Kayıtlar

2017 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Ezik bir taklit: Yılbaşı

Dünya kurulalı beri bir çok medeniyetler ve yıkımlar gördü. Kalkınmış ülkeler, ekonomik ve siyasi olarak güçlü olmanın avantajlarını kültürlerini yaymakta da kullandılar. Güçlünün ve zenginin taklitçisi hep çok oldu. Yalnız kedinin aslan taklidi yapması canına, fakirin zengin taklidi yapması da yurduna mal oldu da sömürgeler ve sömürülmelerle doldu tarih... Günümüz dünyasının hakimleri batılılardır, bu tartışılması anlamsız ve bir o kadar da tatsız acı gerçeği hepimiz tiksinerekte olsa yaşıyoruz. Doların hükümferma olduğu ekonomi, ingilizcenin dünya dili olduğu iletişim, uçak gemilerinin ve uzun menzilli füzelerin sağladığı askeri güç onlarda! Modanın hükmettiği dış görünüşler, filmlerin ve medyanın avuttuğu ve yetiştirdiği bilinçler ve altları, saçların ve tırnakların şekli, pantolonların paçası, gömleklerin yakası, ceketlerin düğmesi onların dudaklarına bakıyor. Herhangi bir dini/davası olmayanlar için kolayca kapılınacak rüzgar onlardan yana esiyor! Zamanın çamurlu seli

Dokunulmazlarımız!

İnsanlar arasında bizim için değerli ve saygın bir çok kişi vardır. Özellikle kendilerinden dünyamız ve ahiretimiz için faydalı bilgiler edindiğimiz, nasihatlerinden faydalandığımız ilim ve fikir sahiplerine hürmet ve muhabbet beslemek fıtratımıza gayet uygun bir davranış biçimidir. Bir çok meselede olduğu gibi bu konuda da aşırılıklara düşenlerimiz hepimizin malumudur. Kendi hoca, şeyh yahut liderlerini hatasız görmek adeta normal bir davranışa dönüşmüştür. Bir hareket, sevdiğimiz veya peşinden gittiğimiz birinden sadır olunca bir şekilde tevil ederek normalleştirip geçiştirirken, alakamız olmayan biri yapınca tuhaf bir şekilde saldırmaya ve eleştirmeye hatta reddedip dışlamaya hazırızdır. Oysa İslam'da ruhbanlık, dokunulmazlık veya masumiyet yoktur, her müslüman hayatı boyunca imtihandadır ve o anki hali üzere makbul yahut merduttur; ilim ve siyaset önderlerine hürmet etmekle onları ruhbanlaştırmak arasında büyük fark vardır. Peygamberler mustesna ki onların durumları vahiyle

Filistin ve Bazı Acı Gerçekler

Hemen her dönemde, hem bizim hem de tüm İslam dünyasının kamuoyunu galeyana getiren en önemli olayların başında şüphesiz Filistin’de yaşananlar geliyor. İşgal altındaki bir çok İslam toprağı gibi orada da müslümanlar en temel haklarından mahrumiyetler yaşıyor, sık sık katlediliyor ve hapis cezalarıyla, sürgünlerle karşılaşıyorlar. İşgalin cana ve mala verdiği zararların yanısıra, işgalcinin siyonist israil olması ibadet ve ibadethanlerin de fazlasıyla zarar görmesine sebep oluyor. Nihai hedefleri Mescidi Aksa’yı yıkarak yerine bir Siyon mabedi inşa etmek olan işgalciler her adımlarını planladıkları bir program dahilinde hem işgali derinleştiriyor hem de Mescidi Aksa’yı ablukada tutuyorlar. Dünyadan aldıkları desteğin yanısıra İslam dünyasının ‘suyun üstündeki saman çöpü’ kadar ağırlığının olduğu gerçeği de ellerini güçlendiren bir başka acı gerçek olarak heyula gibi ufkumuzda duruyor. Bazı gerçekleri yeniden hatırlayalım: Filistin’de bir yahudi idevleti kurulması projesinin önünd

