Kayıtlar

2023 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Hariçten gazel okumak; Suriye ve Filistin

  Hızlı zamanlarda yaşıyoruz. Günlük hatta saatlik değişimler, olaylar ve bilgiler su gibi hatta esen bir yel gibi akıp duruyor. Bu haber ve bilgi fırtınasının ortasında kalan sıradan insanlar olarak, hemen her -aklımıza ve ortamımıza- esen konuda bir şey söylemeye kendimizi mezun, memur ve hatta mecbur hissediyoruz. Bir de kemikleşen sorunlarla ilgili sabitlerimiz var ki, benim diyen uzman bilgisi ile kabullerimizi değiştiremiyor, fikrimize etki edemiyor. En çaresiz kaldığımız noktada bile “öyle ama” diye bir kaçış yolu buluyoruz. Bunların başında, son bir asrımıza damgasına vuran Filistin meselesi ve son on yılımıza damgasına vuran Suriye meselesi geliyor. Hayatında hiçbir çatışmaya katılmamış, evi bombalanmamış, çocuklarının ya da sevdiklerinin cesetlerini yerden toplamak zorunda kalmamış insanlar; sonu kesin ölüm görülen ve hatta cinnet eylemleri denilen bazı saldırıları tabii ki anlamayacaktır. Ailesinin erkekleri kırımdan geçirilmiş bir dedenin torunlarını toplayıp bir odaya sığm

Müslümanlar neden bu halde?

  Genelde İslam’ı temelden reddedenlerin kullandığı ancak kalbinde eğrilik olanların da kolaylıkla kanabildiği bir argüman, bir iddia olarak karşımıza çıkan, “İslam mükemmel bir din ise neden Müslümanlar bu halde” sorusunun tek bir cevabının olmadığını biliyoruz. Her söz ve kalem sahibi kendi zaviyesinden bu iddialara cevaplar verdi ve vermeye devam ediyor. Esasen bir Müslüman için İslam’ın izzetini temsil ve müdafaa etmek en önemli iman alametlerindendir. Hele de son birkaç yüzyılda Müslümanların tarih sahnesinde geri plana düşmeleri ve hatta batının ve batılın boyunduruğuna girmeleri, dünyalık pek çok meselede yetersiz ve fakir kalmaları, İslam düşmanlarının bu iddia ile her şeye kazanç ve sonuç odaklı yaklaşan yeni neslin kafasını karıştırmakta kullanması maalesef önü alınamaz bir saldırıya dönüştü. Teknolojik gelişmeleri bile İslam aleyhine delil olarak kullanmak gibi anlamsız ve değersiz iddiaların sebep olduğu fikir karmaşasının yanında imanı da araştırma ve ilimle desteklenmeyen

Irkçılık fikir dünyasının çukurudur

  İnsan, eşrefi mahlukat olması hasebiyle diğer tüm canlılardan farklı ve özeldir. Kendisi için Allah’ın yarattığı her şey emrine ve hizmetine sunulan insanın, tek sorumluluğu da yalnız Allah’a kulluk etmekten ibarettir. Bu kulluğun içinde dünyanın imarının da bulunduğu kabul edilir. Zira kulluk bununla gerçekleşecek ve sonraki nesillere aktarılacaktır. İbrahim(a)’in Kabe’yi imar etmesi gibi. O, bununla insanlara ibadet mekânı hazırlamış ve onları davet etmiştir. Aynı şekilde insanların barınma ve sair hayati ihtiyaçlarını görmeleri için yapılan tüm iş ve işlemler de dünyanın imarı olarak kabul edilir. Bu konuda insanların hizmetine sunulan diğer canlılardan faydalanması ve gerekeni gerektiği gibi kullanma hakkı bulunmaktadır. Hayvanperestlerin sandığı gibi onların alanına girilmesi ya da onların et ve sütlerinden faydalanılması bir haksızlık ya da sömürü değil tam aksine bir hak ve gerekliliktir. Hayatın işleyişi içinde Allah’ın imtihan gereği izin verdiği itaat ve isyanlar, kabul ve

Profesyonel Müslümanlık olabilir mi?

