Kayıtlar

İnsanlık etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Batının çıkmaz sokağı

Resim
  Hayatın akış hikayesinde, sıradan bir insanın, aradığı önemli bir adresi bulmak için girdiği sokağın çıkmaz çıkmasıyla; devasa bir devletin, yegane kurtuluş yolu olarak lanse ettiği sisteminin çıkmaza girmesi arasında pek bir fark yoktur. Neticede duvara çarpmak için illa suratınızın taşlara veya tuğlalara değmesi gerekmiyor. Önemli bir hayal kırıklığı da baya sert bir çarpma etkisi gösterebilir. Dünyanın geri kalanına ihraç ettikleri demokrasi ellerinde patlayan Amerikalıların hali, keşfettiği oldukça gösterişli ama kalitesiz bir ürünü aleme pazarlayarak köşe dönme hayali kuran hatta baya köşeler gören uyanık girişimcinin fabrikasının alev almasından farksız, telaş ve öfke nöbetleri ne kadar da benziyor. Özellikle bizim coğrafyamızın şehirlerinde görmeye alışkın oldukları ve olduğumuz manzaraların, bir şekilde kendi başkentlerinde de ortaya çıkmasının şokunu anlayabiliyoruz. Kolay değil, aleme tanrılık taslarken, büyük abdestini kaçırmak! Büyük rezillik! İşgal edilen ve ya

Hep insan kalıyoruz

Resim
  Yeryüzünde kaç bin çeşit canlı olduğunu araştıra dursun bilim ehli, her gün yeni bir tür daha keşfetsinler. İnsan aklının ermediği, elini yetmediği, gözünün görmediği uzaklarda ve derinlerde daha kim bilir kaç yaratık hayat sürüyor, bilinmez. Ama bilinen ve değişmeyecek olan bir gerçek olarak; bizi Allah(cc) insan olarak yarattı ve bu kıyamete kadar böyle devam edecek. Neslimizden gelenler de bizden öncekiler gibi insan olacak. Ulaştığımız bilgiler, gittiğimiz yıldızlar, isim taktığımız galaksiler, indiğimiz derinlikler ve çıkardığımız madenler hatta geliştirdiğimiz üstün teknolojiler de bu gerçeği değiştirmeyecek ve biz hep insan olacak kalacağız. Bu hakikatin, varlıkların kendisi için yaratılmış olmasının verdiği bir üstünlük hali ve hissi varsa da; hata ve isyan gibi pek makbul olmayan yanları da bulunuyor. İnsan olmak demek; hata etmek, yanılmak, eksik kalmak, gücü yetmemek, yetişememek, geç kalmak, eli ermemek anlamlarını da beraberinde getiriyor ve bize hiç sormadan küfem

Tarihin akışına direnmek

Resim
İnsanlık, zamanı durduracak bir yol bulamadı henüz, bulamayacak büyük ihtimalle. Üstelik sadece dünyaya özgü ve Allah(cc) için, -azamet ve kudreti hakkında bildiklerimizle düşündüğümüzde- çok küçük bir olay olan zaman, tek başına bizim boyumuzu çok aşıyor. Tarih; bin bir tarifine rağmen neticede zaman içinde yaşanan olaylar silsilesinin adı olunca, akışına direnmek en azından zamanın geçmesine direnmek gibi imkansız hale geliveriyor. Ancak bir yerde bir gariplik var. Başlangıcı ve akışın önemli noktaları, bizim asla kontrol etme ya da denetleme imkanımız olmayan verilerle tayin ediliyor. Tarihin akışına müdahale mümkün değil ama tarihe bakışa getirilen sınırları doğrultmak ya da kaldırmak pekala olabilecek ve yapılması gereken bir şey. Bizim için, doğruluğu tartışılamaz olan vahye dayanan bilgilerle mukayese ettiğimizde apaçık çelişkiler olduğu halde, çocukluktan itibaren ısrar ve inatla bu tarih akışına şartlandırılarak büyütülen nesiller, bir yerde iç dünyaların

