Kayıtlar

2014 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Osmanlıca ya da Lisan-ı Osmani

Kanun-ı Esasi'de geçtiği üzre... Osmanlıca ile ilk tanışmamız, 6 yaşlarında yaz Kur'an kursu eğitmenimiz Ezher mezunu Ebuzer hocanın okumayı geliştiren bir kaç öğrencisine tecvidi Karabaş Tecvidi'nin Osmanlıca'sından okutmaya başlamasıyla oldu. Yani latin harfleriyle okuma-yazmayı ilkokul öncesi evde sökmemiş olsaydım ilk alfabem Osmanlıca alfabesi olabilirdi. Mezar taşları ve kitabelerin dışında günlük hayatta pek yazı dili olarak karşımıza çıkmayan bu dil; bildiğimiz, konuştuğumuz hatta herkes anlamasın diye oraya buraya bazan şiir bazan not diye yazdığımız satırlardan ibaret kaldı. Arapça ve İngilizce kitaplarımız oldu ama Osmanlıca pek nadirdi, ancak tecvid yahut Mızraklı İlmihal seviyesinde kaldık. İmam-Hatip'teki edebiyat derslerinde bol bol Osmanlıca şiirler işledik, Divan Şiiri hemen herkesin malumudur. Ancak yazım latinceyle olduğundan o metin ya da şiirlerde de Osmanlıca'mızı ancak kelime dağarcığı açısından gelişmiş oldu. Sonra uzun yıllar sad

Mirasyedi Alimler!

Pek çoğumuzun işittiği meşhur bir hadistir; 'alimler nebilerin varisleridir'. Bu hadisin ravileri konusunda hadis alimlerince yapılan eleştirileri bir yana bırakarak hadisin tam metinini okuyalım: ‘ Kim ilim talep etme isteğiyle bir yol tutarsa, Allah onun yolunu cennete ulaştırır. Melekler ilim talebesine, kanatlarını sererler. Muhakkak ki alim için göklerde ve yerde bulunanlar istiğfar ederler. Hatta denizdeki balıklar bile. Alimin abide üstünlüğü, ayın diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir. Şüphesiz ki alimler nebilerin varisleridir. Nebiler dinar veya dirhem miras bırakmazlar. Onlar sadece ilmi miras bırakırlar. Kim bu mirası alırsa çokça nasip almış demektir. ’ (Tirmizi, Ebu Davud) Hadisin metninden açıkça anlaşılan ve alimlerimizin çoğunluğunun da anladığı üzere bu miras ilimdir ve alimlerin nebilere varis olmaları bu ilme sahip olmalarına işaret eder. Bir kişiye bir diğerinden miras olarak kalan şey, onda ilk sahibinin meziyet ve üstünlüklerini ortaya çıkarmaz ve hatta

Korku İmparatorluğu

27 mayıs darbesinin ve devrin başbakanı Menderes'in idamının hala büyük bir tazelikle hatırlanması darbeyi yaptıran ve yapanların varlıklarını sağlayan kinin, darbeye muhatap olan idareci ve halkın bilinç altına kadar işleyen korkunun bir tür yansıması gibi.. Onların kinini bilip ifade ederken aslında bizdeki eziklik ve korkuyu da itiraf edebilsek yani yüzleşsek belki farklı bakabiliriz bugüne ve daha salim bir kafayla düşünebilir ve hareket edebiliriz. Ama ne var ki, sağ iktidarların 60'tan bu yana değişmeyen kabusudur darbe ve idam, halen mevcut iktidarda da var bu korku ve korku hata yaptırır. Sağ iktidarların önemli temsilcilerinin bir noktada kendilerini kaybetmelerine sebep olan bu korkudur. Daha sonraki dönemlerde yaşanan şaibeli ölümler ve faili meçhuller ile de bu korkular sürekli beslenmiş ve rejim bir 'Korku İmparatorluğu'na dönüşmüştür. Bunun en büyük delili ise sürekli 'bir daha asla' sloganıdır. Sloganlar korkuların özetidir bir bakıma. Halen

Belalar ve Taassub Felaketi

Çok ağır belalar ve imtihanlar yaşıyoruz; gün geçmesinki Suriye'den katliam haberleri gelmesin, Filistin'den ölümler ve esaretler duyulmasın. Afrika'nın ortasından Arakan'a, Kırım'dan Yemen'e her gün yeni zulümler ve yeni ölümler sayılıyor. Şüphesiz bunların tamamı bir hikmetin sonucudur; biz bunu böyle bilir, böyle inanırız. 'Biz sizi biraz korku, biraz açlık ve biraz mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmeyle imtihan edeceğiz. Sabredenleri müjdele!' Bakara 155 Bu gibi durumlarda nasıl tepki vereceğimiz de aslında bellidir: 'Onlar başlarına bir musibet geldiğinde: 'Şüphesiz biz Allah'a aidiz ve O'na döneceğiz' derler.' Bakara 156 Neticeden de eminiz: 'İşte böylelerine Rablerinden bağışlanma ve rahmet vardır. Doğru yol üzere olanlar da bunlardır.' Bakara 157 Bu belalarla insanların yaptıklarının ilgisi olabilir mi sorusunun cevabını ise yine Kur'an-dan alıyoruz: 'İnsanların ellerinin kazandıklar

