Kayıtlar

Tarih etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Tarihin akışına direnmek

Resim
İnsanlık, zamanı durduracak bir yol bulamadı henüz, bulamayacak büyük ihtimalle. Üstelik sadece dünyaya özgü ve Allah(cc) için, -azamet ve kudreti hakkında bildiklerimizle düşündüğümüzde- çok küçük bir olay olan zaman, tek başına bizim boyumuzu çok aşıyor. Tarih; bin bir tarifine rağmen neticede zaman içinde yaşanan olaylar silsilesinin adı olunca, akışına direnmek en azından zamanın geçmesine direnmek gibi imkansız hale geliveriyor. Ancak bir yerde bir gariplik var. Başlangıcı ve akışın önemli noktaları, bizim asla kontrol etme ya da denetleme imkanımız olmayan verilerle tayin ediliyor. Tarihin akışına müdahale mümkün değil ama tarihe bakışa getirilen sınırları doğrultmak ya da kaldırmak pekala olabilecek ve yapılması gereken bir şey. Bizim için, doğruluğu tartışılamaz olan vahye dayanan bilgilerle mukayese ettiğimizde apaçık çelişkiler olduğu halde, çocukluktan itibaren ısrar ve inatla bu tarih akışına şartlandırılarak büyütülen nesiller, bir yerde iç dünyaların

Kültürel iktidarın temeli

Resim
Tarihin değişik dönemlerinde, “sünnetullah” gereği, zenginlik ve refah dünyayı dolaşıp durmuştur. Coğrafi konumlar ve sosyal şartlar elbette bir çok avantajlar sağlasa da; kalkınma ve ilerlemenin/gelişmenin temeli, güç ve adalet üzerine atılmıştır. Güçsüz adalet; toplumsal ya da uluslararası münasebetlerde belirleyici rol alamamış, sadece duygusal bir yoğunluk olarak kalakalmıştır. Adaletsiz güç; bir yere kadar zenginlik getirse de, refah ve saadet gibi asıl insani ihtiyaçları karşılamaktan çok uzak olduğundan, sonuç olarak zulüm ve baskı, dolayısıyla gerilik ve mutsuzluk üretmiştir. Dün ve bugün, refah seviyesi yüksek toplumlarda öne çıkan en belirleyici kıstas, adaletin ne kadar hüküm ferma olduğudur. Adalet seviyesi, bir açıdan dünyada iktidar olmanın kuralıdır. Çünkü iktidarlar halklarının desteğini almaksızın ayakta duramaz, dursa da; bir medeniyet, gelişmişlik ve adalet duygusu ile emniyet hissi veren devlet ve toplum oluşturamazlar. Dünyanın geri kalanına haksı

Yaralarımızla yaşıyoruz

Resim
İnsanlar hakikatin değil intikamlarının peşine düşüyor. Hakikatin müşterisi o kadar azaldı ki, karaborsaya düştü. Enflasyonun en yükseği hakikat fiyatlarında idi tüm zamanlar boyunca, hakikate sahip olmak isteyenler her devirde en yüksek bedelleri ödemek zorunda kaldılar. Kin ve intikam duygusu yalnızca gözleri değil gönülleri de kör etti. Adalet dediğimiz hakikat meyvesi dalında kurudu kaldı. Kökü toprağın derinlerinde saklı bir yüce hakikat ağacımız var, dallarına erişemediğimiz… Yapraklarını yabanların kopardığı, olgunlaşamadan dökülen meyvelerine su yürümeyen! Adalet meyvesinin tadı damaklarımızdan bile silindi. İşportalarda gördüklerimiz hormonlu hakikatler asla gerçek tadını vermedi, veremeyecekte. Yara alan, açılan derisine benliğini sardı. Bedenlerimiz değil ruhumuz yarıldı, kanadı gibi. Yarasının içine aklını, izanını, imanını doldurdu insanlar. Düşün denilince yarasıyla, konuş denilince yarasıyla, yürü denilince yarasıyla, yaşa denilince yarasıyla yaşar oldular

