Kayıtlar

Dua etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Deprem, ecel ve tedbir

Resim
Hemen her konuda az çok bilgimiz var ama hayatta kalmak için en gerekli bilgileri çoğu zaman önemsemiyoruz bile. Bir felaket anında, kendimizin ve çevremizdekilerin hayatlarının bir pamuk ipliğine bağlı olacağı anlar olacaktır ve o sırada yapılacak bir müdahale, atılacak bir adım çok şeyi değiştirebilecektir. Deprem zamanı, yeri ve şiddeti tahmin edilebilir bir afet değil; işe bu “basit” gerçekten başlamak gerekiyor. Rasathaneler bilimsel verilerle ne yapacaklarını kendileri bilir ama bir deprem yaşamış olanların tecrübeleri, bizim için en değerli bilgiler olabilir. Gerek bir deprem yaşayanların tecrübeleri ve gerekse bu işin uzmanlarının biriktirdiği verilerle oluşan gerçek bilgilerin halka en net ve en anlaşılır şekilde ulaştırılması gerekiyor. Deprem olduğunda evler yıkılıp, yer alt üst olurken şiddetini kimse merak etmez, o depreme maruz kalmayanların ya da kurtulanların işidir. Bize hayatta kalanların enkazdan kurtarılmaları ve hayatlarını devam ettirmelerini sağ

Dokunulmazlarımız!

İnsanlar arasında bizim için değerli ve saygın bir çok kişi vardır. Özellikle kendilerinden dünyamız ve ahiretimiz için faydalı bilgiler edindiğimiz, nasihatlerinden faydalandığımız ilim ve fikir sahiplerine hürmet ve muhabbet beslemek fıtratımıza gayet uygun bir davranış biçimidir. Bir çok meselede olduğu gibi bu konuda da aşırılıklara düşenlerimiz hepimizin malumudur. Kendi hoca, şeyh yahut liderlerini hatasız görmek adeta normal bir davranışa dönüşmüştür. Bir hareket, sevdiğimiz veya peşinden gittiğimiz birinden sadır olunca bir şekilde tevil ederek normalleştirip geçiştirirken, alakamız olmayan biri yapınca tuhaf bir şekilde saldırmaya ve eleştirmeye hatta reddedip dışlamaya hazırızdır. Oysa İslam'da ruhbanlık, dokunulmazlık veya masumiyet yoktur, her müslüman hayatı boyunca imtihandadır ve o anki hali üzere makbul yahut merduttur; ilim ve siyaset önderlerine hürmet etmekle onları ruhbanlaştırmak arasında büyük fark vardır. Peygamberler mustesna ki onların durumları vahiyle

Küçük düşünüyorum

Modern dünyanın biz insanlara sunduğu hayat tarzı ve bizim aslında yaşamak istediğimiz hayat düzeni arasındaki makas açıldıkça seçmekte ve duruş tayin etmekte zorlandığımız bir vakıa. İstemediğimiz şeyleri kabullenmek, tolerans göstermek bir yana bizzat biz onları yaşamak zorunda kalabiliyoruz. Büyük olayları ya da büyük toplumları hayal ettiğimiz şekle büründürmek hayalden öteye geçemiyor ve biz bunu kabullenmekte ya da bu gerçeğe inanmakta zorluk çekiyoruz. Bir bakıma hepimiz biraz hayalperestiz ama bunu da kabullenemediğimizden kendimize ütopik isimler yakıştırıyoruz. Kurguladığımız bu hayali dünyada kendimize layık gördüğümüz ve tabii ki senaryosunu kendimiz yazdığımız rolü gayet başarılı biir şekilde ortaya koyuyoruz. Orta oyunumuz bir de çevremizden alkış aldı mı değmesin kimseler keyfimize; bizden iyisi zor bulunur zaten! Sorumlu olmadığımız ve dünya da ya da ahirette hakkında hesaba çekilmeyeceğimiz o kadar çok meşgalemiz var ki, bunlardan bir kısmından kurtulsak belki de

