Kayıtlar

Aralık, 2020 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Zaman ve takvim yaratılışa tabiidir

Resim
Hayatı anlamlandırmakta kullandığımız en önemli verilerden biri, hiç şüphesiz zaman mefhumudur. İnsan hayatının en kısa tarifinin; “doğum ile ölüm arasında geçen süre” olduğu düşünüldüğünde zamanla hayatın bağı daha net ortaya çıkıyor. Tarih, takvim, saat, ay, gün ve yıl gibi saya saya bitiremediğimiz, vazgeçilmez bilgi ve düzenlemelerin tamamı, zaman mefhumunun neticesidir. “Dünya hayatı zamanın geçmesinden ibarettir” desek, abartmış olmayız. Hayat bir vakittir ve geçmektedir neticede. Ancak zamanın geçmesi, vaktin süresi gibi kavramların tamamının aslında göreceli olduğunu ve bunların bir bakıma bizim zanlarımızdan ibaret olduğunu da yine yaşayarak öğreniyoruz. Rüyasında zamanlar üstü bir yolculuk yapanlarımız olduğu gibi, saatler süren bir hikayeyi birkaç saniyede görebildiğimizi modern bilimin tespitleriyle anlıyoruz. Uyuyan için zamanın bir bakıma ortadan kalktığını, saatlerin tıkırtılarının rüyaları etkilemediğini yani bu alemde kaldığını ve bu rüyaların zannettiğimiz ve

Garipliğin fotoğrafı

Resim
Eğer bu yazının üstündeki fotoğraf olmasaydı, bu manzarayı anlatmak için ne edebiyatlar parçalamak gerekirdi. Ne çok söz lazımdı şu karedeki garipliği anlatmaya. Çadırları, çadırların ardındaki gerçekleri, çocukları, çocukların gönlündeki garipliği... Yerdeki çamurların yağmurun hatırası olduğunu söylemeye utanır insan. Ayaklarına sardığın naylonların geri dönüşümü zor atıklar olduğunu düşünür modern insanlar. Eteğindeki kelebek desenlerini tasarlayan elemanın ruh dünyasında karşılığı büyük ihtimalle, küçük mutluluklar olabilir ama senin kelebeklere benzeyen tek yanın kısa bir hayatta çok uzun yaşamaklar olsa gerek. Bir de tabi kelebek kadar narin çocukluğunun, gaddar ayaklar altına düşürülmesinin hikayesi var. Ellerini birleştirmiş bir kızın çaresizliğini ve kimsesizliğini anlatmak için başka cümleye gerek kalmıyor aslında. Boynunun büküklüğünü de ekleyin üstüne, bir de tabi bakışlar... Ah kızım bakışların kayaları eritir de çağın zalimlerinin yüreğine dokunamaz. Onlarda çelikten mamu

İşgal ve medeniyet

İnsanları, toplumları ve şehirleri, kimlik ve medeniyetlerine götüren tarihi yolculuğun, iyi ve güzel yanlarının yanında, sıkıntı ve belalarla da dolu olduğunu biliyoruz. Her şeyin yolunda gittiği, keyiflerin yerinde olduğu ve güllük gülistanlık devirlerden çok; savaşların, kıtlıkların, salgınların etkisinin bir tür bilinç altı oluşturduğu bir vakıadır. İnsanlar genelde mutlu mesut günleri daha az hatırlar ve maalesef kalıcı travmalar büyük acılardan sonra yerleşir ruhlarımızda. Bu yüzden bayramlar, kutlamalar, şenlikler ve toplumsal bazı eğlence türleri her devirde ve her toplumda mutlaka kendilerine bir yer bulurlar. İnsanın teselliye, rahatlamaya ihtiyacı bitmez. Gaziantep’in de çok uzun yüzyıllar devam eden bir huzur ve medeniyet yolculuğu olsa da, parçalanan ve pay edilen devasa bir imparatorluğun, hemen her bir şehrinin başına gelen acı gerçeklerle yüzleşmiş olmamız, farkında olmak zorunda olduğumuz bir mihenk noktasıdır. Bin yılı aşkın bir süredir medeniyetimizin hüküm sürdüğ

