Kayıtlar

Din etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Vicdansız dindarlar!

Resim
  Hayatın en geçer akçesi, herhalde tartışmasız olarak; vicdanlı olmaktır. İnsanlar arasında, itibar ve karakter göstergesi, aile ya da yakınlar içinde mevcudiyetin ayrılmaz parçası gibi, dilimizde dolaşan bir temel erdem noktası olarak vicdan. Vicdanın, insanın yaratılışında verilen bir his mi yoksa kontrol edilerek geliştirilen bir davranış şekli mi olduğu tartışılabilir. Bazılarımız, yufka yüreklidir mesela, onlara birilerine acıması ve yardım etmesi için laf etmeye bile gerek duymayız. Bırakın uyarılmayı, bizim bildiğimiz ve inandığımız manada, ahirete inanmasa da, vicdanlı insanlar vardır. Yani fıtrattan kaynaklanan diğer hisler gibi, insanın ruhunun taşıdığı, makbul bir erdem, güzel bir histir vicdan. Bazılarımız acımasız olur; ne ailesine ne çevresine yumuşaklık göstermez, darda kalana el uzatmaz, düşene destek olmaz. Bu insan tiplerinin, temel manada Müslüman olduğunu bilsek ve kendisi de ikrar dahi etse, onda bir eksiklik olduğunu hissederiz. İnsanlar sayıları kadar fa

Altını tenekeden ayırt etmek

Resim
  Her konuda her şeyi çok iyi bilmemiz imkan ve ihtimal haricidir. Her mesleğin kendi kurallarını ve kıstaslarını en iyi o işin ehli bilir ve haliyle de o konuda uzman olan onlardır. En basit tamir işine bile ehlini arar, mümkünse en az hata ile yaptırmak için araştırırız. Dinimiz yani kalbimiz, hayatımız, dünyamız ve ahiretimiz söz konusu olduğunda da; en az arabamıza usta aradığımız kadar hassas, cep telefonumuzun çizilmemesine gösterdiğimiz kadar titiz bir tavırla, kimden ve nasıl öğrendiğimize dikkat etmek, ekmek aldığımız fırını seçmekten çok daha büyük bir inceleme ile din aldığımız ağızları araştırmak, herhalde en değerli vazifemizdir. Alimlere hürmet şiarımızdır ancak Allah(cc)’in dini söz konusu olduğunda kimsenin hatırına hakikat feda edilemez. Hele bir de o kişi insanları saptırma potansiyeline sahip bir pozisyonda ise görmezden de gelinemez. Sevdiğimiz bir hoca söyledi diye batıla hak elbisesi giydiremeyiz. Alimlere gerçek hürmet, onların ayaklarının kaydığını fark et

İnanca saygı, düşünceye özgürlük!

Resim
  Teoride hemen herkesin kabul ettiği inanca saygı gibi bir çağdaş erdem göstergesi var. Üstüne bir de düşünce özgürlüğü eklenince, sloganlarımızı süsleyen bu ikiliyi hepimiz bir yerlerde kullanmışızdır. Batılı çağdaş ve medeni(!) ülkelerin, bize dayattıkları bu ikiliyi pek sevmiştik aslında ama nasıl oluyorsa bir yerlerde konu biz olunca, uluslararası arenada aslanların önüne parçalanmak üzere atılan bizim kutsallarımız olunca, ne hikmetse bir anda bu süslü sloganlar tersine dönmeye başlıyor. Bir bakıyoruz, adamların aleme pazarladığı sloganların içeriğini biz onlara anlatmaya, ikna etmeye çalışıyoruz. İnsan haklarından, inanca saygıdan dem vuruyoruz. Ne kadar güzel anlatırsak anlatalım, fayda etmiyor. Kırk dereden getirdiğimiz sular, kurumuş beyinlere işlemiyor. Sıkıntı şurada; biz, bir kutsalı olmayan insanlara kutsala hakaretin özgürlük olamayacağını anlatmaya çalışıyoruz. Peki kutsalı olmayan insan olabilir mi, insan kalabilir mi? Vardır bir kutsalları diye düşünüp, oradan

