Kayıtlar

Kasım, 2016 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Tedbir ve Tevekkül de Kaderdir

Dünya, hayatın ve ölümün içiçe deveran ettiği bir imtihan yurdu ve bizler bu yurdun sahipleri değil misafirleriyiz. Geldik ve gidiyoruz. Bazılarımızın gidişleri vicdanları sızlatan facialarla, bazılarımızınki yürekleri yakan katliamlarla oluyor. Sebepler dünyasındayız ve bu sebepler bizim imtihanımızın gereği olarak cereyan eden olayların tamamının ortak adıdır. Genel sapma noktası yaşanan felakete 'kader' denilmesi üzerinden inşa edildi. Bu bakışa sahip olanlar bir hadiseye kaderin tecellisi olarak bakılmasının olayın suçlu ya da sorumlularının masum sayılacağı savı üzerinden hareketle tevekkülü bile yanlış anlama ile itham edip kınar hale geldiler. Oysa İslam, bir ceza hukuku va'z ederek zaten kaderin tecellisi olan kazalarda vesile olarak görülen suçlu şahsın cezalandırılmasını kanun kılarak bunun tevekküle ters olmadığını bize göstermiştir. Yani İslam bir katilin kısasına hükmetmekle maktulün kader olan ecelini reddetmeden mes'ul olana ceza verilmesini emre

Kendimizi kurtaralım

D ünya hayatı sabahlar ve akşamlar yurdudur; aydınlık ve karanlıklar, gündüz ve geceler, galibiyet ve mağlubiyetler, hayat ve ölümler, tokluk ve açlıklar, mazlum ve zalimler, mü’min ve kafirler, barış ve savaşlar... Size bir yara dokunduysa karşı topluluğa da benzer bir yara dokundu. Allah'ın gerçekten iman etmiş olanları ortaya çıkarması ve aranızdan şehidler edinmesi için bu günleri böyle aranızda döndürürüz. Allah zalimleri sevmez. (Ali İmran 140) Bu günler aramızda döner durur ve nihayetinde dünya hayatı son bulur ve adalet mutlak ve şaşmaz bir şekilde icra olunur ki o gün ‘din günü’dür. Öyleyse ne sevinçlerimizde haddi aşmamalı ne de hüzünlerimizde kendimizi kaybetmemeliyiz. Sevinilecek işlerde elbette memnun oluruz ancak haddi aşmamak demek o başarı ya da galibiyetin sebeplerinin tahakkuk ettiği ve Kadir-i Mutlak olan tarafından bahşedildiğini unutmamaktır. Kayıp ve hüzünlerde haddi aşmak ise yine o takdiri gözardı ederek, umutsuzluğa ve çekişmeye meyletmektir.

Yukarıdan Bakmak

Aynı şey hakkında farklı kanaatlere sahip olmamıza sebep olan pek çok etken vardır. Bildiklerimiz, tecrübe ettiklerimiz verıtabanımızın en değerli yerindedir elbette ama alttan alta bizi yönlendiren korkularımız ve farkında olmadığımız hedeflerimiz bile bizi peşinden sürükleyebilir. Mesela kalbimizin derinlerinde kök salmış sağlam bir Allah ve ahiret gününe iman farkında olmadan birçok konuda doğru kararlar vermemizi sağlayabilir. Bir de baktığımız açı ya da durduğumuz noktadan gördüklerimiz vardır ki, doğru yerde durmaz ve doğru açıdan bakmazsak herşeyi altüst edebiliriz. Bu konuda kendi açımdan en verimli dersi Hacc esnasında Mescid-i Haram’ın en üst katından tavaf edenleri seyrederken aldığımı eklemeliyim. Manzara kısaca şöyledir; kim olduklarını bilemeyeceğimiz gib niyetleri hakkında da en ufak bir kanaat sahibi olmadığımız, cisimleri, dilleri, güçleri, sesleri velhasıl herşeyleri farklı binlerce insanın oluşturduğu kusursuz bir ahenkle dönen, muhteşem halkalarla Kabe’yi s

Başkasının Ölümü

Hakkında konuştuğumuz ölümler başkalarının çünkü kendi ölümümüz hakkında konuşma imkan ve ihtimalimiz olmayacak, en azından bu dünyada!.. Henüz akıllarımızı kaybetmediysek gördüğümüz ceset görüntüleriyle onlar başkalarınındır; o çocuklar bizim olsaydılar ya da kardeşlerimizin çocukları nasıl kalabilirdik böyle yere kök salmış odunlar gibi! Parçalanmış irili ufaklı bedenler, enkaz altlarından çıkarılan kimsesiz kalmış ya da kimselerini enkazlarda bırakmış bebeler sıradanlaştıysa dünyanın gözünde, insanlığın yok olması için kıyametin beklenmesine gerek kalıyor mudur? Başkasının ölümüdür bize bu kadar kolay gelen, bizim olsaydılar böyle seyirci kalamazdık! Kendimizi çok yıpratmamak için hemen savunma mekanizmalarımızı çalıştırıp okun ucunu zalimlere çevirelim. Nasıl bu kadar acımasız olabiliyorlar? Her biri bir anne-babadan dogma ve belki de bir çoğu anne veya baba olan bu yaratıklar hangi sebeplerle bu kadar kararmış bir kalbe sahip olabiliyorlar? Biz seyrediyoruz da se