Merhamet Sadakadır

Resim
Toplumlar devasa birer yapı gibidirler; temelleri, duvarları, çatısı, iç teşrifatı, dış süslemesi, mutfağı ve hatta ahırı olan bir yapı. Aklınıza gelen her parçayı ekleyebilirsiniz. Hapishanesi, hastanesi, kütüphanesi de olan kocaman bir tek yapı. Temelleri hayatın olmazsa olmazları ile atılan bir yapının, duvarları halkların gelişme ve çoğalmalarıyla yükselir. Çürük tuğlalar, eksik malzemelerle inşa edilen duvarların ne sıcaktan ne soğuktan korumadığını herkes bilir. Hatta en ufak bir sarsıntıda ilk önce bu duvarlar yıkılır. Yine de eğer sağlam kirişleri varsa binamızın ayakta kalır bir şekilde. Kırık dökükte olsa dikilmeye eder. Bir şekilde her bir katı, her bir duvarı birbirine bağlıdır, bağlanmayan o yapıdan sayılmaz zaten. Olsa olsa müştemilat olur. Arada bir kullanılan ama çoğunlukla uzak ve sevimsiz. Toplumumuzun hayatta kalmasını temin eden kanı hakim zihniyetin bakılına göre şekillenir. Kapitalist bir sistemde yapıları ayakta tutan para iken, komünistlerde devlet

Hakların çatışması

Resim
İnsanların hayata bakış açılarıyla alakalı fikirlerinde oluşan değişiklikler kadar kendileri için varsaydıkları imtiyazlar da artıyor. Herkes kendince ürettiği bir vazgeçilmezler listesi üzerinden diğerlerinin saygı ve sınırları belirlemesini istiyor. “Bence bu, bana göre şu, benim için o” gibi başlama noktaları aslında sabit bir kör noktayı ifade ediyor. Bana göre böyle olan başkasına göre öyle olmayabiliyor. Ve o noktada tıkanıklık yani sosyal sorunlar başlıyor. Benlik duygusunun tavan yaptığı çağımızda, bunun tek sebebi ferdiyetçilik değil daha çok menfaatçilik olarak isimlendirilebilir. Üstelik bu hal artık yeni yetmelerin, ergenlerin ya da daha genel ifadesiyle yeni neslin değil neredeyse herkesin bir sorunu olarak büyüyüp gidiyor. Menfaat ve zevk temelli bir hak sistemi kurgusuna kendini kaptıran ve belki de bu saçmalığı savunabilmek için, körü körüne inatla sahip çıkılan bir dogmaya dönüştüren kafa yapısı, bir de üstüne normal insanlardan bu yaklaşımına saygı h

Dünya avucumuzda dönmüyor!

Resim
Benlik davası herhalde insanlık tarihinin en eski sıkıntılarından biridir. Adem(a)’ın oğlu Kabil’le başladığını söylemek abartı olmaz. Bazı şeyler istediğimiz gibi gitmediğinde, keyfimizin kahyası memnun olmadığında, elde etmek istediğimizi kaybettiğimizde ya da emaneten elimizde olan eksildiğinde, hemen devreye giren ve bizi isyankar bir kula veya vicdansız bir canavara dönüştüren benlik kibri veya gururudur. Gücümüzün yettiklerinden zorla, yetmeyeceğini düşündüklerimizden rica ile, bazen savaşla bazen barışla, hatta dalkavukluk veya hırsızlıkla bile ulaşmayı normal gördüğümüz açlıklarımız, eksiklerimiz ve belki de zevklerimiz var. Neticede hep dediğim gibi; insanız, eksiğiz, kusur ve isyan genlerimizde var! Kendimiz için istediklerimizin en azından bir kısmını ya da benzerini, sevdiklerimiz ve değer verdiklerimiz için de isteriz. Bir de acılarına şahitlik ettiklerimiz için, açlıklarına, yokluklarına, bin bir türden acılarına şahitlik ettiklerimiz için istediklerim

Demokrasi masalları

Resim
Dünyamız, -bize çok uzun zaman gibi gelen- bin yıllardır insanoğlunun yaşadığı ve kendi cinslerine de diğer mahlukata da her nevi zararı verip, tahribatı marifet bildiği dönemler geçirdi. Devirler döndü, devran değişti ama değişmeyen bir tek insan kaldı. İnsan, kendini ilah bilip hükmünü diğer insanlara ve canlılara dayattığı zaman, ondan daha tehlikelisi olmadı. Yaktı, yıktı… Otorite ve gücünün sarsılma ihtimaliyle çılgına dönen tiranlar ve azgın halklar, genelde zorla ama bazen de manipülasyonlarla insanlara hükmetmeye devam ettiler. Allah(cc)’in insanlar için hüküm ferma kıldığı yaşam tarzı ve hayat düzeni, bu tipler tarafından kesin ve mutlak olarak reddedildi. Zira onda, ilahlaşan insanlar ve insanlar başta olmak üzere, tüm canlılara zulmeden bir anlayışa izin ve yer yoktu. Bu minvalde emperyalist düzenler ve milletler oluştu. Günümüze kadar devam eden bu sistemlerin kurbanları hep, güçsüz ve ezilen milletlerin halkları oldu. Toprakları ve zenginlikleri eller