Dinde kimsenin ayrıcalığı yoktur

Resim
  Hayatın standartlarından bazıları vardır; aksadıklarında insanı bırakın bir yerlere gitmeyi, olduğu yerde tepetaklak çevrilmeye ve devrilmeye mahkum ederler. Bize pek basit gibi gelen dünya kanunudurlar ama ilahi fermanın değişmez hükümleri olduklarından, uymayanı uydurur, çiğnemeye kalkanı ezer geçerler. İşte mesela; yüksekten düşen incinir, nefes alamayan boğulur, yol bilmeyen kaybolur, kalbi duran genellikle ölür, gibi sabitlerden bahsediyorum. Bunların, yaratılışın ayetleri olduklarını ve insanların bunlara hükmedemeyeceğini, değiştiremeyeceğini not edip devam edelim. Ölüme çare bulamamak gibidir neticede bunlar. Boyun eğmek zorundayızdır. Bu sebeplerden zarar görmemek için birtakım tedbirler bulunur ve onlarla bazıları bir süreliğine tatil edilebilir. Yüksekten düşene paraşüt takmak, nefes alamayanı entübe etmek, yol bilmeyene tarif etmek ve kalbi durana kalp masajı yapmak gibi bazı yollar ve yordamlar bulunur. Tabi en güzeli ve garantili olanı o hallere girmemek için

Filistin hamasetini bıraksak mı?

Resim
Filistin meselesi, herhalde halihazırda kendini Müslümanlardan sayan herkesin bir kenarından tuttuğu ve hakkında bir şeyler bildiği, bir şeyler söylediği ve bir şeyler yaptığı tek meseledir. Bunların üstüne bir de insani duygular ya da politik gerekçelerle işgale karşı olan toplum ya da devletleri de eklediğimizde, baya bir yekunumuz var demektir. Ancak, kalabalık ve çok ses çıkaran bu büyük kitlenin gerçek hayatta karşılığı, ancak su üstünde yüzen bir saman balyası kadardır, maalesef. Filistin’deki işgalin üzerinden geçen şu kadar zaman ve yaşanan onca olaydan sonra geriye kalan, bir hayıflanmadan, derin bir iç geçirmeden ve sonra uzaklara bakıp of çekmekten ibarettir. Ne Arapların milliyetçi duyguları ne de Müslümanların İslami hassasiyetleri, işgalcilere geri adım attırmayı bırakın, yeni hamleler yapmaktan korkutacak kadar bile etkin olamamıştır. Elde ettiğimiz en büyük kazanım; Filistinli çiftçilerin, yakılmayan ürünlerinin pazara çıkarılmasını sağlamakla veya

Meziyet veya rezalet olan cüret

Resim
Ticaret yapmak için bir cüret veya cesaret gerektiğini hemen herkes bilir. Bunun gibi hayatın gailesi içinde bazı sıradan işlerde bir nebze cüretkarlık makbuldür ve gereklidir. Hele er meydanına cesaret olmadan çıkılmaz bile. Ancak konu din olunca, ayetler ve hadisler olunca, mukaddesat olunca; ahirete olan iman, hesaba duyulan endişe ve ateşe atılmaktan duyulacak korku gündeme gelmeli ve kişinin söz ve davranışlarında bunlar görülmelidir. Dinde “ictihad” seviyesine yükselen ulema için, fetva vermek yahut “ictihad” etmek, öyle sanıldığı kadar kolay ve rahat bir iş ya da işlem değildir. Bu devasa bir ilim yükünü sırtlamakla başlayan ağır bir sorumluluk ve büyük bir yüktür. Bu sebeple müctehidlerin sayısı azdır. Onlar da herhangi bir meselede bir söz söylemek için; sahip oldukları bütün birikimi kullanarak, usulün kurallarına uyarak ve daha birçok esas ve maslahatı göz önüne alarak ağızlarını açarlar. Bunların tam aksi olan zümrede ise; dini bir akıl cambazlığı ya da be