Antep’in gazilik hikayesi

Resim
  Son “silahlı” Fransız askerinin Antep’i terk etmesinin üzerinden 99 yıl geçtiği bugün, o devirde gastronomi kültürünü yokluk ve savaşla birleştirip “sahan bombası” keşfini yapan ecdadı hayırla yad ediyorum. Tabi şimdi gastronomi denilince aklımıza envai çeşit Antep yemeğinin gelebiliyor olmasını; o günlerde, kazanlarla, kepçeler ve sahanlarla direnen kahramanlara borçlu olduğumuzu unutmamız gerekiyor. Bu süreçte, Antep’e 11 ay boyunca bırakın cephaneyi, bir lokma ekmeğin bile giremediği muhasarada, yokluk ve kıtlıkla, açlıkla yapılan direnişin sürdürülmesi, akla hayale gelmeyecek yollarla, savaşa devam etmeye çalışılması, unutulmaması gereken bir kahramanlık hikayesidir. Mağaralarda, düşmanın attığı mermi çekirdeklerini eritip yeniden kurşun üreten; ellerinde barut kalmayınca, söğüt ağacı kömürünü kükürtle karıştırıp “kara barut” üreten; yiyecek bir şey kalmayınca, acı badem çekirdeklerini el değirmenlerinde öğütüp ekmek üreten; kahramanlık ve yiğitlik üreten; direniş ve zafer

Zor iyi bir mihenktir

Bütün iddialar ispata muhtaçtır. Devletin adalet iddiası, zayıf birinin güçlü hasmı ile olan davasında ortaya çıkar. Vatandaşın vatanseverlik iddiası, kaçırılması “mümkün” olan vergide anlaşılır. Bir belediye başkanının hizmet iddiası ancak seçildikten sonra ortaya çıkar. Halkın şehrine değer verdiği iddiası, ona sahip çıkmasıyla anlaşılır. Şehirlilik ve medeniyet ise toplumsal bir iddiadır ve hep birlikte ispatlanması gerekir. Halkın büyük çoğunluğunun katkıda bulunduğu bir düzen, uymayan azınlığa rağmen yürür. Devlet gücünü, kanunlara uymayan suçlulardan değil, uyanların çokluğundan alır. Zor zamanlar; fert ve toplumların sınandığı, değerlerin tartıldığı, insan kalitesi ve medeniyet temellerinin ortaya çıktığı, söz ve iddiaların gerçekten test edildiği devirlerdir. Güçlü bir devlet, mükemmel hizmet eden bir belediye, tıkır tıkır işleyen bir bürokratik sistem varken; herkes iyi bir vatandaş, hamiyetli bir kahraman, kurallara ve kanunlara azami uyan örnek bir insan olabilir. Ancak g

Hep insan kalıyoruz

Resim
  Yeryüzünde kaç bin çeşit canlı olduğunu araştıra dursun bilim ehli, her gün yeni bir tür daha keşfetsinler. İnsan aklının ermediği, elini yetmediği, gözünün görmediği uzaklarda ve derinlerde daha kim bilir kaç yaratık hayat sürüyor, bilinmez. Ama bilinen ve değişmeyecek olan bir gerçek olarak; bizi Allah(cc) insan olarak yarattı ve bu kıyamete kadar böyle devam edecek. Neslimizden gelenler de bizden öncekiler gibi insan olacak. Ulaştığımız bilgiler, gittiğimiz yıldızlar, isim taktığımız galaksiler, indiğimiz derinlikler ve çıkardığımız madenler hatta geliştirdiğimiz üstün teknolojiler de bu gerçeği değiştirmeyecek ve biz hep insan olacak kalacağız. Bu hakikatin, varlıkların kendisi için yaratılmış olmasının verdiği bir üstünlük hali ve hissi varsa da; hata ve isyan gibi pek makbul olmayan yanları da bulunuyor. İnsan olmak demek; hata etmek, yanılmak, eksik kalmak, gücü yetmemek, yetişememek, geç kalmak, eli ermemek anlamlarını da beraberinde getiriyor ve bize hiç sormadan küfem