Duygusal sömürgeciler

Resim
Emperyalist batılılar kendi topraklarında sahip olduklarıyla yetinemediklerinde, dünyayı en yakınlardan en uzaklara kadar sömürmeye başladılar. Bu işi öyle bazılarımızın sandığı gibi, kibar tüccar pozlarıyla değil; bizzat silahları ve katilleriyle, gerektiğinde soykırımlar yaparak ve ülkeleri yakarak, yıkarak gerçekleştirdiler. Zenginliğin tadını alan ve hesap sorulamayan suçlar işlemenin vahşi hazzını tadan batılılar, bir daha bu yoldan vazgeçmediler. Halen de vazgeçmiş değiller. Gerektiğinde fiziksel olarak işgal ederek, gerekmediğinde ise kontrol ettikleri yerli kuklalar eliyle, sömürmeye ve semirmeye devam ettiler. Sömürü düzenlerinin devamı için her şeyi ve herkesi kullandılar. Toplumsal ayrılıkları, yaraları ve ızdırapları sömürmekten kaçınmadılar. Zaafları ve açıkları çok iyi kullandılar. İhtilaflardan kendileri lehine avantajlar ürettiler. Yakaladıkları sineklerin kanatlarından yağ çıkartıp, ellerine ve yüzlerine sürdüler! Sömürecekleri toplumların zayıf k

Batı ile yüzleşmek

Resim
Hemen sözün başında batı derken neyi kast ettiğimi ifade edeyim ki, olası zanlar ve gereksiz tartışmaların hiç değilse bir kısmı bertaraf olsun. Batı; güneşin battığı yönün adı olmakla birlikte, kadim insanlık yurdu olan Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarının birleşme noktasının batısında kalan coğrafyanın, tarihi ve bugünü ile temsil ettiği zalim ve azgın bir fikrin, dünyaya hegemonya kurmak için ürettiği ve yürüttüğü, yaydığı ve desteklediği, şeytanın arkadaşlarının hamiliğini yaptığı, temelinde menfaat ve para bulunan bir emperyalist görüşün, duruşun ve savaşın adıdır. Batı, derken bir ulusu, devleti ya da bölgeyi kast etmiyorum. Bir yönüyle yönlerden bir yönü de kast etmiyorum. Zira batılı kafanın Çin’de yani doğumuzun en doğusunda da tezahür etmesi mümkündür. Batı; sömürgeci ve yüzsüz, azgın ve sınırsız, hep aç ve hırsız, duygusuz ve vicdansız, hem zalim hem arsız, bir batıl ideolojinin, bir şeytani planın, bir vahşi savaşın adıdır. İşte bu batı ile bugünlerde yeni

Fıtrat ile savaşan kaybetmeye mahkumdur

Resim
Eskiler, yılları büyük olaylarla özdeşleştirir ve o yılları adeta bir tür tarih başlangıcı ya da dönüm noktası gibi kullanırlardı. Seferberlikten önce ya da seferberlikten sonra tabirleri, milattan önce ya da sonrasının kullanılmadığı evlerde, hayatın dönüm noktasını işaret ederlerdi. Bir yıl ya da günden değil hayatı değiştiren, bir şeylerin eskisi gibi olmadığı zaman diliminden bahsedilirdi. Kimse saat ya da takvimle ilgilenmezdi zira. Ne zaman doğduğumuz mevsimlere bağlıydı; kimimiz güzün bağ bozumundan evvel, kimimiz Arap devenin karnından çıkınca doğmuştuk. Bu adet bize has değil elbette. Allah(cc), insanlara unutamayacakları bir olayla asıl unutmamaları gereken önemli hadiseyi öğretir gibi; son Nebi(sas) doğmadan önce, Mekke halkını hafızalarına kazınacak, Fil Ashabı’nın işgal ve Kabe’yi yıkma girişimine şahit etmişti. Annem de böylesi bir zaman dilimleri yaşamıştı ve bazı olayları onlarla anlatırdı. Büyük kardan önce veya büyük kardan sonra dikilmişti bazı