Kaza Vesilesiyle Kader

Dünya, hayatın ve ölümün içiçe deveran ettiği bir imtihan yurdu ve bizler bu yurdun sahipleri değil misafirleriyiz. Geldik ve gidiyoruz. Bazılarımızın gidişleri vicdanları sızlatan facialarla, bazılarımızınki yürekleri yakan katliamlarla oluyor. Sebepler dünyasındayız ve bu sebepler bizim imtihanımızın gereği olarak cereyan eden olayların tamamının ortak adıdır. Son yaşanan Soma faciasının boyutu islami düşünce ve bakış açısına sahip olmayan islamcılarımızın ve entellerimizin beyin devrelerini de yaktı galiba ki ilginç yaklaşımlar sergilemeye başladılar. Genel sapma noktası felakete 'kader' denilmesi üzerinden inşa edildi. Bu bakışa sahip olanlar bir hadiseye kaderin tecellisi olarak bakılmasının olayın suçlu ya da sorumlularının masum sayılacağı savı üzerinden hareketle tevekkülü bile yanlış anlama ile itham edip kınar hale geldiler. Oysa İslam, bir ceza hukuku va'z ederek zaten kaderin tecellisi olan kazalarda vesile olarak görülen suçlu şahsın cezalandırılmasını kanu

İtidal hayaldir

Son 100 yılın İslam coğrafyasının tarihini birazcık gözönüne alan biri bu başı koparılmış bedeni lime lime doğranmış aslana nasıl kızar? Hatta o kadar eskiye de gitmeyin, son bir kaç yıl bile yetmez mi? Bunca sahipsiz ve bu kadar yalnız; kelimenin tam anlamıyla mustaz'af (zayıf bırakılmış ve ezilmiş) ümmetin dağıtılmış birliği, yıkılmış hilafeti ne kadar da şahdamarı kesilmiş ama omuriliği koparılmadığından kolunu-bacağını gayri-ihtiyari hareket ettiren ve şuursuzca etrafına darbeler savuran bir kurbanı andırmaktadır. Hilafetimizi imha ettiler, devletimizi yer ile yeksan ettiler, kültür ve medeniyetimizi yasaklayıp arada kuru kütüklerden yeşeren filizler gibi baş gösterenleri kopardılar, ortaya çıkanları ezdiler şimdi bizden 'kibarlık' bekliyorlar öyle mi? Hayır, onlar da biliyor ki asıl biziz, onlar teferruat! Biliyorlar ki tarihi tevhidin nebileri ve onların tabiileri yazdı ve yine yazacak.. O yüzdendir ki bütün savaşları ve hırsları bize matuf. Bir yokediverseler r

Adil kralın ülkesine gidin!

Nasıl bir devre layıkmışız meğer; ulemamızın acziyeti ve İslam'ın evlatlarının cehaleti ayyuka çıktı, mücadele yolunu tutanlar en çok oturanların hakaretini duydu, boyun eğmeyi tedbir ya da taktik olarak sindirenler onurlu başkaldırının haysiyetini anlamaktan bile aciz kaldılar, anında haberdar olduğumuz zulümlerin gölgesi hayatlarımızı kararttı, seyretmekten gözlerimizin utandığı işkenceler artık kalplerimizi kanatmaz oldu, dünya zulmün yurdu, mü'minlerin zindanı tarifi vücut buldu yine, geriye kuru gönüllerin harekete geçiremediği bedenler olarak kalakaldık... *** Firavun, Ramses'in namı idi, Necaşi ise Eshame'nin, adları unutuldu ama namların biri zulmün diğeri adaletin temsili olarak geçti tarihe. Artık tüm zalimler bir bakıma bir Firavun ve tüm mazlumların sahipleri de bir bakıma Necaşi oldular. Şimdi artık her yerde karşımıza bir Firavun çıkabiliyorken Necaşi'lerin yokluğundandır bunca ızdırap kimbilir.. Yurduna hicret edilmeye layık adil kralların ülkeleri ne