Zihinsel kentsel dönüşüm

  Tıpkı başlıkta kullandığım “sel”li kelimelerin dilimizi bozduğu gibi, modern hayatın ve hakim hayat düzeninin, fert ve toplum bazında yaşam tarzımızı kaçınılmaz olarak etkilediğini ve normallerimizin geçen zamanla birlikte, farkında olarak ya da olmayarak, sindirdiğimiz ve hatta benimsediğimiz gariplikler bütünü olarak yaşandığını söyleyebilirim. Çadırlarda yaşadığımız devirler ya da toprak damlarla örtülü nostaljik evler uzak köşelerimizde kaldı ve ancak birkaç karelik fotoğraf kadar bize yakınlar. Neredeyse sobalı evlerin bile bir hatıraya dönüşmeye başladığı günümüz insanından, şehir sakinlerinden, modern hayatın fertlerinden ve hepsinden daha önemlisi bu gelişmiş ve zenginleşmiş memleketin yöneticilerinden, ulaştığımızı sandığımız medeniyet seviyesine uygun bir çevre, yerleşim, park ve diğer ihtiyaçlarıyla bir bütün olmuş, modern bir kent beklentimiz elbette var. Hiçbir gelişme ve düzenleme, tepeden inme baskılarla yerleşemiyor. Aynı şekilde halkın adet ve alışkanlıkları da top

Adem(a)’in çocuklarıyız!

Resim
  İslam nimeti için, her bir hakikati adedince Allah(cc)’uya hamd ederiz. İslam bize; nesline, akrabalarına ve ırkına adil muamele ve doğru muhabbetin yanında, diğer Müslümanlara ve sair insanlara hürmet ve muhabbetin dengesini muhteşem bir şekilde kurmayı öğretti. İslam, bizden aslımızı neslimizi inkar etmeyi değil, aksine onlara sahip çıkmayı, akrabayı gözetmeyi, ırkından olan insanların iyiliklerini istemeyi, onların hayırlarından memnun olmayı öğretti. İslam, bizden kendimizden olanlardan uzak durmamayı, aksine herkesten çok bizim akrabalık bağlarını gözetmemizi, ihtiyacı olanlara el uzatmamızı, hayırlı işlerinde onlara yardımcı olmamızı istedi. İslam, bizden kendi ırk ya da dilimiz gibi, Allah(cc)’unun ayetlerinden birer ayet olan nimetlerini ve imtihanlarını reddetmemizi değil, her lütuf gibi baş tacı ederek taşımamızı istedi. İslam, ırkçılık yapmayı da yasakladı bize, ırkımızdan kaçmayı da, ırkımızdan utanmayı da! Başkalarının ırkını hor görmeyi, aşağılamayı, herhangi

Münafıklık özgürlüğü!

Resim
  Hayatın her alanında, hemen hepimizin sıkıntısını çektiği, bütün iyi ve güzel şeylerin tadını kaçıran samimiyetsizliğin, artık kişisel bir ahlaksızlık olmayı aşıp, kurumsallaştığı zamanlardayız. Devletler arası ilişkilerden tutun, devlet ve vatandaş meselelerine, hatta aileler içindeki en müstesna münasebetlere varıncaya kadar, her yanımızı sarıp sarmalayan bir çirkef gibi, her yere bulaşan bir samimiyetsizlik almış başını gidiyor. Bütün bunların sonunda, mesele din ve ilahiyata geldiğinde, samimiyetsizliğin en korkunç neticelerinin alınacağı alan açılmış oluyor. Ahlakında samimi olmayanların en azından ahlaksızlıklarında samimi olmalarını bekleyecek kadar düşük bir düzlemde sürünüyoruz. Münafıklık, kişinin kalbinde olandan başka bir söyleme ve eyleme sahip olmasının adıdır. Müminlik ise, kalbinde olanı dili ile ikrar etme halidir. Dili ile kalbi arasında uyumsuzluk, bir insanın düşebileceği en aşağı halin habercisidir. Ki, ıstılahımızda “esfeli safilin” derecesinin yani “aşa