Kayıtlar

Selçuklu etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Emperyalist olmadan imparatorluk olmak

Resim
  Tarihin farklı dönemlerinde, İslam dinine mensup insanların yani Müslümanların kurdukları, çok sayıda devlet geldi ve geçti. Bunlardan bazıları kısa sürelerde ve küçük alanlarda etkili olduklarından genel hafızada pek yerleri olmadı. Bir kısmı ise, imparatorluk seviyesinde bir büyüklüğe ulaştıkları için, dünyanın tamamını etkileyen varlıklarına kimse bigane kalamadı. Bu tarihi sürecin içinde bir şekilde yer alan farklı ırk ve nesiller, ister istemez dil ve kültür etkileşimlerine maruz kaldılar. Yönetilenler kadar hakimiyeti elinde bulunduranlar da doğal bir etkiden uzak kalamadılar. Bu bakımdan, fethedenlerin içlerine aldıkları sebebiyle bir tür iç fetih yaşadıkları tezi çoğu tarih analizcilerinin kabullendiği bir gelişmedir. İslam’ın bu devlet ve imparatorluklar üzerindeki etkisi, ortak bir kültürün gelişmesine yol açtı. Neticede, temel toplumsal kurallar üzerinde bir tartışmaya gerek kalmadan düzen devam edebiliyordu. Emirler ve yasaklar, fıkıh temelli bir hukuk sistemine dayan

Siyasal İslam, İslam siyaseti

Resim
Biz dünyalılar, onca eğitime ve bilişim imkanlarına rağmen bir türlü kavramlar üzerinde anlaşamadık. Hala birimizin dam dediğine diğeri direk demeye devam ediyor. Bunca gürültünün ve anlamsız tartışmanın temel çıkış noktası da bu. Tamam inşaat sektörünün kavramlarda belli bir dengeyi yakaladığı bir vakıa, en azından hiçbiri dam ile direği tartışmıyor, gayet iyi anlaşıyorlar ama misal bu ya; konu İslam olunca sıradan bir mesleki hassasiyet bile tanımayan ve daha da acısı kendi menfaat ve hedefleri doğrultusunda bu dini çarpıtarak kullanmaktan vazgeçmeyen bir kesim hep vardı, hala da var. İslam’ı cüzlere ayırdığımızda, bunların her birinin tek başına tam anlamıyla İslam olmadığını herhalde biliyoruzdur. Bu temel mantık daha çocukken öğrendiğimiz bir gerçektir; bir dilim kek, bir dilim kektir, kek tepsisinin tamamı değildir! Bu kadar ciddi bir meseleyi, böylesine basit misallerle anlatmam aslında konunun verdiği rahatsızlığı ifade edeceğim ağır kelimeleri bastırmak için.

Platonik batı sevdası

Resim
İnsanlar, dünyanın farklı yerlerinde ve tarihin farklı devirlerinde, Allah(cc)’in zamanın akışı içinde tayin ettiği dönemlerde, farklı medeniyetler inşa ederler ve yıkarlar. Bu günler insanlar arasında dolaşır durur. (Ali İmran 140) Bir devrin muhteşem güçleri bir sonraki devirde yer ile yeksan olurlar. Bir bakarsınız adı sanı duyulmamış bir başkası öne geçer, üstün gelir ve bir medeniyet inşa eder. Medeniyet kavramını, güç ve otorite ile kurulan zenginlik ve gelişmişlik olarak kullanıyorum. Aslında bizim açımızdan medeniyet; Medine menşeli bir hayat tarzının insanlığa sunduğu hayat tarzı ve neticesinde ortaya çıkan toplumun meyvesidir. Bu deverana örnek olarak, Endülüs, Selçuklu ve Osmanlı gibi hemen hepimizin bildiği medeniyetleri gösterebiliriz. Diğer yandan, batının da kurduğu ve yaydığı medeniyetleri olmuş ve onlar da gelmiş ve geçmiştir. Bugün ise dünyanın geldiği noktada, güç ve gelişmişliği temsil eden batı medeniyetidir. Onunla rekabet etme ihtimali bulunan doğ

Mensubiyet ve Asabiyet

Resim
Belki biz anlatamıyoruz, belki onlar anlamak istemiyorlar bilemiyorum ama İslam’ın insanlara, ırklara, kabilelere bakışı hakkında hala söz söylemeye gerek olması, hele de bu dijital bilgi çağında biraz vakit israfı görünse de maalesef ihtiyaç olduğunu reddedemeyeceğimiz bir vakıa olarak karşımızda duruyor. Allah(cc), insanları neden farklı ırklar ve kabileler olarak yarattığını izaha muhtaç olmayacak kadar net bir ayet ile bildirmişti: Ey insanlar! Sizi bir erkekle bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi soylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en üstününüz en çok takva sahibi olanınızdır. Allah bilendir, haberdar olandır. (Hucurat 13) Bu ayrımın dünya tarihinde ne büyük imtihanlara vesile olduğunu da düşününce Rahmani hikmetin boyutlarını görüp, ‘subhanellah’ diyerek başımızı eğmekten başka bir yolumuz yoktur! İnsanlar, kabilelerinin ve ırklarının davası uğruna cehenneme koşabilecek kadar taassup taşıyabiliyor. Aynı insanlar, kendi yaptıkları asabiyet

Selamız okuna...