Şerrinden Allah’a Sığındıklarımız

Müslüman olmanın en güzel yanlarından birisi de elinizin ermeyeceği ve gücünüzün yetmeyeceği varlıklarla ve tabii ki insanlarla da mücadele edebilme imkanına sahip olmaktır. Dünyanın neresinde olursa olsun bir zalim ve gaddar hakkında kalbinde iman taşıyan herkesin Rabb’ine iltica etme ve duasıyla onu Rabb’ine havale etme gibi bir mücadele çıkış kapısı vardır. İnsanlar bir yana, insanların hisleriyle bile bu şekilde dua ile mücadele etme ve onlara direnme hatta korunma imkanımız her zaman mevcuttur. Haset ettiği zaman hasetçinin şerrinden de sığınılacak merci yine Rabb’ul Alemin olan Allah’tır. Kin ve öfkelerden, düşmanlık ve ihanetlerden korunak olarak kaçılacak yer de yine duanın vesile olacağı emniyettir, huzurdur, sekinettir. Şüphesiz dua, yalnız dillerden dökülen cümleler değil esasında kalplerde taşınan iman ve teslimiyetin niyetlere dönüşmesi ve bu niyetin Kadir-i Mutlak olan Allah’a kalplerden ve dillerden yine O’nun lütfu bir lisan ile sunulmasıdır. Bizim beddua d

Temel Hedef

Kainattaki herşey bir hedefe ya da bir amaca hizmet etmek üzere yaratılmış olup bunların arasından kendi kararıyla yol tayin etme hakkı sadece insana verilmiştir. Bu hakkın verilmiş olmasının hikmeti de imtihan edilmesi ve sonrasında bir mükafat kazanacak olmasıdır. İrade verilmeyenler imtihana da tabi değillerdir zira. ‘Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etmeleri için yarattım.’ Zariyat 56 Biz bu temel yaratılış nedenine iman edenlere müslüman diyoruz. İman etmek bu bilginin doğru olduğundan kesin olarak emin olmak demektir. Bu konuda şüphe duymak bile iman dairesinin dışına çıkmaya kafidir. Ki akıl sahibi her insan da kabul eder ki; hakkında acabalarımız olan ve şüpheler taşıdığımız herhangi bir bilgiye iman ettiğimizi söylememiz hem kendimize hem de bahis mevzu olan bilgiye hakarettir. Bu temel bilgi ve yaratılış hedefini kabullenmenin doğal sonucu olarak hayatımızın her alanındaki her işimizi hatta her fikrimizi bu hedefe uygun hale getirmemiz de mecburi bir h

Ramazan’a Veda

Bu yıldan başlayarak Ramazan ve izin muhabbetleri birbirine girecek iyice. Önümüzdeki yıllarda izinli Ramazanlar yaşanacak bu anlamda. Memlekette tadına baktığımız o ‘sıcak’ Ramazan haliyle burada yerini ‘soğuk’ Ramazan’a bıraktı. Ramazan bir zamanın adı, zaman içinden seçilmiş özel bir parçanın adı! Ona bu özelliği veren makamın kudsiyetine sırtını dayamış, kendinden emin ve mağrur bir zaman Ramazan. Ramazan kimseye aldırmadan her yıl yeniden hem de daha yıl olmadan yeniden gelmeye devam ediyor ve edecek. Onun her seferinde bize daha erken gelmesi bizim marifetimizden değil Ramazan’ın Rabb’inin rahmetindendir. Hak ederiz ya da etmeyiz ama o her seferinde gelir, bize bir ay boyunca sürecek bir muhabbet sunar. Ki o bir ayda doldurulacak gönüller sonraki onbir ay boyunca ayaklı rahmet temsilcileri olarak gezerler yeryüzünde. Tam da bu noktada ‘soğuk’ memleketlerin ‘soğuk’ Ramazan’larını yaşayan milyonlarca müslümanın yüreğini ‘soğuk’ sarıveriyor. Rahmet ve muhabbetin ısıtamadığı yürekler