Bilal'in akrabalarını seviyoruz

Resim
Tarih okuyor ya da dinliyorsak veya en azından seyrediyorsak; olayların bir şekilde benzeştiğini ve tarihin aslında tekrar ettiğini, isimlerin ve zamanların değişmesine rağmen olayların ve sonuçların aynı olduğunu fark edip, “ha evet doğruymuş, tarih tekerrür ediyormuş” diyoruzdur. Neticede dünyanın kaderinin akışı içinde insanın olayları etkileme gücünün sınırları belli olunca, bir de bunlara insani zaaflar ve hırslar eklenince değişecek pek bir şey kalmıyor aslında. Velakin, genel itibariyle tekrarlanmasına rağmen ibret alınması konusunda tekrarın pek az seviyelerde kaldığını da hemen hepimiz söyler dururuz. İbret alınsaydı tekrar eder miydi sorusunun cevabı; “evet yine de tekrar ederdi” olacaktır. Ya da insanoğlu bu, ibret alanların tarihin akışına etkisi ne kadar olacak ki? Değişmezdi bir şey ve tekrarları izler dururduk. Gerçi sıkıntı yok, biz tekrarları izler ya da yaşar gibi değiliz zaten; her gün yeniden aynı şeyleri yaşasak da, aynı heyecan ve merakla, aslınd

Taklit ve uyumda denge

Resim
Yaşayan bir örnek, çocukluğumuzdan itibaren hayatımızın hemen her devrinde bize önemli ve anlamlı geliyor. Bilinçsiz bir örneklik ya da rastgele seçilmiş bir uyumdan değil, bile isteye ve tercih ederek taklit etmeye çalıştığımız insanlardan bahsediyorum. Kendimizce iyi gördüğümüz kişi ya da davranışları farkında olarak ya da olmayarak içimize kazıyor, sonra da benzer durumlarda o beğendiklerimizle doldurduğumuz veri tabanımızdan ana uygun davranışlar seçiyoruz. Tabi aksi de mümkün; çirkin ve pis işleri görmenin de benzer bir kalıcı etkisi olabiliyor ama herhalde hiçbirimiz bu gibi örnekleri memnun ve mesut bir ruh hali ile taklit etmeyiz. Konu din ve diyanet yani dinin yaşanması olunca, bu taklit makamını seçmemiz daha bir farklı açı kazanıyor. Zira dinimiz için seçtiğimiz örnekler sadece dünyamızı değil, ahiretimizi de tayin edebilir. Pek çok kriter vardır ve bunların geneli ilim ve ihlas üzere bina edilmiştir. Zaten din hususunda örneklik etmenin asgari ve temel şartl

Hakların çatışması

Resim
İnsanların hayata bakış açılarıyla alakalı fikirlerinde oluşan değişiklikler kadar kendileri için varsaydıkları imtiyazlar da artıyor. Herkes kendince ürettiği bir vazgeçilmezler listesi üzerinden diğerlerinin saygı ve sınırları belirlemesini istiyor. “Bence bu, bana göre şu, benim için o” gibi başlama noktaları aslında sabit bir kör noktayı ifade ediyor. Bana göre böyle olan başkasına göre öyle olmayabiliyor. Ve o noktada tıkanıklık yani sosyal sorunlar başlıyor. Benlik duygusunun tavan yaptığı çağımızda, bunun tek sebebi ferdiyetçilik değil daha çok menfaatçilik olarak isimlendirilebilir. Üstelik bu hal artık yeni yetmelerin, ergenlerin ya da daha genel ifadesiyle yeni neslin değil neredeyse herkesin bir sorunu olarak büyüyüp gidiyor. Menfaat ve zevk temelli bir hak sistemi kurgusuna kendini kaptıran ve belki de bu saçmalığı savunabilmek için, körü körüne inatla sahip çıkılan bir dogmaya dönüştüren kafa yapısı, bir de üstüne normal insanlardan bu yaklaşımına saygı h

Filiz vermiş bir dal gibi

Resim
Çok hızlı yaşıyorduk, çok hızlı akıyordu sular ve elektrik hızlıydı. Işık hızını bile hesaplamıştık. En hızlı uçuşlarla, en hızlı ulaşılan uzaklar yakın olmuştu. Hızlı elemanlar makbuldü. Hızlı hayatlar yaşıyorduk ve hızlı ölümlerle ölüyorduk. Ölüm de hızlıydı! Hızlı konuşuyor, hızlı yazıyor ve hızlı okuyorduk. Hız ibreleri sadece arabalarda değil hayatın her alanında vardı; kimisi görünüyor kimisi görünmüyordu ama hız vardı, olmalıydı. Tam da bu hengamenin ortasında, vazgeçilemez zaruretlerin üstünde, aksamaması gereken trafiklerin tepesinde aniden bir şey oldu. Pek çok şey durdu! Bir çok şey yavaşladı. Uçaklar eskisi kadar hatta hiç uçmaz oldu. Otobüslerle bile seyahat edilemiyor. Sokağa çıkmak gönüllü ya da gönülsüz yasaklanır oldu. Olmazsa olmaz sandığımız her ey bir anda olmaz oldu! Ölüm bile yavaşladı! Hep olan ama farkında olmadığımız sayılarla ölüm, yavaşça girdi aramıza… Ama hayat devam ediyor; bir yanda eski akışın hızından beslenenler aç k