İnsanı yola getirmek

Hiç bir devletin gücü tüm düşmanlarıyla aynı anda savaşmaya yetmez aslında ama düşmanlar birleşip saldıramadıkları için düzen devam eder, Abd örneğinde olduğu gibi. Yine hiç bir devletin gücü tüm vatandaşlarının aynı anda suç işlemesi durumunda tamamını ıslah etmeye ya da engel olmaya yetmez ancak kanun ve kurallara uyan vatandaşlarının çokluğuyla devletler toplumsal düzeni muhafaza edebilirler. Öyle ya milyonlarca insanın aynı anda hırsızlık yahut cinayet işlemeye başladığı bir ortamda kamu düzenini sağlamak için gerekli emniyet gücünün hiç bir devlette olmadığı düşünülürse, kimsenin altından kalkamayacağı bir sorun olur. Yukarıda kısaca geçtiğimiz hakikati unutmayalım; kanun ve kurallara uyan vatandaşlar bir devletin sosyal düzenini ayakta tutanlardır. Bu sayı arttıkça, suçlular ve sahtekarlar azaldıkça, toplum huzuru da aynı oranda artar ve diğer paylaşımlardaki adalette tesis edilir. Zenginlerin vergi kaçırmadığı, üstüne bir de sadakalarla ihtiyaç sahiplerini koruyup kolladığ

Neden her şeyin ‘ana’sı var?

Herhalde hepimizin çocukluğundan kalan biir sorudur bu; anayol var ama babayol neden yok? Anavatan da var ama babavatan yok, anadil var ama babadil de yok... Üstelik bu sadece bir dile ya da kültüre ait değil, hemen her yerde aynı, her dilde aynı. Neden? Eşref-i mahlukat olarak yaratıldı insan ve ona Allah(cc), kendinden bir ruh üfledi(Secde 9) ve sıfatlarından yani O’nun eşsiz ve sonsuz, ebedi sıfatlarından cüzler verdi; konuşmayı, duymayı, görmeyi verdi, sevmeyi ve düşman olmayı da, yani tüm duyguları da verdi. Hepsine her ırk ve cinse eşit olarak verdi ancak bir tek sıfatı insanlar arasında sadece annelerde tecelli etti; Allah(cc), Halik’ul Azim olan Allah(cc), yaratmayı onların içinde, kendi esmasından bir ad verdiğe ‘rahim’lerinde murad etti. Annelerin bu hususiyetini aklımızın bir kenarına not ederek devam edelim. Üzerinde pek düşünmediğimiz bir konu da yetimler meselesi, tabii hadisenin duygusal boyutunu ve toplumsal dramları dışarda tutarak bakış açımızı bir gözden geçi

Rüzgarımız gitti

Bizi diğer insanlardan ayıran herhangi bir olağanüstü gücümüz yoktur,olması da muhtemel değildir zaten. Allah’ın(cc) bütün insanlık için tayin ve tespit ettiği kanuna ister istemez uyarak yaşar ve yine o düzene göre dünyamızı değiştiririz. ‘Her şeye kadir olan’ bir Allah’a(cc) iman ediyor oluşumuz bize hayatın ve ölümün gerçekliğini öğretir, hikmetini kavratır, ruhumuzu rahatlatır ve dünyamızı da ahiretimizi de kolaylaştırır. Tarihimizin derinliklerinde az ya da çok biraz dolaşmış olanlarımız bilirler ki; çok büyük ve örnek medeniyetler kurmuş, insanlığa eşine az rastlanır hizmetler sunmuş, ilim ve teknolojide tüm dünyaya ışık olmuşuzdur. Doğudan batıya adım attığımız topraklar yeşermiş, çiçekler açmış ve payidar olmuşlardır. Yine aynı tarihimizde çoklukla kendimizle yaptığımız kavgalardan dolayı yenilmiş, yıkılmış ve medeniyetlerimiz yeryüzünden silinmiştir. Bu yenilgi ve yıkımların temel nedeni bizim toplumsal bozulmalarımız ve düşmanlarımıza benzemelerimiz olmuştur. Biz onlara

