Kayıtlar

Aralık, 2016 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Sünnet Müdafası

İslam tarihini genellikle çok severiz; masalsı kahramanlıklar ve destansı hikayelerle aktarılagelen çoğu zaman gıpta ettiğimiz yiğitliklerin ve akıllarımızın almadığı, kalplerimizin kaldıramadığı fedakarlıkların kıssalarını okumak, dinlemek ve hissetmek ruhumuza destek, yüreğimize fetanet ve benliğimize şuur verir. Elbette herşeyin kaynağı yine Rasulullah(sas) ve sahabesidir. Bedir’den Uhud’a, Hendek’ten Hayber’e her savaşı an be an yaşar gibi bilir ve acılarını da sevinçlerini de birebir hissederiz. Kendimize aklımız ve gönlümüz nisbetince dersler çıkarır, bilincimize notlar düşeriz. Katılamadığımız muharebeler için Bedir savaşı boyunca secdeden alnını kaldırmadan duaya devam eden bir Nebi(sas) hemen aklımıza gelir ve dilimizi de kalbimizi de müslümanların saflarına raptederiz. Ortalık karışıp her yandan düşman okları Nebiyyi Muhterem(sas)’e doğru yağmaya başladığında en yakınında olanlarımız, ayakları en sabit kalanlarımız ellerini kılıçlara, başlarını oklara siper ediyorlar

Dost ve Düşman

Gündelik olaylar ve hatta dünyanın neredeyse tamamını ilgilendiren büyük hadiseler biz müslümanlar için nihayetinde bu aleme ait ve burada kalacak, ahiretle mukayese bile edilemeyecek derecede küçük ve basit işlerdir. Bizce bu dünyanın en mühim işi Allah(cc)’ın emri gereğince ve rızası mucibince yaşayıp bu hayatı tamamlamaktan ibarettir. Bunun nerede ve hangi şartlar altında olacağını elbette biz de insanlar olarak bilmek ve hatta kolaylaştırmak isteriz ancak kader bizim idaremizde olmadığı gibi düşmanlarımızın da kontrolünde değildir. Alemlerin Rabb’inin Allah(cc) olduğunu iman etmenin, her durumda hamde götüren ve küfür ile dalalet istisnasıyla herşeye hamdettiren bir huzur kaynağı olması en büyük avantajımızdır. Baksanıza herşeyini kaybetmiş ufacık bir Suriyeli çocuk, hepimize hamd ile ders vermektedir! Bu hengameli dünyada hele de bugünler gibi herşeyin biraz daha karmaşık olduğu zamanlarda dostumuzu ve düşmanımızı tanımamız ve onlarla Allah(cc)’ın koyduğu ölçülerle münase

Mezhep Savaşı

Karşıt propağanda diye birşey vardır; düşmanlarına yaptırmak istediğin şeyi öyle bir desteklersin ki ‘bunu yapalım’ derler  ya da kendi yaptığın şeyi öyle kötüler, öyle güzel gizlersin ki düşmanlarına ‘bunu yapmayın’ diyebilecek kadar! İşte tam da bu duruma uygun bir örnek yaşıyoruz. Hem de yıllardır... Eli kalem tutan ve ağzı laf yapan bazı ağır abiler hemen her konuyu dönüp dolaşıp mezhep savaşı korkusuna getiriyorlar. Bu korku sadece onlarda mı var yoksa bizde böyle bir korku oluşması için mi yaparlar sorusunu geçerek irdelemeye devam edelim. Bu kalem ve kelam erbabı özellikle ve mutlaka bir ‘İslam Birliği’ hayaline sahiptirler. Onların hayalindeki bu birlik ne hikmetse İran olmadan ya da diğer bir deyişle şia olmadan olamaz. İslam Birliği’nin nasıl bir ütopya olduğunu anlamak için onların hayallerindeki birlik üyelerine, siyasi durumlarına ve islamla ilgilerine bakmak aslında yeterli olsa da bu onlara yetmez, illa da olsun diye bilye oynayan çocuk mızmızlığıyla bu hayale he

Gemiler Yakmak İçindir!

