarlama ve hesap etme yetisi çok gelişmiştir, eğitim aldığında bir çok konuda uzmanlaşabilir. Kendimize ait beceri ve marifetlerin sayılmakla bitmemesi çok normal, zira Allah(cc) bizi aleme efendi olsun, üstün olsun, hükmetsin, halifesi olsun diye yaratmıştır. (bknz. Bakara 30) Bir de bize hisler vermiştir ki; bazen aklımız ve becerilerimiz devreden çıkabilir, aldığımız eğitimler anlamını kaybedebilir ve biz bir anda vahşi bir hayvandan daha aşağılık bir katile yahut munis bir kediden daha sakin bir yapıya bürünebiliriz. Severiz, kızarız, nefret ederiz, çıldırırız bazen öfkeden yahut düşmanlıktan... Gözümüz kör olur bazen! Açık gözlerle göremeyiz bazı gerçekleri de sapıtırız, dengemiz kayar, dünya tersine dönüyor gibi tepkiler veririz. Bu kadar etkin hisleri başıboş bırakmamız en başta insanlığımıza yakışmaz. Öyle ya biz dünyaya etkisi ve katkısı olan her şeyi idare etmek isteriz. Halifeyiz ya! Mümkünse hisleri de k

Küçük düşünüyorum

Modern dünyanın biz insanlara sunduğu hayat tarzı ve bizim aslında yaşamak istediğimiz hayat düzeni arasındaki makas açıldıkça seçmekte ve duruş tayin etmekte zorlandığımız bir vakıa. İstemediğimiz şeyleri kabullenmek, tolerans göstermek bir yana bizzat biz onları yaşamak zorunda kalabiliyoruz. Büyük olayları ya da büyük toplumları hayal ettiğimiz şekle büründürmek hayalden öteye geçemiyor ve biz bunu kabullenmekte ya da bu gerçeğe inanmakta zorluk çekiyoruz. Bir bakıma hepimiz biraz hayalperestiz ama bunu da kabullenemediğimizden kendimize ütopik isimler yakıştırıyoruz. Kurguladığımız bu hayali dünyada kendimize layık gördüğümüz ve tabii ki senaryosunu kendimiz yazdığımız rolü gayet başarılı biir şekilde ortaya koyuyoruz. Orta oyunumuz bir de çevremizden alkış aldı mı değmesin kimseler keyfimize; bizden iyisi zor bulunur zaten! Sorumlu olmadığımız ve dünya da ya da ahirette hakkında hesaba çekilmeyeceğimiz o kadar çok meşgalemiz var ki, bunlardan bir kısmından kurtulsak belki de

Kendimizi kurtaralım

Dünya hayatı sabahlar ve akşamlar yurdudur; aydınlık ve karanlıklar, gündüz ve geceler, galibiyet ve mağlubiyetler, hayat ve ölümler, tokluk ve açlıklar, mazlum ve zalimler, mü’min ve kafirler, barış ve savaşlar... Size bir yara dokunduysa karşı topluluğa da benzer bir yara dokundu. Allah'ın gerçekten iman etmiş olanları ortaya çıkarması ve aranızdan şehidler edinmesi için bu günleri böyle aranızda döndürürüz. Allah zalimleri sevmez.  (Ali İmran 140) Bu günler aramızda döner durur ve nihayetinde dünya hayatı son bulur ve adalet mutlak ve şaşmaz bir şekilde icra olunur ki o gün ‘din günü’dür. Öyleyse ne sevinçlerimizde haddi aşmamalı ne de hüzünlerimizde kendimizi kaybetmemeliyiz. Sevinilecek işlerde elbette memnun oluruz ancak haddi aşmamak demek o başarı ya da galibiyetin sebeplerinin tahakkuk ettiği ve Kadir-i Mutlak olan tarafından bahşedildiğini unutmamaktır. Kayıp ve hüzünlerde haddi aşmak ise yine o takdiri gözardı ederek, umutsuzluğa ve çekişmeye meyletmektir. Her iki