İman umuttur

Bizi diğer varlıklardan ayıran özelliklerimizi sayarken konuşmamız, düşünmemiz derken nihai noktada iman etmemiz akla gelir. İman belki de diğer canlılardan ayrışmamıza ve yaratılmışların en şereflisi olmamıza -velev ki iman etmesek bile- bizi taşıyan bir meziyettir. İman etmek ise kelime ve ıstılah anlamlarının bir adım ötesinde aslında duyularımızla tespit ve kontrol edemediğimiz şeyleri bizzat şahit olduklarımız gibi kabullenme olarak anlaşılmalıdır. İman ettiğimiz şeylere bizzat duyularla şahit olmak cazip gibi görünse de beraberinde tehlikeli imtihanları da getiren ve pekte kolay olmayan bir durumdur. Bunun ilk örneğini mel’un İblis’ten önce Adem(a) ve Havva annemizde görüyoruz. Allah(cc)’in zatının ve cennet nimetleriyle diğer mahlukatın ğayb olmadığı ve şahit oldukları halde verilen emre muhalif davranmaları direkt rahmetten kovulmalarına ve cenneten tard edilmelerine sebep olmuştur. Aynı şekilde İblis ise bizzat Rabbi zu’l-Celal’in huzurunda ve zatından verilen emre sadece mu

Irk ile İslam’ı ‘Özel’leştirmek

Temel bilgileri sıralayarak başlayalım: Irk, insanların hakkında seçme hakları olmayan Allah’ın takdir ve tayini ile dahil olduğu ve değiştirilemeyen bir özelliktir. Bu sebeple diğer seçemediğimiz özelliklerimiz gibi onunla da başkalarına üstünlük taslamamız mantık dışı bir davranış şeklidir. Adem(a)’in çocukları farklı renkleri ve dilleri ile yeryüzüne yayılarak yerleştiler ve karışıklıklar ile değişen diller yahut renklere rağmen genel olarak belirli ırklara ait olarak yaşayarak bugünlere geldiler. Bu karışıklıklar olayını basit algılamamak gerekiyor zira bir teste göre deneklerden bir çoğu nefret ettiği yahut düşman gördüğü ırka genetik olarak daha yakın çıkabiliyor. Tarih boyu yaşanan olayların büyüklüğüne göre toplumların yapıları değişmiş ve gerek ırklar gerekse diller bizim sandığımız ve istediğimiz anlamda ‘saf’ olarak kalamamıştır. Bu durum hemen her ırk için geçerlidir. Irklar ve diller Allah’ın kudret nişaneleri ayetlerdirler ve kendileriyle Rabb Teala’nın azameti id

Savaş ve umut

İnsanoğlu daha dünyaya gelmeden bilgisi gelmiş ve kan döküp fesat çıkaracağı bilinmişti. Kabil’den bu yana kan dökmeye devam ediyoruz ve bunun kıyamete kadar son bulmayacağı da malum. Savaşsız bir dünya romantik bir hayalden ibarettir ve çoğunlukla sömürge ülkelerinde halkların tesellisi olarak gündeme gelir. Müstekbir zalimler için zaten savaşların bitmesi onların da sonu olacağından düşünmek bile istemezler, zira kanla beslenen bu vampirler için savaş besin kaynağıdır. Müslümanlar içinse savaşın hoşumuza gitmeyen bi şey olduğunu (bakara 216) bildiren ayetten de anladığımız üzere savaş pek insanoğlunun seveceği bir şey değildir ancak fıtratı tahrif olanlar müstesna! Hayır ve şerrin keyiflere tabi olmadığını da buraya ekleyerek devam edelim. Hulasa biz savaşı sevmeyiz, istemeyiz ancak başımıza gelirse de sabreder ve mücadeleye devam ederiz. Büyük günahların birinin de savaştan kaçmak olduğunu biliriz. Savaş özellikle günümüzde kitle imha silahları sebebiyle adaletini kaybetmiştir