Azatlı bir köle iken kumandanlığına getirildiği ordusunun gemilerini yaktığı günden beri Tarık bin Ziyad, yeryüzünde ‘gemileri yakmak’ diye bir deyim var ve yakılan gemiler kararlılığın, dirayetin ve kahramanlığın sembolü oldular. Yakılan gemiler yalnız geri dönüşün imkanını yok etmedi, korkuların ve zaafların çürük tahtalarını da kül etti. Ateş, doğru yerde ve doğru hararetle kullanıldığında altını değersiz madenlerden ayırmak için tek yoldur. Mesele gemiler ve ateş değildir aslında, kasdedilen bir fetihtir ve yanan gemiler onun kazanını kaynatır. Bunun için gerekli olan büyük bir kumandan ve sağlam bir ordudan da ziyade, uğrunda herşeyin yakılabileceği yani herşeyin göze alınabileceği bir davadır, bir davettir. Her gemi bir şekilde yakılabilir de artık demirden yapılan bazı gemiler yakılamıyor, başı dara düşenler hemen başını sokacak bir gemi bulabiliyor.  Yakılmadan ardımızda bıraktığımız gemiler, ayaklarımıza bağlı demir kütleleriyle bizi aşağılara çekmeye devam ediyor

Halep Harap Olduktan Sonra

Çok değil 95 yıl önceydi, öyle anlatıyor görenler; devletimiz mağlup olmuş ve beldelerimiz işgal edilmeye başlanmıştı. Antepliler, Fransızlar gelmeden ellerindeki erzakları şehrin birçok evinin ve konağının altında bulunan mağaralara taşıdılar ama hayvanları ve kendileri için yapabilecekleri çok şey yoktu. Çünkü Halep düşmüştü! Musul düşmüştü! Bunların ardından  önce Kilis sonra Antep’te düştü ve işgal edildi... Oysa direniş çok sağlam başlamıştı. Sultan 2. Abdulhamid’in Teşkilat-ı Mahsusa’sından değerli bir eleman olan Özdemir Bey ve yine Osmanlı Zabiti Şahin Bey gibi komutanların ve şehrin neredeyse tüm halkının arkasında olduğu bir savaşın kaybedilmesi 11 ay sürmüştü. Tarihçiler, Antep savunmasının düşmesiyle ilgili iki sebep sayarlar; birincisi dışarıdan hiçbir yardım ve desteğin gelmemiş olması sebebiyle içeride yiyecek ve cephanenin tükenmesi, ikincisi ise kural tanımaz ahlaksız ve zalim Fransız ordusunun havadan ve karadan hedef gözetmeksizin şehri bombalama

İntikam kaç yaşında?

Dedemin hikayesini radyodan başka kitle iletişim aracının olmadığı akşamlarda annemden dinledim. Yemen cephesinde İngilizlere karşı savaşırken 40 kadar arkadaşıyla esir düşer. Düşman hangi sebeple belki de kurşun harcamamak için, onları bir ahıra hapseder ve ahırın kapısını açılamayacak şekilde kapatıp gider. Sayısını bilmedikleri günler boyunca o ahırda hayvanların pisliklerinden buldukları sindirilmemiş taneciklerle hayatta kalırlar. Bu büyükçe ahırın bir köşesinde buldukları köpek leşi onları hayata bağlar ve parça parça koparıp paylaşırlar bu kokan leşi... Yakınlardan geçen Yemenli köylülerin seslerini duyup kurtarmaları ile son bulur esaretleri ve yürüyerek Yemen’den memlekete döner dedem. Savaşlı ilgili detaylar ve dönüş yolunu yaya olarak nasıl katettiği, yolda neler yaşadığı değme film senaryolarına taş çıkartır. İşte o günlerden beri nefret ederim İngilizlerden! İçten içe bir intikam yaşatırım. Annemden aldığım bu hatırayı evlatlarıma aktarıp onların da çocuklarına ul