Bir yad-ı cemil: Kurban

Binlerce yıldır kimler geldi, kimler geçti... Tarih sayfaları, gelip-geçenlerin hikayeleriyle doludur. Ardından söylenenlerden ve söyleneceklerden hiçbirinin haberi olmadı. İçlerinden kimileri bunu da dert edindi ve ardında bir güzel hatıra(yad-ı cemil) bırakabilmek için gayret sarfetti. İşte peygamberler bu noktada da hep bütün insanlığa örnek oldular. İnsanlık bütün güzellikleri onlardan öğrendi! Geldiler, ama bir daha hiç gitmediler... Adem, Nuh, İbrahim, Musa ya da İsa denildiğinde kim oldukları hemen bilindi. Hep güzel hatıralarla anıldılar. Muhammed(sav) denilince baharın bütün goncaları patladı! İbrahim(as) onlardan biri, hanımı Hacer ve oğlu İsmail(as) ile öyle hatıralar bıraktılar ki; Allah onların hatıralarını insanlara 'din' kıldı! İbrahim(as), dost bir peygamber, güzel bir eş, fedakar bir baba idi. Bir emirle getirip Hacer ve minik İsmail'i kuru ve kara taşlarla dolu bir ıssız vadiye bırakıp gitti. Sonra bir emirle eline bıçağı alıp ciğerparesini yatırdı yere...

Onlara mühlet ver! (Ruveyda)*

İnsan ne kadar etki edebilir zamana? Kim geçen saniyelerden sadece ama sadece birini geri çevirebilir? Hangi kral ya da imparator, kuruyan bir yaprağa ‘dur’ diyebilir dalında? Güneşi benim Rabb’im doğudan getirirken; hangi firavunun gücü onu batıdan getirmeye yeter? Azrail gırtlağına çöktüğü zaman, kimin silahı onu durdurabilir? Hangi süper gücün, hangi süper lideri sivrisineğe karşı bir savunma sistemi geliştirebilir? Nemrud’dan daha acı bir son hepsini beklemiyor mu? Bu soruları bildiğimiz herşeyi ekleyerek çoğaltalım, sonunda varacağımız nokta kainatın sahibi Allah(celle celaluh)’ın kudretini idraktir! Ve bugün hepimizin yeniden ve yeniden hatırlamamız gereken dünyanın değişmez gerçeği de budur... Birileri birşeyler yapar, birilerinin başlarına bir takım işler gelir.. Acılar, gözyaşları, kan ve zulüm birbirine karışır.. Silahın ve paranın gücünü elinde bulunduranlar hep kazanıyor görünür.. Tıpkı bir zamanlar olduğu gibi. Ama gün gelir, devran döner; ömrü olanlar tiranların da sonunu

Dünyanın kalbine, adım adım...

Hacc hatıraları da en az askerlik kadar anlatmakla bitmez, buna çok şahit olmuşsunuzdur. Her anlatan kendi gördüğü ve hissettiği kadarını aktarabildiğinden olay biraz körlerin fil tarifine dönse de siz aldırmayın. Değil mi ki bahis mevzu olan Allah'ın ve O'nun Rasulü'nün haremleridir, ne kadar anlatılırsa o kadar çok tanınır ve bir o kadar da kadri bilinir. Bu girişten sonra seyahatimizin ayrıntılarına geçebilirim. Anlatacaklarım yukardaki değerlendirmenin dışında olmayacaktır. Ben de her 'kör' gibi elime ya da gönlüme dokunan kadarını aktaracağım. Siz eksik ya da yetersiz bulduğunuz noktaları bir başka hacının hatıraları ile doldurmayı ihmal etmeyin yine de... Amsterdam'dan uğurlanırken içim bomboştu sanki, ta ki İstanbul'da ihram giyinceye kadar. O an diğer insanlardan bir farkınız olduğu ortaya çıkıyor. Çevrenizdekilerin ilginç bakışları özel bir davete, özel bir kıyafetle katılma hakkını elde etmiş özel biri olduğunuzu her defasında yeniden hatırlatıyor.