Küçük düşünüyorum

Modern dünyanın biz insanlara sunduğu hayat tarzı ve bizim aslında yaşamak istediğimiz hayat düzeni arasındaki makas açıldıkça seçmekte ve duruş tayin etmekte zorlandığımız bir vakıa. İstemediğimiz şeyleri kabullenmek, tolerans göstermek bir yana bizzat biz onları yaşamak zorunda kalabiliyoruz. Büyük olayları ya da büyük toplumları hayal ettiğimiz şekle büründürmek hayalden öteye geçemiyor ve biz bunu kabullenmekte ya da bu gerçeğe inanmakta zorluk çekiyoruz. Bir bakıma hepimiz biraz hayalperestiz ama bunu da kabullenemediğimizden kendimize ütopik isimler yakıştırıyoruz. Kurguladığımız bu hayali dünyada kendimize layık gördüğümüz ve tabii ki senaryosunu kendimiz yazdığımız rolü gayet başarılı biir şekilde ortaya koyuyoruz. Orta oyunumuz bir de çevremizden alkış aldı mı değmesin kimseler keyfimize; bizden iyisi zor bulunur zaten! Sorumlu olmadığımız ve dünya da ya da ahirette hakkında hesaba çekilmeyeceğimiz o kadar çok meşgalemiz var ki, bunlardan bir kısmından kurtulsak belki de

Islah veya İmha

Hayatımızın değişik dönemlerinde hoşumuza gidenler kadar beğenmediğimiz şeylerle de karşılaşırız, öyle ya dünya bizim keyfimize göre tasarlanmadığı gibi kainatın kaderi de elimizde değil.   Bunlardan bir kısmından kaçınma fırsatımız olabildiği gibi bazılarına da gayri ihtiyari maruz kalır, rahatsız olur, cefasını çeker, sonuçta çaresiz katlanırız. Bir de gücümüzün yettiklerini değiştirmek gibi insani bir hevesimiz vardır. Bu heves öylesine doyumsuz ve sınırsızdır ki, imkan verilse dünyanın şeklini bile değiştirmeye kalkarız.   Sözkonusu dinimiz olunca değiştirme ve hevesimize uydurma faaliyetleri esasında dine muhalifte olsa biz ona bir kılıf bulmaya çalışır, etrafından dolaşır, bazı hakikatleri örter, bazılarını değiştirir sonunda ortaya hoşumuza giden bir din anlayışı ve yaşantısı koyar keyfimize bakarız.   Yüzlerce yıllık İslam tarihinin her türlü devranından süzülüp bize ulaşan hakikatleri ve dinin alametleri de dahil herşey bizce yeniden yorumlanmalıdır. Kafamıza uyma

Kurbanların bayramı mübarek olsun

Binlerce yıldır kimler geldi, kimler geçti...  Tarih sayfaları, gelip-geçenlerin hikayeleriyle doludur. Ardından söylenenlerden ve söyleneceklerden hiçbirinin haberi olmadı. İçlerinden kimileri bunu da dert edindi ve ardında bir güzel hatıra (yad-ı cemil) bırakabilmek için gayret sarfetti. "Bana, sonra gelecekler içinde iyilikle anılmayı nasip eyle!" (Şuara 84) İşte peygamberler bu noktada da hep bütün insanlığa örnek oldular. İnsanlık bütün güzellikleri onlardan öğrendi! Geldiler, ama bir daha hiç gitmediler. Adem, Nuh, İbrahim, Musa ya da İsa denildiğinde kim oldukları hemen bilindi. Hep güzel hatıralarla anıldılar. Muhammed(sas) denilince baharın bütün goncaları patladı! İbrahim(as) onlardan biri, hanımı Hacer ve oğlu İsmail(as) ile öyle hatıralar bıraktılar ki; Allah onların hatıralarını insanlara 'din' kıldı! İbrahim(as), dost bir peygamber, güzel bir eş, fedakar bir baba idi. Bir emirle getirip Hacer ve minik İsmail'i kuru ve kara ta

