Kayıtlar

Eylül, 2011 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Nasıl 'kurban' olunur?

Kavramlarımızı yeniden tanıma arayışlarımıza bu defa 'kurban' ile devam ediyoruz bir bakıma. Farkında olmadan türkçeleştirdiğimiz ve yine farkında olarak ya da olmayarak kendimize göre bir anlam yükleyip, sonra da bu anlamı asıl manayı bilmeden ve düşünmeden kullanma alışkanlığımıza kurban ettiğimiz 'kurban' kelimesinini klasik kullanım içinde düşünürsek; kameri takvimin (hicri takvimin) belli bir ayının belli bir gününde (zilhicce ayının 10. günü) zengin müslümanların gerekli şartlary taşıyan bir hayvanı Allah rızası için kesmesini ya da vekaletle kestirmesini anlarız. Bu tarif kendi başına 'kurban' kavramının temel eylemi olan zebh (kesme) işleminin gerçekleşmesini ifade eder. Ve fakat bildiğimiz genel bir gerçek daha şudur ki; dinimizin bütün emir ve yasaklarş pratik ve ilk bakışta görülen yarar ve gereklerinin yanısıra daha geniş ve kapsamlı hatta çoğunlukla da toplumsal birtakım hikmetler içerirler. Hikmet ise en kısa anlamı ile ibadet ve fiillerin ruhunu o

Vicdan ve Onur

Halimizi, hatırımızı soracak olursanız artık çok iyiyiz. Gözümüzü kapatmadan bu dünyaya, bir geniş nefes alabilmiş olmanın ferahlığı ile can vereceğiz inşaallah. Bunca zaman hüzünle ağlamadan sonra, sevincimizden ağlama zevkini tatmış olmanın tatlı huzurundayız... Hıncımızı, hırsımızı bir geniş nefes ile zalimlerin suratına tükürmüş olmanın dayanılmaz hafifliğinde, ayaklarımız yerden kesildi artık. Ebu Zer’in yalnızlığını paylaşarak herbirimiz, dünyanın en ucra köşelerinde, çekilmiş karanlık köşelerine evlerimizin, bir büyük utancın altında ezilirken; kulaklarımız, gözlerimiz ve gönüllerimiz, bir büyük hasretin son buluşuna şahit oldu. Koca iki değirmen taşının arasında ezilip, ruhumuzun un gibi öğütülüşünü çaresiz izlerken; bir dev kudretli elin bizi taşların arasından bir hamlede, bir yüce hışımla çıkarışını yaşadık. Saman çöpü misali yüzerken koca bir nehrin üzerinde Akdeniz’den gelen kan kokusu ile uyandık, silkindik ve suyun akışına karşı kulaç atmaya başladık. Ciğerlerimize çekti

Allah’ın gülleri yakanızı bırakmasın!

İnsanlar ve onların oluşturdukları toplumlar birbirleriyle sürekli etkileşim içinde değişir ve gelişirler. Bu kainatın en değişmez kanunudur aslında. Varolan herşey, yaratılan her varlık gelişir. Bunu en kolay, yaratılmışların en mükemmeli ve en üstünü olan insanda görmek mümkündür. Bu sebeble de haliyle insanların oluşturdukları topluluklar diğer varlıkların topluluklarıyla mukayese edilemez bir gelişme içindedirler. Ne var ki; insanlar arasında da diğer varlıklara özenenlerin varlığı bir vakıadır. Vahşi hayvanlara özenenler toplumları da vahşi kurallarla yönlendirmekle tanınırlar. Münasebetlerinde temel kural ‘güç’, değişmez yasa ‘menfaat’tir! Sahip oldukları akıl onları vahşi yaratıklardan ayırmaya yetmezken, aksine daha tehlikeli hale getirebilmektedir. Geçtiğimiz aylarda izlediğim bir belgeselde en tehlikeli hayvan sıralaması yapılıyordu. Belgeselin yapımcıları evrimci olunca bu sıralamaya dahil ettikleri ‘insan’ birinci sırayı almıştı. Bizim için bir kıymet-i harbiyesi yoksa da s

Bir Demokrasi Masalı...

Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde, kalbur saman içinde... Böyle başlardı eskiden masallar. Çoğumuza hala tanıdıktır bu anlaşılmaz görünen ama anlaşılmasa da kulakta hoş bir yankı bırakan kısa ve sade cümleler. Bizim masalımız böyle başlamıyor ne yazık ki! Bir demokrasi masalı varmış, herkesin hayran olduğu. Bütün kölelerin her akşam dinleyip dinleyip uyuduğu, efendilerin devam etmesi için türlü hokkabazlara her türlü desteği sağladığı bir masal... Masal hep aynı cümlelerle başlarmış; bütün insanların insanca yaşama hakları vardır, bütün insanların inançlarını hiçbir baskı ve kınamaya tabi olmadan uygulama hakları vardır, bütün insanların fikirlerini özgürce beyan etme ve savunma hakları vardır... Böyle uzayıp gidermiş masal. Bu cümlelerin uzunluğu masalı dinleyen kölenin uyanık kalma direncine göre ayarlanırmış. Sonra devam masala... Demokrasi masalına göre insanlar, kendilerini yönetecek olanları kendileri seçerlermiş. Ancak tek şartla seçilecek olanları başkaları belirlermiş.

Ortadoğu nerenin doğusu?

Yüreğimin gergefine Artık isyan dokuyorum Özgürlüğün gölgesine Bedenimi çakıyorum İnsanlık tarihinin dönüm noktalarının meydana geldiği, tarihin en eski yerleşim bölgesi. İnsanlığın atası Adem'in (as), ikinci atası Nuh'un (as), kendisinden sonra gelen herkesin hayırla yâd ettiği İbrahim'in(as) ve alemlerin efendisi Muhammed'in (as) hayat sürdüğü, hemen her iktidar sahibinin ele geçirmek için çırpındığı, hem zalimlerin hem de mazlumların bolca bulunduğu, en verimli nehirlerle en büyük çöllerin arasında bir ok atımı mesafe ancak bulunan, toprağın altının ve üstünün yeryüzünün başka hiçbir bölgesinde olmadığı kadar zenginliklerle dolu olduğu, savaş ve barışların sebebi ya da bizzat kaynağı bir toprak parçası! Dünya savaşları bile bu topraklar üstündeki hesaplar için çıktı ya da çıkarıldı. Sultan II. Abdulhamid'in 33 yıllık başarılarla dolu bir hükümdarlık döneminin son bulmasına sebep olan en mühim icraatı elbette dünya islam birliğine verdiği önemin yanı sıra; Filisti

Ben kimim?

Kendini bilmek ve kim olduğunun farkında olarak yaşamak, kişisel muhasebe gibi erdemli karakter tavrının olmazsa olmaz ilk adımıdır! Kimlik tayini eğerüçüncü şahıslar tarafından yapılırsa taraflı yahut sonuçta ‘hariçten gazel okuma’ şeklinde olacaktır. Birilerine ‘sen şusun, busun’ gibi yakıştırmalar yapmak genellikle insanlararası kopmaların, ayrışmaların ve hatta kavgaların başlangıç noktasıdır. Bu konuda ‘inanç’ noktasında hüküm vermek ise vahim sonuçlar doğurabilmektedir. Bu yüzden buyrun kendimize bakalım. * * * Ben kimim? Kimliğim, sıfatım ve karakterim nedir? Ve bunlar gerçekten üzerimde varolan sıfat ve haller midir yoksa başkalarını avuttuğum ninniler midir? Kafir ; Hakk’ı ve hakikati yani Allah(cc)’ı ve onun dinini reddeden, inkar edendir. Allah katında canlıların en kötüsü kafir olanlardır,çünkü onlar iman etmezler. (Enfal – 55) Onlar ahireti de inkar ederler (A’raf – 45) Münafık ; içten içe kabullenmediği ve inanmadığı halde insanlara kendini mü’min olarak takdim eden ve m

Ölen Hayvan İmiş

Mevsim bahar, zaman bahar, devir bahar, delikanlı! Aşk, tutku, sevgi, sevda, muhabbet, delikanlı! Dünyanın varlık sebebi, insanın dünyadaki serüveninin kaynağı, hayatın devamının gereği, tarifi çok ama hiç bitmez bir serüven. Her yerde, zamanda ve kişiye göre değişen anlamlarına rağmen üzerinde en çok yazılan, en çok konuşulan konu. Sevgi temelden ikiye ayrılıyor ve bu ayrılık varlığın sonuna kadar hep devam ediyor. Yani bitmez tükenmez bir kutuplaşma sevginin ayrılmaz mübtelası. İlk ayrımı Yaratan ve yaratylan noktasında; O bizi ve bütün yaratılmışları seviyor. Sadece O'na özgü bir sevgi ile seviyor ki; biz O'nun mülkünde O'nun nimetleri ile geçinip gidiyoruz. Herşey gibi sevginin temeli de O'na dayanıyor. Sonra yaratılmışlar ve sahip oldukları duygu olarak karşımıza çıkıyor sevgi. Yaratılmışların sevgisi de tek parca değil, önce ikiye ayrılıyor: Ruhani (ruhtan kaynaklanan) ve şehevi (nefisten kaynaklanan). Ruhani sevgi de ikiye ayrılıyor; ilahi ve insani. İlahi sevgi