Vicdan ve Onur

Halimizi, hatırımızı soracak olursanız artık çok iyiyiz. Gözümüzü kapatmadan bu dünyaya, bir geniş nefes alabilmiş olmanın ferahlığı ile can vereceğiz inşaallah. Bunca zaman hüzünle ağlamadan sonra, sevincimizden ağlama zevkini tatmış olmanın tatlı huzurundayız... Hıncımızı, hırsımızı bir geniş nefes ile zalimlerin suratına tükürmüş olmanın dayanılmaz hafifliğinde, ayaklarımız yerden kesildi artık. Ebu Zer’in yalnızlığını paylaşarak herbirimiz, dünyanın en ucra köşelerinde, çekilmiş karanlık köşelerine evlerimizin, bir büyük utancın altında ezilirken; kulaklarımız, gözlerimiz ve gönüllerimiz, bir büyük hasretin son buluşuna şahit oldu. Koca iki değirmen taşının arasında ezilip, ruhumuzun un gibi öğütülüşünü çaresiz izlerken; bir dev kudretli elin bizi taşların arasından bir hamlede, bir yüce hışımla çıkarışını yaşadık. Saman çöpü misali yüzerken koca bir nehrin üzerinde Akdeniz’den gelen kan kokusu ile uyandık, silkindik ve suyun akışına karşı kulaç atmaya başladık. Ciğerlerimize çekti

Ben kimim?

Kendini bilmek ve kim olduğunun farkında olarak yaşamak, kişisel muhasebe gibi erdemli karakter tavrının olmazsa olmaz ilk adımıdır! Kimlik tayini eğerüçüncü şahıslar tarafından yapılırsa taraflı yahut sonuçta ‘hariçten gazel okuma’ şeklinde olacaktır. Birilerine ‘sen şusun, busun’ gibi yakıştırmalar yapmak genellikle insanlararası kopmaların, ayrışmaların ve hatta kavgaların başlangıç noktasıdır. Bu konuda ‘inanç’ noktasında hüküm vermek ise vahim sonuçlar doğurabilmektedir. Bu yüzden buyrun kendimize bakalım. * * * Ben kimim? Kimliğim, sıfatım ve karakterim nedir? Ve bunlar gerçekten üzerimde varolan sıfat ve haller midir yoksa başkalarını avuttuğum ninniler midir? Kafir ; Hakk’ı ve hakikati yani Allah(cc)’ı ve onun dinini reddeden, inkar edendir. Allah katında canlıların en kötüsü kafir olanlardır,çünkü onlar iman etmezler. (Enfal – 55) Onlar ahireti de inkar ederler (A’raf – 45) Münafık ; içten içe kabullenmediği ve inanmadığı halde insanlara kendini mü’min olarak takdim eden ve m

Binbirsurat Dünya, Lanet Sana!

Özelde Gazze için genelde Filistin için söylenecek sözlerin bittiği bir dönemde yazmak zorunda olmak ne kadar tatsız tahmin edemezsiniz. Evet sözün bittiği ve anlamını yitirdiği bir tarih devresinden geçiyoruz. Ne desek boş, ne yazsak yetersiz… Günlerdir bütün kalem erbabı belki de yazılacakların hepsini yazdılar ve söz bitti artık! Evlatlarının cesetleri başında yığılıp kalmış bir anne ya da babayı hangi söz teselli edebilir ki? Hangi güzel cümle, baba ve anne kelimelerini henüz ağzına bile alamadan daha, onları kaybeden bir bebenin hislerine tercüman olabilir ki? Tahmin edebilir misiniz nasıl bir duygudur; başka çocukları anne ya da baba diye seslenirken duyan ama kendisi için böyle bir ihtimal olmayan bir çocuğun halini, iç dünyasını, yüreciğinde kopacak fırtınaları… Sonra kalkıp ayağa kocaman kocaman adamlar utanmadan bu çocuklara ‘terörist’ diyecekler ve biz de tasdik edeceğiz öyle mi? Geçiniz efendiler, geçiniz… Yeryüzünün binbirsurat maymunları ve bukalemunları geçiniz. Size art