Sünnet mihenktir

Resim
Hep söylenir; “insanların sadece akıllarına nazar değmez” diye. Boşuna değildir tabi, başkasının aklını nazar edecek kadar beğenmek pek yaptığımız hatta hiç yapmadığımız bir şeydir zira. Yok desek de, neticede durumumuz budur: En akıllı benimdir, en doğruyu ben düşünürüm tabii ki, başka kim olacak? Bu en yaygın bencillik türüdür ya da hadi hafifleterek söyleyelim, bu hemen hepimizde bulunan kendini beğenme halidir. Yine de pek hafif olmadı sanki. Ama akıllarımıza bunun böyle olduğuna ikna edecek pek makbul bir yol yok gibi. Hayatın dengesinde devam etmesi ve özellikle insani ilişkilerin ve sosyal düzenin, adil bir düzende devam etmesi için bu kendi aklını beğenme, kendi doğrusuna inanma, kendi keyfine göre davranma gibi insani heveslerin kırılmasına, kırılamayanların da kontrol altında tutulmasına ihtiyaç vardır. İşte bu ihtiyacı gideren görev dağılımındaki en temel ayrışma olan; yöneten ve yönetilen olma halidir. İnsanoğlunun bir zümresi idareci olurken, diğerleri

Toprak meselesi

Resim
Adam topraktan yetişen zeytin, topraktan beslenen hayvanlardan elde edilen sütle yapılan peynir, topraktan yetişen susam ve şekerle yapılan helva, topraktan yetişen üzümden yapılan pekmez, topraktan yetişen buğdayla yapılan ekmekle kahvaltısını yaptı. Topraktan yetişen çayını, topraktan yapılan cam bardağıyla içti. Sonra topraktan yaratan, toprakla yaşatan, toprakla öldüren ve toprakla diriltecek olan Allah(cc)’a hamd etti. Sonra topraktan yaratıldığımızı, topraktan beslendiğimizi, toprağa gömüleceğimizi, topraktan tekrar diriltileceğimizi nasıl idrak edemez insanoğlu diye şaşırdı kaldı. Dünya kurulalı beri toprağın; bağrına gömülen herkesi ve her şeyi kendine çevirdiğini, aslına döndürdüğünü, erittiğini ve aslında sakladığını ve zamanı geldiğinde tekrar dünyaya iade edeceğini unutmadan yaşamak gerektiğini düşündü. Kendi bedeni dahil, sahip olduğu ya da öyle sandığı ve kullandığı her şeyin aslında topraktan olduğunu görmemek için gözlerini kapatmasının bile yetmeyeceğini fark

Dinde aykırılık marifet değil fitnedir

Resim
Onaylanmak, takdir edilmek, sevilmek, tasdik edilmek gibi birçok insani duygumuz var. Zayıf yanımız gibi görünse de bunlar bizi toplum olarak yaşama hususunda destekleyen ve aramızdaki bağları koruyan duygular. Herkesten ve her şeyden müstağni bir kibir, ne kişiyi ne de toplumu iflah etmeyen kötü bir huydur. Yakınlıkların, akrabalıkların ve sair insani münasebetlerin dengeli ve seviyeli olması ideal toplumlar ve huzur içinde yaşayan fertler için temel kaidelerden biridir. Bu toplum hayatının bütün yönlerinde lazımdır. Devlet aygıtının işlemesinde de, komşuluklarda da, dini hayatın ikamesinde de olmazsa olmaz kuralımız, dengeli ve düzgün bir ilişki ağının kurulmuş olmasındadır. Devletin temsilci ve kanunlarına uymak, komşunun ya da akrabanın hukukunu gözetmek, dini temsil makamında bulunan şahıslara ve dini mukaddesata hürmet etmek, herkesin istediği huzur toplumunun oluşmasını sağlayacak temel kaidelerdir. Devletin hukuku çiğnenirse anarşi doğar, dinin hürmeti çiğneni

Dinden “adam gibi” çıkmak!