Siret'ten günümüze siyasi fetva çıkarmak

Mekke'nin ileri gelen müşriklerinden bir grup (Velid b. Mugîre, Âs b.Vâil, Esved b. Muttalib, Esved b. Abdi Yağus, Haris b. Hanzale(Razi)) bir defasında Allah'ın Rasulü'ne gelerek şöyle dediler: "Eğer bizim sana iman etmemizi istiyorsan, bize; içinde Lât'a, Uzzâ'ya, Menât'a tapmayı bırakmak ve ilahlarımızı yermek gibi, hoşumuza gitmeyen, bizi kızdırıyor olan; öldükten sonra dirilmek, âhiret mükâfat ve cezası, gibi imkânsız saydığımız şeyler bulunmayan başka bir kitap getir! Eğer Allah sana öyle bir Kur'ân indirmezse, sen kendinden uydur! Yahut, şu elinde bulunandakinin tehdit âyetlerini tebşir âyetine, tebşir âyetini tehdit âyetine, haramı helale, helali harama çevir! Azab âyeti yerine rahmet âyetini koy! İlahları ve onlara tapmayı yeren âyetleri onun içinden çıkar! Sana inanalım, sana tâbi olalım!" dediler. (Hazin, Zemahşeri, Beyzavi, Razi ve Taberi) Birgün, Kureyş kabilesi ileri gelenlerinden Utbe bin Rebîa, bir grup müşrike; "Ey Kureyşliler

Tedbir, Tevekkül ve Teslimiyet

'Devemi serbest bırakıp Allah’a tevekkül etsem olur mu?' diye soran bir sahabiye Allah Rasulü(sav); 'Deveni önce bağla, sonra Allah’a tevekkül et' buyurmuşlardır. (Tirmizi) Deveyi bağlamak tedbir, sonrasında tevekkül ise imanın gereğidir. Tedbir aldıktan sonra hala kuşku ve tereddütlerle vesveselerin yönlendirmelerine kalbi açmak ise korku ve şüphelerin davetiyesidir. Sebepler dünyasında yaşadığımız süre boyunca hemen her olay insanların beyinlerini zorlamaya devam edecek. Kazalar, zulümler ve benzeri insan fıtratının kabullenmekte zorlandığı hadiseler, büyük yıkımlar ve felaketler kader konusunda hep insanların zihinlerinde bir soru işaretleri bırakmaya devam edecek. İnsanları olayların hakimi gören ve birtakım tedbirlerle neredeyse ölümün bile önlenebileceğini düşünecek kadar hadiselere hükmetme meraklısı ama aslında Kur'an-ın tarifi ile 'hevasını ilah edinen' bir yaklaşım var. Bu duruş sahipleri her zaman bu kadar açık ve net ortaya koyamazlar düşünceleri

Velayet bahsine giriş

Konum ne tarikatler ne de tasavvuf, sadece bugün yaşanan garabetlere dikkat çekmek istiyorum. Bu bağlamda tasavvuf ehlinin kendileri için kural kabul ettikleri hiç bir konuyu irdelemeden sadece veli kavramı hakkında bir fikir üretmeye çalışacağım. Nedenine gelince, şeyhlerinin lüks hayatını eleştirenleri 'düşman' ilan eden tarikat ehli zühd ve takva cakası satıyor daha ne olsun? Biz eksik ve hatalarına rağmen tasavvuf ehlinin temel düsturunun zühd ve takva olduğunu anlatmışlardı hep bize. Ama öyle bir noktaya geldik ki günümüz Türkiye’sinin bazı sufi önderlerinin geçmişin sultanlarına rahmet okutur bir lüks hayat sürdükleri ortaya çıktı. Bu da yetmezmiş gibi bunu; ‘sahabeden bazıları da lüks içinde ve saltanat ile yaşayıp vefat ettiler, hocalarımızın bu hali onları taklittir ve doğrudur, güzeldir’ gibi akle ve nakle muhalif bir savunma ile meşrulaştırdılar. Veli kavramına gelince: Sözcük olarak, dost, arkadaş, yardımcı ve gözeten anlamlarına gelmektedir. Kur'an'da veli

100 - Adiyat

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحيمِ وَالْعَادِيَاتِ ضَبْحًا 1. Soluk soluğa koşanlara andolsun, فَالْمُورِيَاتِ قَدْحًا 2.  Ateş çıkaranlara, فَالْمُغِيرَاتِ صُبْحًا 3. Sabah vakti baskın yapanlara, فَأَثَرْنَ بِهِ نَقْعًا 4. Tozu dumana katanlara, فَوَسَطْنَ بِهِ جَمْعًا 5. Onunla bir topluluğun tam ortasına dalanlara ki, إِنَّ الْإِنسَانَ لِرَبِّهِ لَكَنُودٌ 6. Muhakkak insan Rabbine karşı çok nankördür. وَإِنَّهُ عَلَى ذَلِكَ لَشَهِيدٌ 7. Ve muhakkako da buna şahittir. وَإِنَّهُ لِحُبِّ الْخَيْرِ لَشَدِيدٌ 8. Muhakkak ki onun mal sevgisi de pek şiddetlidir. أَفَلَا يَعْلَمُ إِذَا بُعْثِرَ مَا فِي الْقُبُورِ 9. Bilmez mi ki, kabirlerde olanlar dışarı çıkarıldığında, وَحُصِّلَ مَا فِي الصُّدُورِ 10. Gönüllerdekiler ortaya konduğu zaman, إِنَّ رَبَّهُم بِهِمْ يَوْمَئِذٍ لَّخَبِيرٌ 11. Muhakak işte o gün Rableri onlardan haberdardır.