Bir Film Meselesi

İletişim ve teknoloji çağında olmamız sebebiyle, herşeyin bir şekilde bu gelişmelerle içiçe olmak zorunda olduğu gerçeğini gözardı etmeden mukeddasatımızı bu devrin zedeleme ve olası hakaretlerinden koruma refleksimizi harekete geçiren son günlerin tartışmalı filmi; ‘Muhammed, The Messenger of God’ bizi bir kere daha sarstı. İranlı meşhur bir yönetmenin bu son filmi ile 3 bölümle Nebi(sas)’in hayatını anlatacağı açıklandı. İlk bölümü bazı islam ülkelerinde yasaklanan film geçen hafta vizyona girmesiyle gündem oldu ve eleştirilerle savunmalar bir anda havada uçuşmaya başladı. Son söyleceğimi başa alayım; bu filmi izlemeyi düşünmüyorum ve kesinlikle izlenmesini de tavsiye etmiyorum. Bunun sebeplerini izah etmeye çalışacağım elbette ama aslında bir tek sebep bütün sebepleri bastırdığından sadece onu anlatmam belki de kafidir. Biz müslümanlar Muhammed(sas) ümmetiyizdir ve O’na tabi olmamız ve sevmemiz imanımızın gereği olduğu gibi imanımızla birlikte kalplerimize yerleşen bir

Mirasyedi Alimler!

Pek çoğumuzun işittiği meşhur bir hadistir; 'alimler nebilerin varisleridir'. Bu hadisin ravileri konusunda hadis alimlerince yapılan eleştirileri bir yana bırakarak hadisin tam metinini okuyalım: ‘ Kim ilim talep etme isteğiyle bir yol tutarsa, Allah onun yolunu cennete ulaştırır. Melekler ilim talebesine, kanatlarını sererler. Muhakkak ki alim için göklerde ve yerde bulunanlar istiğfar ederler. Hatta denizdeki balıklar bile. Alimin abide üstünlüğü, ayın diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir. Şüphesiz ki alimler nebilerin varisleridir. Nebiler dinar veya dirhem miras bırakmazlar. Onlar sadece ilmi miras bırakırlar. Kim bu mirası alırsa çokça nasip almış demektir. ’ (Tirmizi, Ebu Davud) Hadisin metninden açıkça anlaşılan ve alimlerimizin çoğunluğunun da anladığı üzere bu miras ilimdir ve alimlerin nebilere varis olmaları bu ilme sahip olmalarına işaret eder. Bir kişiye bir diğerinden miras olarak kalan şey, onda ilk sahibinin meziyet ve üstünlüklerini ortaya çıkarmaz ve hatta

Kerbela; ifrat ve tefrit

İslam tarihinin en mustesna kısmını oluşturan Risalet ve Raşid Hilafet dönemleri sonrasında yaşanan vahim olaylar mecburiyetler dışında pek ilgilenmediğim daha doğru bir ifade ile kaçtığım bir konudur. -San'a'dan Hadramevt'e bir kadının Allah'tan başkasından korkmadan yolculuk edebildiği- dönemin Mekke'nin en zor günlerinde müjdelendiği gibi yaşandığı zamanların hemen ertesinde, yalnız cihad için bilenen kılıçların Uhud'da bir kayaya vurularak paralandığı örneklerin de bulunduğu zor zamanlardır o yıllar... Ömer(ra)'in minberden şehadet dilediği ve buna mihrabta ulaştığı, Osman(ra)'ın kanının mushafa döküldüğü, Ali(ra)'nin bir zamanlar kendi şiasından olanlarca katlediği zamanlar... Osman(ra) döneminde başlayıp Ali(ra) döneminde devam eden fitne ateşi Hasan bin Ali(ra) ve Abdullah bin Zubeyr(ra) gibi Medine'nin güzide evlatlarını da yakmıştı. Ehli Beyt, ümmetin tüm muhabbetine ve hürmetine rağmen katledildi. Kerbela vakası sırasında tarihçil

Güzel yemek yoktur!

Kargaya yavrusunun şahin göründüğünü biz uydurmuşuzdur. Karga nasıl göründüğüne bakmaz halbuki yavrusunun... Annedir ve olay bitmiştir! Yavrunun herşeyi tatlı ve güzeldir. Anneleri farklı kılan nedir diye çok düşünüyorum... Yaratan bize kendinden sıfatlar vermiş. O Semi'dir, biz de işitiriz. O Basar'dır, biz de görürüz. O Hayy'dır, biz de yaşarız. O Muhalefet'un lil-Havadis'tir, biz de birbirimizden mutlaka bir yönümüzle ayrıyız. O Alemlerin Rabb'idir, biz sahip olduklarımızın efendileri... Bu örnekleri uzatabildiğiniz kadar uzatın, sonuçta ortaya çıkan O'nun bize kendi sıfatlarından birer parça verdiğidir. Bütün bu sıfatlar herhangi bir cinsiyet ayrımı olmaksızın herkese verilmiştir. Bir tek sıfat var ki o sadece annelere özeldir. Sadece ve yalnızca annelerin bağrında yaratılır yavrular! Ve yavrularını en çok hep anneler sever, en çok anneler düşünür, en çok anneler ağlar. Kimsenin gönlü bir anne kadar rikkat sahibi olamaz evladına karşı ve kimsenin kulakla

