Kayıtlar

Cemaat etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Bayramlaşmak: Neden ve Nasıl?

Resim
İslam’ın bize vahiyle bildirilip tamamlanmasının üzerinden çok uzun bir zaman geçti. Rasulullah(sas)’in ahirete irtihali ile kesilen vahiy ve sünnet süreci, sahabenin uygulamaları ve onlardan neşet eden fetvalarla gelişerek günümüze kadar geldi. Bu konu elbette bir yazıyla özetlenebilecek kadar basit veya küçük bir hadise değil. Bu yüzdendir ki, yüzyıllardır devam eden bir ilim aktarımı ve İslam eğitimi gerçeğimiz var. Bu süreçte ortaya çıkan ve her biri başlı başına bir deryaya dönüşen birikimlerin sadece isimlerini saymak bile bir marifet sayılabilir. Bütün bu devasa ilmin temelinde yatan ve aslında hedefinde de bulunan tek ve büyük maksadımız ise, Allah(cc)’in rızasını kazanmaktan ibarettir. İslam tarihi boyunca gerek kendimize gerekse diğer milletlere yaptığımız bütün iyi işlerin maksadı budur. Korkumuz ve gelecek nesiller için endişemiz de bu maksadı kaybetmelerinden ibarettir. Bayramlarımız da bu maksadın içerisinde yer alan ve hicretin 2. yılından bu yana idrak e

Vahdet ama kimle ve nasıl?

Resim
Kısaca ‘Müslümanların birliği’ olarak tarif edebileceğimiz vahdet tabiri herhalde siyasi ihtilafların çıktığı ilk asırdan bu yana en çok dillendirilen hedef olmuştur. Ve fakat herhalde en çok ızdırap çekme sebeplerimizden de biridir. Farklı coğrafyalarda farklı isimler altında bir beylik yahut devlet kuran her güç ve iktidar sahibi sair Müslümanların kendisine bağlanması gerektiğini düşünmüş, iddia etmiş hatta bu uğurda savaşmıştır. İktidar kavgalarının en büyükleri haliyle devletler arasında çıkmış ve bazen çok uzun yıllarımıza ve canlarımıza mal olmuştur. Temelde hiçbir farklılıkları olmayan ama yalnızca kendi hakimiyetlerini güçlendirmek isteyen emirlerin hayalleri güç ve zaman kaybımızın maalesef ana sebeplerinden biri olmuştur. Yine tarihi bir gerçeklik olarak; Müslümanlar arasında sağlanan, -tamamını kapsamasa bile- kahir ekseriyetinin dahil olduğu bir vahdetin sağlanması durumunda, dünyaya ve insanlığa adalet ve medeniyet getiren, güçlü ve büyük idareler kurmuşuzdur.

Önder Alim Sıkıntımız

Resim
Toplumlar; altında bir çok sebepler yatan, geniş zamanlarda inşa edilen bir sosyal karaktere sahip olurlar. Tıpkı insanların yetişmesi gibi nesillerin ve oluşturdukları toplumların da bir büyüme, gelişme ve kemale erme süreçleri vardır. Fıtratın gereği olarak, her insanın ve her insan topluluğunun yapısında, en değerli taş şüphesiz dindir. Neye, nasıl inandığımız bizi biz yapan en net göstergemizdir. İnançsızlık yahut ateizm bile bir inanç ve neticede bir dindir. Para ya da kadın kendisine tapılan bir ilah olabilir. Taştan ve tahtadan yontulan bir takım şekiller, insanlardan bir kısmının putu olur ve onlara ibadet ederler. Düz söylendiğinde anlamsız ve mantıksız gelse de insanlık tarihi boyunca gelmiş ve geçmiş bir çok toplum kendi elleriyle yonttukları putlara tapınmış hatta tapınılmasını kanun edinmişlerdir. Üzerlerine çok gidildiğinde, tıpkı Habeş Necaşisi Eshame’nin yanında Müslümanlara karşı putlaraı savunan Sühely bin Amr(ra)’ın dediği gibi; “biz putlara değil onların t

Çocukları öldürmeyin!