101 - Karia

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحيمِ الْقَارِعَةُ 1. Korkunç felaket! مَا الْقَارِعَةُ 2. Nedir korkunç felaket? وَمَا أَدْرَاكَ مَا الْقَارِعَةُ 3. Sen o korkunç felaketin ne olduğunu bilir misin? يَوْمَ يَكُونُ النَّاسُ كَالْفَرَاشِ الْمَبْثُوثِ 4. O gün insanlar yayılmış pervaneler gibi olurlar. وَتَكُونُ الْجِبَالُ كَالْعِهْنِ الْمَنفُوشِ 5. Ve dağlar da atılmış renkli yün gibi olur. فَأَمَّا مَن ثَقُلَتْ مَوَازِينُهُ 6. Artık kimin tartıları ağır gelirse, فَهُوَ فِي عِيشَةٍ رَّاضِيَةٍ 7. İşte o razı olacağı bir hayat içindedir. وَأَمَّا مَنْ خَفَّتْ مَوَازِينُهُ 8. Kimin de tartıları hafif gelirse, فَأُمُّهُ هَاوِيَةٌ 9. Onun da anası 'haviye'dir. وَمَا أَدْرَاكَ مَا هِيَهْ 10. Sen onun ne olduğunu bilir misin? نَارٌ حَامِيَةٌ 11. Kızgın bir ateştir.

102- Tekasur

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحيمِ أَلْهَاكُمُ التَّكَاثُرُ 1. Çoklukla övünmek sizi oyaladı, حَتَّى زُرْتُمُ الْمَقَابِرَ 2. Öyle ki kabirleri bile ziyaret ettiniz. كَلَّا سَوْفَ تَعْلَمُونَ 3. Hayır. yakında bileceksiniz. ثُمَّ كَلَّا سَوْفَ تَعْلَمُونَ 4. Sonra yine hayır. yakında bileceksiniz. كَلَّا لَوْ تَعْلَمُونَ عِلْمَ الْيَقِينِ 5. Hayır; eğer siz kesin bir bilgiyle bilmiş olsaydınız. لَتَرَوُنَّ الْجَحِيمَ 6. Kesinlikle o çılgın ateşi göreceksiniz. ثُمَّ لَتَرَوُنَّهَا عَيْنَ الْيَقِينِ 7. Sonra onu kesin bir görüşle göreceksiniz. ثُمَّ لَتُسْأَلُنَّ يَوْمَئِذٍ عَنِ النَّعِيمِ 8. Sonra o gün nimetten kesinlikle sorguya çekileceksiniz.

103 - Asr

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحيمِ وَالْعَصْرِ 1. Asra yemin olsun ki, إِنَّ الْإِنسَانَ لَفِي خُسْرٍ 2. Muhakkak insan ziyan içindedir. إِلَّا الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَتَوَاصَوْا بِالْحَقِّ وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ 3. Ancak iman edip salih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler müstesna.

104 - Humeze

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحيمِ وَيْلٌ لِّكُلِّ هُمَزَةٍ لُّمَزَةٍ 1. Arkadan çekiştiren, kaş göz hareketleri yaparak alay eden her kişinin vay haline! الَّذِي جَمَعَ مَالًا وَعَدَّدَهُ 2. O mal biriktirdi ve onu sayıp durdu. يَحْسَبُ أَنَّ مَالَهُ أَخْلَدَهُ 3. Malının kendisini ölümsüz kılacağını hesaplar. كَلَّا لَيُنبَذَنَّ فِي الْحُطَمَةِ 4. Hayır. kesinlikle o Hutame'ye atılacaktır. وَمَا أَدْرَاكَ مَا الْحُطَمَةُ 5. Sen Hutame'nin ne olduğunu bilir misin? نَارُ اللَّهِ الْمُوقَدَةُ 6. Allah'ın tutuşturulmuş ateşidir. الَّتِي تَطَّلِعُ عَلَى الْأَفْئِدَةِ 7. O gönüllere kadar işler. إِنَّهَا عَلَيْهِم مُّؤْصَدَةٌ 8. O, onların üzerine kilitlenecektir, فِي عَمَدٍ مُّمَدَّدَةٍ 9. Uzatılmış sütunlarda.