  Öncelikle kavramlarda anlaşmak gerekiyor. Çağımızın ya da tüm çağların nesiller arası çatışma denilen sıkıntısının temelinde yatan da herhalde kavram anlaşmazlığıdır. Ortak anlamlar yüklenmeyen kavramlarla iletişim kurulamayınca iş kavgaya varabiliyor. Benzer bir durum aynı dönemin ve hatta aynı toplumun insanları arasında da rahatlıkla yaşanabilir. Bu yüzden söylemek istediğimizle neyi kastettiğimizi izah etmek durumunda kalıyoruz. Profesyonellik, temelde hemen hepimizin kullandığı şekliyle; bir iş için yetiştirilen elemanların o işi bir ücret karşılığında yapmaları olarak bilinir ve kullanılır. En yaygın kullanımlarından biri olan futbol alanı iyi bir örnektir. Her akşam halı ya da toprak sahalarda ter döken ve muhteşem beceriler sergileyen yurdum gençlerinin ve kendilerini genç hissederek bunu yapmaya devam edenlerin genel sıfatı amatörlüktür. Zira kimse onlara bundan dolayı bir ücret ödemez hatta kendileri üste para vererek oynarlar. Bir başkası ise, bilmem kaç milyon dolara kulü

Depreme dayanıklı insanlar ve imanlar

  Depremin gündemimize bir kez daha ve uzun süre çıkmayacak şekilde girmesinin üzerinden 6 aydan fazla bir zaman geçti. Hala bölgemizde yaşanan ve artçı denilse de insanımızın algısının ve duygu dünyasının geçirdiği sarsıntılar nedeniyle, etkisi makinaların tespit ettiği ölçeklerden çok daha fazla olan depremler yaşanıyor. Çevremizde ve sosyal medyada yaşadıklarını anlamlandırmakta ve taşımakta oldukça zorlanan hatta bir kısmı isyana varan söylemlerle bir çıkış yolu arayan yığınla depremzede var. İnsanın en zor anı yaşadıklarına bir anlam veremediği ve neden sorusuna cevaplar bulamadığı zamanlardır. Hayatın anlamını kavrama noktasında sıkıntı yaşayan insanın yegâne çıkış yolu ve anlam çizgisi imanındadır. Doğal olaylar ve belalar hakkında sahih ve sağlam bir iman ve teslimiyet geride kalanlar için çok ciddi bir teselli ve anlam yüklenmesidir. Bir kere şunu net ve kesin olarak hepimiz idrak etmeliyiz ki, Allah(cc) hiçbir kuluna zulmetmez. Başımıza gelen her musibet ya da imtihanın gerek

Geçmişten bugüne bir göç hikayesi

  Hemen hepimizin bir şekli ile karşı olduğu halde bir yandan da içten içe besleyip büyüttüğü göçmen karşıtlığı, farklı seviye ve türlerle sürekli karşımıza çıkmaya devam ediyor. Peki bu yeni bir şey mi? Bizden öncekilerde bu işler nasıl yürüyordu? İnsanlık tarihi kadar eski denebilecek bu göçmenliğin bir sonu olmayacak mı? Bir kere en başta şunda anlaşalım: Dünya insanın mutlak yurdu değil, geçici bir süre barındığı ve bir şeylerle avunduğu, sonra da ölüp terk ettiği bir gölgelik, bir ağaç altı sığınağı, bir mola, bir heves, bir hülya, bir rüya yahut bir bela ve imtihanlar ülkesidir. Buradaki misafirliğimiz son insan can verdiğinde tamamen bitecektir. Bu ahiret inancına sahip olmayan ve insanlığın başlangıcı ve sonu hakkındaki ilahi fermana iman etmeyenler için sözüm burada biter. Onlardan yazıya devam etmemelerini ve sayfayı kapatmalarını rica ederim. İman edenler için ise, nefes aldığımız sürede söylenecek bir şeyler olmak zorundadır. İşte onlardan bazıları. İslam tarihinin kırılma

Göçmenler göçecek de biz kalacak mıyız?