Resim
Dünya kurulalı beri herhalde en kadim çağrılardan biridir bu; çocukları öldürmeyin efendiler! Size düşman olan bir halkın çocukları da olsalar, sizin nefret ettiğiniz bir milletin evlatları da olsalar, yurdunuza ihanet edenlerin çocukları da olsalar, akil-baliğ olmamış çocukları öldürmeyin… Yeryüzü şehirlerinin anası Mekke’de, şirkin ve zulmün kol gezdiği devirlerde, insanlara İslam’ın ilk çağrılarından biri de bu idi; çocuklarınızı geçim korkusu yahut kız oldukları utancıyla öldürmeyin! Devirler değişti, nesiller değişti ancak bu basit vahşet değişmedi. Bütün zalimler çocuklara el uzattılar, bütün hainler çocukların dirilerini de ölülerini de kullandılar. Yakın geçmişte Suriyeli göçmen çocukların cesetlerinin kıyılara vurmaya başlaması ile yeniden çocuklar insanlığın gündemine girmeyi başardı. Kendi ülkelerinde, sokaklarında güven içinde koşuştururken tepelerine bombalar yağdıran müstekbir zalimlerden bahsedilmeden, anne-babalarını yok eden katil sürülerinden hesap sorulmadan,

Haddini bilmek

Bizde en çok bulunan şeyin uzman olduğu gerçeğiyle gündemin her türünde karşılaşırız. Ordu savaşa girse herkes kurmay seviyesinde bilgi sahibidir, seçim olsa toplum mühendisi, kriz olsa ekonomist… Hele ‘Beyaz Türkler’ her konuda olduğu gibi toplumu tanımak hatta tanımlamak konusunda da herkesten daha önceliklidirler. En azından kendileri öyle sanırlar. Kendi doğrularının reddedilmesi bir yana tartışılmasına bile tahammülleri yoktur. Son yüzyılda bu topraklarda hemen her alanda tek söz sahibi olma hakkı kendilerinde idi. ‘Bu ülkede bizim istemediğimiz bir şey gerçekleşemez’ cümlesi bir beyaz kadına aittir. Demokrasi denilen sistem güya onların hedeflediği dünyayı kuracaktı ama hesapları tutmayınca ‘demokrasi sandıktan ibaret değildir’ demekten utanmadılar. Halk, bir türlü beyazların istediği gibi evrilemedi, onların doğrularını benimsemedi, onları bir türlü sevmedi. Beyazlar bu halkı anlayamayacak, anlamaya ihtiyaçta duymayacaklar. Sabit fikirli yobazlara olarak kendi halklarıyl

Hocalar ve Cemaatler de Sapıtabilir

İnsanoğlu dünyaya ayak bastığı günden bu yana sürekli gelişiyor, değişiyor ve yeni birşeyler keşfedip dünyayla oynamaya ve oyalanmaya devam ediyor. Allah, her birimize dünya hayatının imtihanlığına yaraşır bir süs ve eğlence yahut bir meşguliyet veriyor. Son yıllarda özellikle 15 temmuz ile birlikte gündemimize pek yakıştıramadığımız ve aslında pek örneği de olmamış bir konu girdi. İslami cemaat sandığımız her yana yayılmış ve neredeyse herkese bulaşmış bir yapının batının bizi yok etmek için kullandığı malzeme olduğunu gördük. Silahlı örgütlerden daha etkin bir parçalama ve yok etme girişimi bu kuzu postuna bürünmüş vahşi sırtlanların tırnaklarıyla gerçekleştirilmek istendi. Bu yeni durum yani hoca dediğimiz birilerinin hain birer örgüt lideri ve cemaat dediklerimizin de gerektiğinde eli kanlı katiller olabileceği gerçeğini hala birileri kabullenemese de ve hala birileri sempati duymaya devam etse de artık reddedilemez bir biçimde canlar ve acılarla unutulmaz bir şekilde öğretildi

Selamız okuna...