Göklere merdiven inşa etmek

Resim
Hayatın her alanında, söz ve duruşları eleştiren ama sürekli ve sadece eleştiren insan tipleri vardır. Nerede oldukları, konunun ne olduğu, kimin konuştuğu, konunun ehemmiyeti, konuşanın ehliyeti, ortamın havası, sözün hikmeti, hatırlatmanın fayda ya da zararı gibi söz ve duruş inceliklerinden ya da ıstılahi tabirimizle adabı muaşeretten yoksun birileri hep vardı ve olmaya devam edecekler. Kendine ait bir fikri ve fikrini ifade edebilecek sözü ya da sözünü dillendirecek kadar kelime hazinesi olmayan ama illa ve mutlaka konuşmak ve itiraz etmek isteyenler için zorunlu bir çaresizlik durumu söz konusudur. Susmanın semtlerine uğramadığı ve her konuda bir diyeceği olan birinin yaşadığı gurur, içi ne kadar boş olursa olsun, bir nefsi tatmine ve rahatlamaya sebep olur. Bazılarımız hep o, sesinin ilk çıktığı ya da ilk defa adam yerine konulma ihtiyacını hissettiği, delikanlılık çağında kalmayı seviyor da olabilir. Neticede insanız ve bir şekilde avunmaya, kendimizi temize çıkarm

Herhangi biri ile her şeyi

Resim
Olaylara ve insanlara biraz fazla bencil bakıyoruz. Değerlendirmelerimiz ve davranışlarımız da bu bencilliğe göre şekilleniyor. Kendi bakış açımız ve görüş kapasitemizi esas kabul edince, bizden başkasının ne dediğinin de ve aslında ne düşündüğünün de bir değeri kalmıyor. Bizim için ciğer paresi, gözümüzün içi, gönlümüzün sultanı, başımızın tacı olan birinin ya da bir şeyin; bir başkası için sıradan ve herhangi biri olabileceği gibi, dikkate değer bir olay bile olmaması mümkün oluyor. Kalabalık bir şehrin, günde binlerce hastanın ve yakınlarının gelip geçtiği büyük bir hastanesinde, birkaç dakikada bir hasta muayene etmek zorunda olan bir doktor için; her gelen hasta herhangi biridir. Rutin işini yapar, biraz enerjisi varsa birkaç espri ya da gülümseme ile gönül bile alır ama neticede kapıyı gösterir. Halbuki o hasta erkek ise, kim bilir kimlerin sırtını dayadığı yıkılmaz kaledir de onun sarsılması kimlerin ciğerlerini titretir bilinmez. Kadınsa, kimlerin annesidir, a

Suçu adında saklı olanlar

Resim
Derin bir nefes alıp yutkundu yaşlı muhacir ve iç çekerek konuştu: -           Bizim atlarımız, camızlarımız vardı. Arı kovanlarımız, geniş otlaklarımızda sürülerimiz vardı. Yoğurdumuzun da balımızın da tadını gayri müslim komşularımız da bilirdi. Kalabalık ailemiz, akraba gibi komşularımız ve uzak ya da yakın ama hepsi birbirinden candan akrabalarımız vardı. Bu derin hüzünler ve yaşlı bağırlarda kabuk tutmuş yaralar gibi, dokunulduğunda kan akan hatıralar aslında ne ona özel ne de bu çağa. Mekke’yi terk eden Nebi(sas)’in iç geçirerek: -           “Beni çıkartmasaydılar, ben seni terk etmezdim” deyişi. Yıllar sonra, yine çıktığı gibi boynu bükük bir geri dönüşle, hakim ve fatih olarak girdiği şehrinde, nereye konaklayacağını, evine mi gitmek istediğini soranlara: -           “Bize evden, barktan bir şey bıraktılar mı ki” derken, kelimelere yüklenebilecek en ağır hüznün, sıcak kumları üşüttüğünü hatırlayalım… Mekkelilerle Medinelileri, aynı kandan gelen

Platonik batı sevdası

Resim
İnsanlar, dünyanın farklı yerlerinde ve tarihin farklı devirlerinde, Allah(cc)’in zamanın akışı içinde tayin ettiği dönemlerde, farklı medeniyetler inşa ederler ve yıkarlar. Bu günler insanlar arasında dolaşır durur. (Ali İmran 140) Bir devrin muhteşem güçleri bir sonraki devirde yer ile yeksan olurlar. Bir bakarsınız adı sanı duyulmamış bir başkası öne geçer, üstün gelir ve bir medeniyet inşa eder. Medeniyet kavramını, güç ve otorite ile kurulan zenginlik ve gelişmişlik olarak kullanıyorum. Aslında bizim açımızdan medeniyet; Medine menşeli bir hayat tarzının insanlığa sunduğu hayat tarzı ve neticesinde ortaya çıkan toplumun meyvesidir. Bu deverana örnek olarak, Endülüs, Selçuklu ve Osmanlı gibi hemen hepimizin bildiği medeniyetleri gösterebiliriz. Diğer yandan, batının da kurduğu ve yaydığı medeniyetleri olmuş ve onlar da gelmiş ve geçmiştir. Bugün ise dünyanın geldiği noktada, güç ve gelişmişliği temsil eden batı medeniyetidir. Onunla rekabet etme ihtimali bulunan doğ

Bu da geçer ya hu!