Resim
İnsanoğlu her zaman menfaatçi idi de, bu devirde sanki biraz işin dozunu kaçırdı ve menfaate alenen tapınır oldu. İnsanoğlu her zaman nankördü de, son zamanlarda sanki biraz nankörlüğü din edinir oldu. İnsanoğlu her zaman insan idi de, sanki dünyanın sonuna yaklaşıldıkça insanlığından da olur oldu. Demem o ki, insan kalitemiz kıyamete yaklaşıldıkça düşüyor, farkında mısınız? Eski azgın ve azılı, zalim ve ceberrut, nefretle andığımız ve anlatılan, bir çok kefere, fecere ve hergele gelmiş ve geçmiş, kafirse adam gibi kafir olmuş; dikilmiş karşısına insanların ve bunu açıkça ilan edip, uğrunda öylece mücadele etmiş. Öyle zamanlar oluyor ki, mert bir düşmana hatta mert bir dinsize bile hasret kalıyoruz. Güya dünyamız seküler ve özgür ama ne hikmetse, yurdum dinsizleri bir türlü dinden özgür olamıyor. En azılı ateistlerimizin bile cenazesi camilere geliyor ve namazları kılınıyor. Bunda da kimse bir mahsur ve sorun görmüyor. Öyle bir süreçten geçiyoruz ki, dini refera

İnsan gerçekten basit biri

Resim
Neye kulak kesildiysek, bir diğerine sağırız; neye gözümüzü diktiysek, başka şeyleri bulanık görüyoruz; neye bağladıysak gönlümüzü, ondan gayrısına kapıları değil, pencereleri de kapatıyoruz. Hemen her konuda, önceliklerimize ve menfaatlerimize/faydamıza uygun olanlara takılıp, gerisini biraz hatta tamamen erteleyebiliyoruz. Sözlerimiz böyle, fiillerimiz böyle, dünyamız böyle, ahiretimiz böyle, akrabalığımız böyle, arkadaşlığımız böyle. Kapasitemiz bu kadar demek ki; bir nesneye odaklanabiliyoruz, gerisini baştan savma, üstünkörü, dostlar iş başında görsün hesabı yapıp geçiyoruz, çok şey söyler gibi konuşup susuyoruz. Büyük laflar etmeyi seviyoruz, büyük işler yapıyormuş gibi görünmeyi, çok becerikli zannedilmeyi, çok bilen biri muamelesi görmeyi, beğenilmeyi, övülmeyi, sevilmeyi seviyoruz. Samimiyetimiz; şehrimizin varoşları kadar bakımsız ve geri, gülümsemelerimiz plastik cerrahlar eliyle onarılmış oyuncaklar kadar başarılı, bakışlarımız atmosferdeki hava bo

İyiliğin Anahtarı: Merhamet

Resim
Hayatın temel onuru, iyiliktir. Her türden, her ırktan, her görüşten ve dinden insanın ortak iddiası iyiliktir çünkü. İyilik büyük bir iddiadır ve her iddia gibi ispata muhtaçtır. Sorabilseydik kendisine, Firavun da iyi olduğunu iddia edecekti yahut Nemrud. Ebu Cehil de kendince iyi idi ve yaptığı her şeyin mantıklı bir açıklaması vardı. Firavun insanlara tanrılık ediyordu, yedirip içiriyor dahası onun istediği yaşıyor, istemediği ölüyordu. Nemrud da hakeza öyleydi. Ebu Cehil derseniz, hacılara su veriyordu adam, Kabe’ye en pahalı kilimleri o örterdi hatta. Ama zalimdiler, sayısı belirsiz insan, onların zulmünden paylarını aldılar. Acılar çektirdiler insanlara ve hakim oldukları topraklarda zarar vermedikleri canlı türü, neredeyse kalmadı; hayvanlara da acımadılar, bitkilere de… Güç ve imkan onlardaydı ama eksik olan, onların iyi olmasına ve tarih boyunca iyilerden olarak anılmalarına engel olan bir şey vardı. Her şeyin kendisi ile başladığı bir şey, iyiliğin kend