Herşeyin başlangıcı olan birşey

İnsanlık tarihinin de bilinen en eski verileri aslında hemen her bilgi gibi vahye dayanıyor. İlk insan olarak yaratılan Adem(as)’ı Allah(cc)’in halife kılmasını haber veren ayetler mücadelenin de başlangıcını anlatıyor. (Bakara 30 ve devamı) Yeryüzüne tayin edilen halife ve onun getireceği ve uygulayacağı nizama karşı çıkacakların ve engel olacakların mücadelesi bir başka deyişle; kan döküp fesat çıkaracak olanlarla adaleti ikame edip ıslah edecek olanların kavgası! Önce bilgi ya da ilim konusunda bir hakikati daha açık bir dille ifade etmeye çalışayım, sonra da fesat ile ıslah hareketlerinin kaçınılmaz karşılaşmalarını ve neticelerini irdeleyelim. Var olan herşeyin varlığını zatına borçlu olduğu Zat-ı zü’l-Celal, yarattıklarının ihtiyaçlarını tüm yönleriyle en kamil şekilde bilen ve veren olduğundan hayatiyetimizin devam ettiği süre içinde elde edeceğimiz her bilgi ya da ulaşacağımız her gelişme, yapacağımız her keşif, ortaya koyabileceğimiz her hakikat O(cc)’nun bildirdikler

Emniyet ve Adalet

Allah(cc) ’ın adıyla; Rahman ve Rahim’dir ki yarattıklarının yeryüzünde çıkardığı ve çıkaracağı fesadın ve döktüğü ve dökeceği kanlara, işleyeceği zulümlere rağmen rahmetiyle dünyanın devranını devam ettirendir. Kalemi yaratan ve onunla yazı yazmayı belleten(Alak 3) Allah, emanetinin taşıyıcıları olarak zalim ve cahil oluşumuza rağmen ahirimizde rahmetiyle muamele etmesini umduğumuzdur ki O’ndan umudunu kesenin başka bir yardımcısı olmadığı gibi herhangi bir nasibi de yoktur... (Yusuf 87) Salat ve selam; hidayet rehberimiz, dünyada ve ahirette peşinden gitmekten gayrı hedefimiz olmayan, sünnet ve şefaat sahibi Muhammed(sas)’e, ashabına ve kıyamete kadar onların yolu üzere yürümeye iman ile azmeden salih mü’minlerin üzerine olsun. İlk olması hasebiyle söze hamdele ve salvele ile başlamayı ve bu bereket ile devam etmeyi umut ediyorum. Şüphesiz bütün sözler ve yazılar, tıpkı namazlar ve diğer ibadetler gibi tıpkı hayatımız ve ölümümüz gibi alemlerin rabbı Allah(cc) içindir. (En’a

Fil Vakası

İnsanlık tarihi bir çok olaya sahne olmuş olsa da bazıları bizim için daha özeldir. Bu özel olaylardan bir tanesi de meşhur ‘Fil Vakası’ olarak kayıtlara geçen, Yemen kralı Ebrehe’nin Kabe’yi yıkma maksadıyla fillerle desteklenen ordusuyla düzenlediği sefer ve sonunda aleme ibret olacak bir hezimetle yenilip ezilmesidir. Bu olayın Mekke’de cereyan etmiş olması, merkezinde Kabe olması ve alemlere rahmet Abdullah oğlu Muhammed(sas)’in doğumundan 2 ay gibi kısa bir süre önce gerçekleşmiş olması ve tabi bütün bunların üstünde hadisenin  ayetlerle bize bizzat tarihin de Rabb’i olan Allah tarafından bildirilmiş olması çok özeldir. Rabbinin Fil sahiplerine ne yaptığını görmedin mi? Onların planlarını boşa çıkarmadı mı? Üzerlerine sürü sürü kuşları gönderdi. Onların üzerlerine pişirilmiş balçıktan taşlar atıyorlardı. Sonuçta onları yenik ekin yaprağı gibi yaptı. (Fil Suresi 1-5) Şüphesiz bu olay Rahmani bir müdahale ve olağanüstü bir olaydı. Dönemin şartları içinde değerle

Bir Film Meselesi

İletişim ve teknoloji çağında olmamız sebebiyle, herşeyin bir şekilde bu gelişmelerle içiçe olmak zorunda olduğu gerçeğini gözardı etmeden mukeddasatımızı bu devrin zedeleme ve olası hakaretlerinden koruma refleksimizi harekete geçiren son günlerin tartışmalı filmi; ‘Muhammed, The Messenger of God’ bizi bir kere daha sarstı. İranlı meşhur bir yönetmenin bu son filmi ile 3 bölümle Nebi(sas)’in hayatını anlatacağı açıklandı. İlk bölümü bazı islam ülkelerinde yasaklanan film geçen hafta vizyona girmesiyle gündem oldu ve eleştirilerle savunmalar bir anda havada uçuşmaya başladı. Son söyleceğimi başa alayım; bu filmi izlemeyi düşünmüyorum ve kesinlikle izlenmesini de tavsiye etmiyorum. Bunun sebeplerini izah etmeye çalışacağım elbette ama aslında bir tek sebep bütün sebepleri bastırdığından sadece onu anlatmam belki de kafidir. Biz müslümanlar Muhammed(sas) ümmetiyizdir ve O’na tabi olmamız ve sevmemiz imanımızın gereği olduğu gibi imanımızla birlikte kalplerimize yerleşen bir