Muhasebe

İnsan için hayat, hakkında her türlü fikir yürütülebilecek olaylarla doludur. Hemen hepimiz her olay hakkında mutlaka birşeyler bilir, düşünür ve bunu dillendiririz. Yaratılışımız ve biraz da yetiştirilmemizde etken olan genetik altyapı ve çevresel faktörler bizi durdurulamaz birer analiz makinasına dönüştürebiliyor. Oysa ‘ilmin yarısı, bilmiyorum demektir.’ Maalesef işin bu yönünde de halimizin pek farkında değilizdir. Olaylar hep o bildiğimiz yarıya denk geliyor! Türkçemizin manası en derin ve en yaygın hatta okyanus derecesinde bir deyimidir, 'hariçten gazel okumak', onsuz yaşayamayız adeta! Her konuda konuşmak ve her duyduğunu aktarmak aklı başında bir insan için cinnettir. Bunun toplumsal bir normalliğe dönüşmesi hiç bir şekilde yapılanı doğrulamaz sadece cinnetin toplumsal bazda yaygınlaştığını gösterir. Hakkında bilgi sahibi olmadığım konularda kanaat belirtmekten ve dahası insanları da o kanaate yönlendirmekten Allah’a sığınırım. İçinde bulunduğumu

Kendimizi kurtaralım

Dünya hayatı sabahlar ve akşamlar yurdudur; aydınlık ve karanlıklar, gündüz ve geceler, galibiyet ve mağlubiyetler, hayat ve ölümler, tokluk ve açlıklar, mazlum ve zalimler, mü’min ve kafirler, barış ve savaşlar... Size bir yara dokunduysa karşı topluluğa da benzer bir yara dokundu. Allah'ın gerçekten iman etmiş olanları ortaya çıkarması ve aranızdan şehidler edinmesi için bu günleri böyle aranızda döndürürüz. Allah zalimleri sevmez.  (Ali İmran 140) Bu günler aramızda döner durur ve nihayetinde dünya hayatı son bulur ve adalet mutlak ve şaşmaz bir şekilde icra olunur ki o gün ‘din günü’dür. Öyleyse ne sevinçlerimizde haddi aşmamalı ne de hüzünlerimizde kendimizi kaybetmemeliyiz. Sevinilecek işlerde elbette memnun oluruz ancak haddi aşmamak demek o başarı ya da galibiyetin sebeplerinin tahakkuk ettiği ve Kadir-i Mutlak olan tarafından bahşedildiğini unutmamaktır. Kayıp ve hüzünlerde haddi aşmak ise yine o takdiri gözardı ederek, umutsuzluğa ve çekişmeye meyletmektir. Her iki

Allah dilediğini alçaltır!

Allah’ın kullarına rahmetinin ve lütfunun en yüksek ifadesi peygaberlerine vahiy yoluyla indirdiği kitaplar ve bunlarla tesis edilen hayat düzenidir. Vahyin nimetlerin en büyüklerinden olduğunu vahiy temelli fıtrat düzeninden çıktığımızda başımıza gelenlerden gayet iyi anlayabiliyoruz. Haramların hayatımızı kararttığı gerçeğinin ispata ihtiyacı olmayacak derecede ortada olduğu bir devirde yaşarken vahyin bereket ve rahmetini de yokluğuyla idrak ediyoruz. Bu rahmet ve bereket kaynağının insanlar arasındaki temsil yani yaşayan güzel örnek olma görevini yerine getiren peygamberlerden bağımsız düşünülmesi ise herhalde insan aklının kendine kurduğu en tehlikeli tuzaktır. Şeytan için değiştirme yahut ortadan kaldırma imkanı bulunmayan vahyin son ve mükemmel hali Kur’an için düşünülebilecek daha etkili bir tahrip metodu herhalde bulunamazdı. Vahyin yaşanmasına verilen umumi isim sünnettir. Sünnetin değişik şekilleri olduğu gibi tespit ve naklinden dolayı farklı mertebe ve değerde olanları