Bir yad-ı cemil: Kurban

Binlerce yıldır kimler geldi, kimler geçti... Tarih sayfaları, gelip-geçenlerin hikayeleriyle doludur. Ardından söylenenlerden ve söyleneceklerden hiçbirinin haberi olmadı. İçlerinden kimileri bunu da dert edindi ve ardında bir güzel hatıra(yad-ı cemil) bırakabilmek için gayret sarfetti. İşte peygamberler bu noktada da hep bütün insanlığa örnek oldular. İnsanlık bütün güzellikleri onlardan öğrendi! Geldiler, ama bir daha hiç gitmediler... Adem, Nuh, İbrahim, Musa ya da İsa denildiğinde kim oldukları hemen bilindi. Hep güzel hatıralarla anıldılar. Muhammed(sav) denilince baharın bütün goncaları patladı! İbrahim(as) onlardan biri, hanımı Hacer ve oğlu İsmail(as) ile öyle hatıralar bıraktılar ki; Allah onların hatıralarını insanlara 'din' kıldı! İbrahim(as), dost bir peygamber, güzel bir eş, fedakar bir baba idi. Bir emirle getirip Hacer ve minik İsmail'i kuru ve kara taşlarla dolu bir ıssız vadiye bırakıp gitti. Sonra bir emirle eline bıçağı alıp ciğerparesini yatırdı yere...

Gurbet mi, Sıla mı?

Geldiğimiz yere gidenlere selam olsun. Ağlayarak gelenlere, gülerek gidenlere selam olsun. Selam olsun dönülmez göçe hazırlananlara, selam olsun sılasını özleyen herkese... Her acıya bir hasret kalır, binlerce hasret bırakır yarınlar. Ayrılmak bitip gitmek midir acaba? Yitip yokolmak mı? Ölüm ne ki? Her gece perdelerimi uçuran rüzgar yoktur oysa. Oysa sabah yine aynı sabah, akşam yine aynı akşam. Alışkanlık, zor dedirten ayrılığın son noktasındadır. Bakar durur gözlerinin içine ama sen anlayamazsın. Nelere alışmadın ki! İnsanlığın yüzakı, gönül aydınlığı, dizlerin dermanı, gözlerin ferinin yokluğuna bile alıştıktan sonra neye alışılmaz ki? Kimse anlamak zorunda değil beni diye düşünürüm çoğu zaman. Hem anlasa ne olur, anlamasa ne olur. Okusa da okumasa da unutulur gider insanın içinde o kendisini kabul ettirmek isteyen zamanın kabul edilemez dürtüsü. Bağırırsın ya, belki duyan olur. Duysa ne olur onu da bana söyle. Kaç karış büyürsün bu hayata. Kaç karış mezarın olur. Herşey gözlerimin

Şubat durgunluğu/dağınıklığı

Eğer birgün güzel bir şiir yazacak olursam bu mutlaka bir na't olur. Ben güzel yazabileceğimden değil elbet, O'nun adı geçtiğinden ya da O'ndan bahsettiğimden olacaktır bu. Zaten na't yazmamış adama şair de denmez ki… Öyle ya, kainattaki bütün muhabbetlerin sebebi olan bir zatı sevmeyen başkasını nasıl sever ki? O'nun yokluğuna bir damlacık gözyaşı ile bile yanmamış olan nasıl şiir yazar ki? Ağlamayan şiir de yazamaz değil mi? Sevmeyi bilen O'nu sevendir ancak. Muhabbet, sevgi, aşk, hangisini Muhammed(sav)'siz anlayabilir insan? O yağmur gibidir, heryere ve herkese yağar aslında. Ama çok az insan becerir yağmurun ellerinden tutmayı… Herkesin kalbi yetmez O'nu sevmeye ki! Herkes göremez gökkuşağını,  kimine bulanık bir camın ardından bakmaktır yağmur. Yağmur en çok O’na yakışır lakab olarak, ancak bu kadar rahmet ancak bu kadar azab bir şekilde bir kelime ile ancak böyle yakın ifade edilir. Sevenlerine rahmet ve bereket; düşmanlarına sel ve felaket! Her y