Neredeyse her mevzuda müslümanlara ve yaptıkları doğru ya da yanlış her işe bir kulp bulmak ve sataşmak gibi bir vazifesi bulunan bazı kesimlerin varlığından haberdarsınızdır. Bunlara göre her olayın direk zanlısı hatta yargısız suçlusu müslümanlardır. Dünyada işlenen bütün cürümlerin faturasını bize kesip, esip yağan bu zatlar müslümanlıkta da en iyi makamı kimseye bırakmazlar. Sorulsa en iyi, doğru müslüman da onlardır. Her nasıl oluyorsa, bunların eleştirdikleri birçok konu gayri müslimlerin ve ateistlerin İslama ve müslümanlara saldırmakta kullandıkları argümanlarla neredeyse birebir aynı... Örneğin yurdumun hazımsız ve darbenin başarısız olmasından dolayı çok kederli bazı kesimleri o gece ve yıldönümünde yeniden okunan selalardan oldukça rahatsız oldular ve hatta malumunuz müezzinlere fiili saldırıya kadar ileri gittiler. Hemen ardından sahneye çıkan bir grup antici müslüman ise selanın aslında dinde olmadığını iddia ederek onlara bir bakıma içeriden destek sundular.

Patron hoca, şirket cemaat

Müslümanlar, geçen yüzyıl boyunca pek çok şeyini kaybetti ama herhalde en ağır kaybımız "hikmetli siyaset" idi ve hala arıyoruz onu... Kayıplarımız ya da bozulmalarımız elbette ‘baş’tan başladı ki bu da şu meşhur hadisin bir bakıma tevilidir: ‘Bu din ilik ilik sökülecektir; sökülecek ilk ilik idare, son ilik ise namazdır.’ ‘Ehli Sünnet ve Cemaat’ olmanın ilk şartı ve sıfatı olan ‘sünnet’ kadar vazgeçilmez tamamlayıcısı olan ‘cemaat olmak’ bu dinin ilk vahyedildiği günden beri en değerli bağımız olmuştur. İslam toplumlarında devlet başkanından başlayan ve halka halka tüm kesimleri içine alan bir cemaatleşme sözkonusudur. İdareciler, alimler, tüccarlar ve sair meslek erbabı bile kendi aralarında cemaatler oluştururlar. Aynı şekilde mahalle halkı da muhteşem bir cemaattir. Mahalle mescidleri bu cemaatin toplantı mekanıdır ve hatta mescidde ücretle görev yapan bir imam yoktur. Onu yerine mesela mahallenin ayakkabıcısı namazları kıldırır, o yoksa fırıncı geçer mihraba

Kudüs Fedaisi Sultan

Süleyman Şah oğlu Kılıçarslan, doğum tarihi bilinmemekle birlikte öyle bir ömür sürdüki ölümüyle bir fetret devri başladı, yokluğunun felaketi ile varlığının nimeti anlaşilır oldu. 1093 yılında İznik'te tahta çiktiginda herkes onun için en değerli şeyin saltanat ve taht olduğunu sanıyordu. Babasının ölümünden 7 yıl sonra tahta kavuşmuş olması ve gençliği onun ilk önceliginin tahtı olacağı zannına sebep oluyordu. Tahta çıktığı ilk yıllarda devletinin birliğini kurmaya ve Bizans ile ilişkilerini iyi tutmaya çalistiysa da tarihin en iğrenç sayfalarının yazılmasına sebep olan Haçlı Seferleri'nin başlaması ve ilk haçlı çapulcularinin Anadolu'ya yani Anadolu Selçuklu Devleti topraklarına girmesiyle herşey bir daha geri dönmemek üzere değişti. Tarih, bir kez daha kan ile akan bir nehir olmuş ve ancak bu nehirde yüzmeyi başaranların var olabildiği korkunç dönemler başlamıştı. Bizans'ın başindan defetmek için Anadolu'ya geçirdiği haçlı çapulcular köyleri yağmalamaya

1. Kılıçarslan, Kudüs Fedaisi Sultan

Süleyman Şah oğlu Kılıçarslan, doğum tarihi bilinmemekle birlikte öyle bir ömür sürdüki ölümüyle bir fetret devri başladı, yokluğunun felaketi ile varlığının nimeti anlaşilır oldu. 1093 yılında İznik'te tahta çiktiginda herkes onun için en değerli şeyin saltanat ve taht olduğunu sanıyordu. Babasının ölümünden 7 yıl sonra tahta kavuşmuş olması ve gençliği onun ilk önceliginin tahtı olacağı zannına sebep oluyordu. Tahta çiktigi ilk yıllarda devletinin birliğini kurmaya ve Bizans ile ilişkilerini iyi tutmaya çalistiysa da tarihin en iğrenç sayfalarının yazılmasına sebep olan Haçlı Seferleri'nin başlaması ve ilk haçlı çapulcularinin Anadolu'ya yani Anadolu Selçuklu Devleti topraklarına girmesiyle herşey bir daha geri dönmemek üzere değişti. Tarih, bir kez daha kan ile akan bir nehir olmuş ve ancak bu nehirde yüzmeyi başaranların var olabildiği korkunç dönemler başlamıştı. Bizans'ın başindan defetmek için Anadolu'ya geçirdiği haçlı çapulcular köyleri yağmalamaya