Hocalar ve Cemaatler de Sapıtabilir

İnsanoğlu dünyaya ayak bastığı günden bu yana sürekli gelişiyor, değişiyor ve yeni birşeyler keşfedip dünyayla oynamaya ve oyalanmaya devam ediyor. Allah, her birimize dünya hayatının imtihanlığına yaraşır bir süs ve eğlence yahut bir meşguliyet veriyor. Son yıllarda özellikle 15 temmuz ile birlikte gündemimize pek yakıştıramadığımız ve aslında pek örneği de olmamış bir konu girdi. İslami cemaat sandığımız her yana yayılmış ve neredeyse herkese bulaşmış bir yapının batının bizi yok etmek için kullandığı malzeme olduğunu gördük. Silahlı örgütlerden daha etkin bir parçalama ve yok etme girişimi bu kuzu postuna bürünmüş vahşi sırtlanların tırnaklarıyla gerçekleştirilmek istendi. Bu yeni durum yani hoca dediğimiz birilerinin hain birer örgüt lideri ve cemaat dediklerimizin de gerektiğinde eli kanlı katiller olabileceği gerçeğini hala birileri kabullenemese de ve hala birileri sempati duymaya devam etse de artık reddedilemez bir biçimde canlar ve acılarla unutulmaz bir şekilde öğretildi

Selamız okuna...

Neredeyse her mevzuda müslümanlara ve yaptıkları doğru ya da yanlış her işe bir kulp bulmak ve sataşmak gibi bir vazifesi bulunan bazı kesimlerin varlığından haberdarsınızdır. Bunlara göre her olayın direk zanlısı hatta yargısız suçlusu müslümanlardır. Dünyada işlenen bütün cürümlerin faturasını bize kesip, esip yağan bu zatlar müslümanlıkta da en iyi makamı kimseye bırakmazlar. Sorulsa en iyi, doğru müslüman da onlardır. Her nasıl oluyorsa, bunların eleştirdikleri birçok konu gayri müslimlerin ve ateistlerin İslama ve müslümanlara saldırmakta kullandıkları argümanlarla neredeyse birebir aynı... Örneğin yurdumun hazımsız ve darbenin başarısız olmasından dolayı çok kederli bazı kesimleri o gece ve yıldönümünde yeniden okunan selalardan oldukça rahatsız oldular ve hatta malumunuz müezzinlere fiili saldırıya kadar ileri gittiler. Hemen ardından sahneye çıkan bir grup antici müslüman ise selanın aslında dinde olmadığını iddia ederek onlara bir bakıma içeriden destek sundular.

Herkesin Bir 15 Temmuzu Var

Büyük hadiselerden sonra paylaşılmakla bitmeyecek devasa onurlar ve kahramanlıklar ortaya çıkar, normaldir. Gerçekten olayın kahramanı olanlar mütevazi bir mahcubiyetle küçük harflerle sorulduğunda ancak konuşurlarken, birileri büyük büyük harflerle kocaman cümleler kurarak rol çalar ve ekmek yerler.  Detaylandırıp kimseyi rencide etmenin alemi yok ancak hepimiz bu gidişattan mutsuz oluruz ve en büyük bedeli veren yiğit şehidler namına mahzun oluruz. Oysa ne gam; fedakarlığı Allah ve O’nun şiar bildiği/bildirdiği mukaddesat uğruna yapanlar karşılıklarını O’ndan alacaklardır. Kim ne için öldüyse ona ancak o vardır. Hasbel kader 15 temmuz Cuma günü Ankara’daydım, işlerimizi bitirip akşam geç saatlere kalmadan şehri terketmeye niyetlenip ayrıldık. Haberleri sosyal medyadan gelen darbeye ilk anda inanamadığımı söylemeliyim. Köprü tutularak darbe tuhaf gelmişti. Sonrasında ise gelen haberler ve okunan salalarla durumun ciddiyetini anlamıştık. Bulunduğumuz yer küçük bir orta Ana