Gerisi vesaire…

Sonbahar hüzün mevsimidir, nerdeyse bütün edebiyatçılar en verimli zaman dilimi olarak sonbaharı görürler. Sonbahar hasat mevsimidir aynı zamanda. Ekenlerin biçtikleri mevsimdir. Sonbaharın türkçeleştirilmeden önce adı Hazan idi, Hazan mevsimi yani... Yaprakların hayat verdikleri dallara vedasının adı, yeşilin sarıya ya da kızıla yenilmesi, rüzgarın her bir yaprak için ayrı ayrı gazeller okuduğu bir mevsim. Ağaçları, toprağı, suyu ve havayı saran hüznün insana dokunmama ihtimali yok! Göğsündeki kemiklerin arasında kalb taşıyanlara hüzün zaten ayrılmaz yoldaş... Yeni zamanlarda artık hüzünler öyle ağır, öyle yoğun ki; acının şiddetinden diller tutulup, gözpınarları kurudu. Doğudan ve batıdan insanların ve can taşıyan her bir nesnenin feryadı sardı alemi. Yaşadığı ini kemirirken ev başına yıkılan farelere döndü çağımız insanı. Önce kendine olan saygısını yitirdi, sonra çevresindeki hiçbirşeye merhameti kalmadı. Pervasızca sömürdüğü dünya ve içinde ve üstünde yaşayanlar artık isyan ediyor

Seni sevmek şereftir bize!

Ey insan Göklerin öğrencisi, yerlerin öğretmeni Sen öğrettin taşa konuşmayı Ağaca selam vermeyi Aya yarılmayı, toprağa dürülmeyi Göklere kurulmayı, durmayı zamana Yılana ve deveye sevmeyi Ölmeyi, öldürmeyi Yaşamayı sen öğrettin insana (M.İslamoğlu.) ... Biz seni, bize alemlere rahmet Rasul olarak veren Allah için çok sevdik… Biz seni, yüzünü hiç görmeden sevdik… Biz seni, içimizdeki bütün eksikliklere, kusurlarımıza rağmen sevdik… Biz senin yetimliğini, biz senin ümmiliğini, biz senin arkadaşın Cebrail melekten okumayı öğrenmeni çok sevdik. Sen bize, Allah'ın sözünü okuyan ve öğreten başöğretmenimizsin…  Allah'a imanın, O'nun kitaplarına inanmak ve kitaplarını sevmekten geçtiğini de söyledin. Kitapları sevmemiz, okumamız bundandır. Sen, bize Allah'a inanmanın O'nun elçilerini sevmek ve aziz tutmaktan geçtiğini de anlattın. Adem'i, Nuh'u, Davud'u, İbrahim'i, Musa'yı, İsa'yı ve diğer peygamberleri de senin yani Muhammed Mustafa (sav)'nın bi

'Büyük Dost'u istiyorum!

‘Ölüm güzel şey budur perde arkasından haber Hiç güzel olmasaydı ölür müydü peygamber’ (NFK) İnsanız; kolayı zora, yakını uzağa, güzeli çirkine, temizi pise, hayatı ölüme tercih ederiz. İnsanız; doğum günlerini kutlar, ölüm günlerini unuturuz. İnsanız; doğuma sevinir ölüme ağlarız. Doğumun da anne rahmi için bir ölüm olduğunu düşünmez, ölümün ahirete doğum olduğunu hatırlayamayız. Ölümün yokluk olmadığını bilir, ebedi hayata inanırız... Ama insanız, unuturuz! Geçtiğimiz ay Kutlu Doğum ayı idi adeta. Zaten saz telleri gibi gergin duygularımıza bu doğum hatırası da eklenince sağanak yağmurlar halinde sevgi ve iman aktı gönüllere... İnsanlığın yüzakının doğumu idi, yeryüzünün gördüğü en nadide mücevherin, en parlak yıldızın doğumu idi. O hatırlanmaya, sevilmeye en layık olan idi. O'nu anlatmak için yüzyıllardır bütün kalem erbabı bütün hünerlerini ortaya koydular. Kimi na'tler, methiyeler yazdı, kimi kitaplar dolusu şiirler. Kimi O'nun hayatını bilmem kaçıncı defa yeniden anla