Halkın Yönetim Sistemi

Resim
Yönetmek insanın yaratılış itibariyle sahip olmak zorunda olduğu bir haslet olduğu kadar, yönetilmekte zaruri bir neticedir. Bazıları yönetir, bazıları yönetilir. Herkesin yönetici olma ihtimali yoktur. Yönetenler sırf bu makamda oldukları için düşman olunmayı elbette hak etmezler, tıpkı zenginlerin sahip oldukları sebebiyle kınanamayacakları gibi… İktidar mücadeleleri hatta savaşları insanlığın kaderidir. Kaçışı ve çıkışı olmayan, yaratılmış olmak ve hayatta kalmak kadar mecburi bir istikamet! Yeryüzünde savaşların ya da en basit haliyle iktidar mücadelelerinin bitmeyi bırakın durma ihtimali bile yoktur. Bu sebeple insanlığa bunlarsız bir hayat vadedenler yalancıdır! Kıyamete kadar devam edecek bir kavganın içindeyiz ve yegâne çıkış; ferdi olarak ölüm, toplumsal olarak ise helak olmaktır. Bunu da kimse istemez. Kalmak ve kazanmak zorundayız. Bu durum sebebiyle nasıl yönetildiğimizle çok ilgiliyizdir. Bizi kim ya da kimler, neye göre ve nasıl yöneteceklerdir? Bu soruların

Geçmişle Hesaplaşma Hastalığı

Yakın ve uzak unsurlarıyla insanlık tarihi genel olarak ortak geçmişimizdir. Biz müslümanlar Adem(as) ile başlayan bir insanlık tarihine inanır ve bu hatıraları temelde vahiy esaslı bilgilerle ve elbette insanların keşifleriyle tanır, bilir ve ibret alırız. Aslını ve neslini merak etmek gayet insani bir his olsa da vahiyden koparılması bir yana, vahyin temel bilgilerini inkar ve reddetmek için bir geçmiş düzenleme ameliyesine girişmek insanı kendisine ve insan nesline hiç bir fayda sağlama ihtimali olmayan boş işlere dahası neslini maymunlaştırmasına kadar gidebilir. Allah(cc) bize neslimizin Adem(as)’dan olduğunu bildirmiş biz de buna iman etmişizdir. O’nun yaratılış süreci de Kur’an’da aktarıldığına göre bu konuda bir sorunumuz yoktur ve olmamalıdır. Varsa aklımız vahiyle tatmin olmamış, kalbimiz kendine başka yollar aramaya başlamış demektir. O günden bu yana gelen ve giden insan neslinin yaşantı ve tecrübeleri bizim için değerli birer hatıra ve ibret vesikalarıdır. Gerek m

Kerbela; ifrat ve tefrit

İslam tarihinin en mustesna kısmını oluşturan Risalet ve Raşid Hilafet dönemleri sonrasında yaşanan vahim olaylar mecburiyetler dışında pek ilgilenmediğim daha doğru bir ifade ile kaçtığım bir konudur. -San'a'dan Hadramevt'e bir kadının Allah'tan başkasından korkmadan yolculuk edebildiği- dönemin Mekke'nin en zor günlerinde müjdelendiği gibi yaşandığı zamanların hemen ertesinde, yalnız cihad için bilenen kılıçların Uhud'da bir kayaya vurularak paralandığı örneklerin de bulunduğu zor zamanlardır o yıllar... Ömer(ra)'in minberden şehadet dilediği ve buna mihrabta ulaştığı, Osman(ra)'ın kanının mushafa döküldüğü, Ali(ra)'nin bir zamanlar kendi şiasından olanlarca katlediği zamanlar... Osman(ra) döneminde başlayıp Ali(ra) döneminde devam eden fitne ateşi Hasan bin Ali(ra) ve Abdullah bin Zubeyr(ra) gibi Medine'nin güzide evlatlarını da yakmıştı. Ehli Beyt, ümmetin tüm muhabbetine ve hürmetine rağmen katledildi. Kerbela vakası sırasında tarihçil