Resim
Geçtiğimiz yüzyıla biraz sıkıntılı başlamıştık ya, aslında öncesinden biriken, yüzyıllar boyu devam eden, geri geri giden ayaklarımızın yeryüzünde bıraktığı izler vardı. İber yarımadasından Balkan yarımadasına, yarım kalan bir medeniyet yürüyüşü ya da eşyanın tabiatı gereği, dünyanın zirvesine kadar ulaşınca çaresiz bir düşüş, geriye gidiş, içine kapanış vardı. Yer çekiyordu bizi, toprak çekiyordu! Büyük yenilgiler aldık, sayılarını doğru düzgün hesap edemediğimiz kayıplar verdik. Adeta yüzyıla omuzlayacak gençliği toprağa gömdük te geçtik buraya. Okulların mezun veremediği yıllar geçirdik. Sonra devletimizi yıktılar; bütün birikimi ile, bütün ihtişamı, bütün yükü, bütün ağırlığı ile yıktılar, üstümüze yıkıldı koca bir imparatorluk! Kırık-dökük bir ülke, ezik bir halk olarak kaldık geriye… Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer var olamadı, yenilgi yenilgi büyüyen bir eziklik kaldı. Dile kolaydı; hemen her birimizin dedelerinin arasında imparatorluğun bir c

Dengemizi kaybetmeyelim

Resim
Biz Müslümanlar nankör değilizdir, zira Rabbine nankörlük etmeyen bir milletiz. Hamd ve şükür bizim en unutulmaz vasfımızdır. Yalnız Rabb’imize değil insanlardan bize iyilik edenlere de teşekkür etmekle emrolunduk. “İyiliklerinden dolayı insanlara teşekkür etmeyen Allah’a da şükretmez.” (Tirmizi, Ebu Davud) Batılılardan bize insan gibi yaklaşanları takdir eder hatta severiz. Onlar için hayır dua eder, hidayetlerini dileriz. İyiliklerinden dolayı teşekkür ederiz. Hiç kimseye milliyeti, dili, dini ya da yaşadığı coğrafya sebebiyle düşmanlık etmeyiz, ölçümüz açık ve nettir: "… Zalimlerden başkasına düşmanlık yoktur." (Bakara 193) İnsanız biz; dostça uzatılan hiç bir eli geri çevirmeyiz ancak tokat atana diğer yanağımızı çevirmek yoktur bizde. Biz adaletle cevap vermenin, dengeli karşılığın doğruluğuna inanırız. Topyekun iyi ya da topyekun kötü diye ayırmayız insanları, iyilerine iyi kötülerine kötü deriz. Sözün kısası, biz Müslümanlar "vasat" bir ümmetiz.

'Batı'nın dostluğu

Resim
İbn-i Haldun’un meşhur tespitidir, coğrafyanın kader olduğu; kaderin tecelli ve cilvelerinin coğrafyadan bağımsız olmadığı ve dahası coğrafyada bulunmanın da kaderden olduğu, yaşananların da yaşanacakların da coğrafyadan bağımsız olmadığı… İşte öylesine bir coğrafyadayız; iki arada bir derede, bir derin vadide, sarp yamaçlar kenarında, derin uçurumlar dibinde. Kervanların yolları üstünde, kısa süreli konaklamaların ve uzun süreli ikametlerin uğrak noktasında. Eşkiyaların pusu için en uygun olarak seçtiği, geçilmeden olmayan ama geçilemeyen yarların yurdunda, konulmadan geçilemeyen güzellikler coğrafyasındayız. Tarihin ana sahnesinde, perdenin tam ortasında, senaryonun baş rolünde, seyretmenin en zor yerinde, müdahil olmanın ağır yükünde ve tam da bir kadim kader tiyatrosunun tozlarının uçuştuğu seansta, rolü olanların oynamamak, seyircilerin oynamak istediği bir bölümde, perdenin hiç kapanmadığı bir coğrafyadayız. Doğu ile batı arasında bir yerde, serçe ile karga yürüyüşünün e