Neredeyse her mevzuda müslümanlara ve yaptıkları doğru ya da yanlış her işe bir kulp bulmak ve sataşmak gibi bir vazifesi bulunan bazı kesimlerin varlığından haberdarsınızdır. Bunlara göre her olayın direk zanlısı hatta yargısız suçlusu müslümanlardır. Dünyada işlenen bütün cürümlerin faturasını bize kesip, esip yağan bu zatlar müslümanlıkta da en iyi makamı kimseye bırakmazlar. Sorulsa en iyi, doğru müslüman da onlardır. Her nasıl oluyorsa, bunların eleştirdikleri birçok konu gayri müslimlerin ve ateistlerin İslama ve müslümanlara saldırmakta kullandıkları argümanlarla neredeyse birebir aynı... Örneğin yurdumun hazımsız ve darbenin başarısız olmasından dolayı çok kederli bazı kesimleri o gece ve yıldönümünde yeniden okunan selalardan oldukça rahatsız oldular ve hatta malumunuz müezzinlere fiili saldırıya kadar ileri gittiler. Hemen ardından sahneye çıkan bir grup antici müslüman ise selanın aslında dinde olmadığını iddia ederek onlara bir bakıma içeriden destek sundular.

Mültecilerle imtihanımız

Suriye devrimi başladığından bu yana gerek içimizde gerekse dışarıda bir çok şahıs, cemaat ve devletin ipliğini pazara çıkardı ve tabiri caizse ‘kimin ne idüğü’ artık çok daha kolay görülür oldu. İlk yıllardan başlayarak devletler pozisyon aldılar ve ne mutlu bize ki Türkiye tarihinin en onurlu dış politika duruşlarından birini bu konuda sergiledi. Daha olaylar başlayıp silahsız göstericiler meydanlarda ‘halk rejimin yıkılmasını istiyor’ sloganları atmaya başladığında ve henüz hiç bir mülteci sınırlara yönelmemişken de, kan dökülmeye ve artık halkın da yok olmamak uğruna silahlı direnişe geçtiği günlerde de, mülteciler sınırlara dayandığında da, kamplar dolup sınır şehirlerinde boş ev kalmayıncaya kadar yoğun bir göç yaşandığında da bu duruş değişmedi. Bu başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere çevresindeki bazı hamiyet sahibi insanların şahsi gayretleriyle yürütülen ve hem içeride hem de dışarıda yoğun tepki ve saldırılara sebep olsa da halen kararlılıkla devam ettirilen politika

Vahdet değil cemaat

İnsan varlığını devam ettirebilmek ve ideallerini yaşatmak için birileriyle olmaya mecbur ve mahkumdur. Yaratılışımızdan sahip olduğumuz birlikte yaşama hassamızı özellikle zor zamanlarda korunak olarak kullanmak, hiç düşünmeden ve gurura kapılmadan hepimizin tercih ettiği en geçerli yoldur. Sevinçlerimizi ve hüzünlerimizi ilk paylaştığımız en küçük ve çekirdek çevremizden dünyaya ve hayata nihai duruşumuzu temsil eden toplum ve devlet temelli geniş sığınağımıza kadar her yerde aradığımız bir emniyet ve aidiyet duygusudur. Kabullenilmek ve desteklenmek bir bakıma. Ve tabii ki emin olmak, varlığımızın ve duygularımızın devamlılığına bir zarar gelmeyeceğinden emin olmak... İşte biz buna aslında imandan kaynaklanan bir kardeşlik diyoruz ve aslında mü’min olmak dünyevi ve uhrevi emniyet arzusuna sahip olmak demektir. İman bir açıdan ‘en çok Allah’a güvenmek’ demek değil midir? Ve iman kendini yalnız Allah’ın saltanatının hüküm ferma olduğu bir dünyayı kurmaya memur ve mecbur görme