  Bir kaç gün önce Avrupa’nın en batısında, geçen hafta ortalarında Fransa’da yaşananlara benzemeyen bir göçmen krizi daha yaşandı ve Hollanda’da koalisyon Başbakan Rutte’nin geçici sığınma statüsü alan göçmenlerin aile birleşimi haklarını kısıtlamak istemesi üzerine düştü.  Avrupa’nın en müreffeh ülkelerinden Hollanda’da göçmen kabul merkezlerinde yeterli yemek ve yatak temininde sorun yaşanması ile başlayan tartışmalar hükümeti bu noktaya getirdi. Tabi ki Ukraynalılar sorunun parçası değil, olmadılar da. Onlara göçmen değil aileden bir misafir muamelesi yapılıyor. Kralın saraylarından birinin onlara tahsis edildiğini bilmek yeterli sanırım. Bizde ise göç ve göçmen hadisesi politik malzeme olarak kullanılmaya ve gerçeğinden koparılarak, beyin damarları ya tıkalı ya da daralmış faşistlerin toplumu germek ve muhtemel bir kargaşaya zemin hazırlamak için sarıldıkları bir dikenli tele dönüşmüş durumda. Tam bu noktada unutulmaması gereken acı gerçeğin “hepimizin aslında dünyada göçmen olduğ

Türkiye, Fransa olmaz, olamaz

  Ülkemizde Fransa’da yaşananları medyadan takip edenlerin tepkileri ve akıllarına gelen sorular kendi veritabanları veya bir başka deyişle, bilinç altlarını ortaya çıkaran varsayımlar üzerine bina ediliyor. Fransa’da göçmen çoğunluğu teşkil edenlerin, özellikle Cezayirliler başta olmak üzere, Afrikalı ve Müslüman olduklarını ve Fransız sömürge düzeninin halen işlemeye devam eden çarklarını biraz da olsa bilenler, bir kısmı açıktan bir kısmı da içten içe oh çekerek olayları izliyorlar. Bir nevi rüzgar ekenlerin fırtına biçtiği gerçeği ile karşılaşan Fransa’nın aslında çok da yeni olmayan bu tür ayaklanmalara ara ara maruz kalmasının temelinde, sadece ülkelerini sömürerek bu Cezayir halkını ve nesillerini göçmen durumuna düşürmeleri değil, ikinci hatta üçüncü sınıf vatandaş muamelesine maruz bırakmaları da oldukça ağır bir etken olarak karşımızda duruyor. Bir diğer yanda ise ırkçılığı, faşistliği ve göçmen düşmanlığını kendine dünya görüşü olarak benimsedikleri için, kendi ülkelerinde o

Seçim geçer geriye adamlık kalır

  Politika ya da daha genel ifadesi ile demokrasi hakkındaki kanaatlerimin en kısa özeti, bu işin bir manipülasyon becerisinden ibaret olduğunu ve bunu en iyi yapanın kazandığı bu oyunu pek makbul görmediğimi söylemekle yetineyim. Politikacılar seçim dönemlerinde oylarını artırabilmek için farklı konuları malzeme edinebiliyor ve ilgili vaatlerle insanları ikna etmeye çalışıyorlar. Buraya kadar bir gariplik yok. Mesela, “yol, köprü, baraj, işsizlik, pahalılık” gibi başlıklar neredeyse her seçimin standart konuları olarak üzerinde konuşulan ve tartışılan başlıklar oluyorlar. Ancak son on yılımızın istisnai gündemi olarak mülteci meselesi özellikle bu son seçimde alenen nefret ve kin propagandası olarak kullanılmaya başlandı. Geldiğimiz noktada ise artık bir kırılma noktasına sürüklenen seçim tercihlerini belirlemede insanların en hassas oldukları konuyu kaşımaktan ve ortama kin, nefret ve hatta şiddet mesajları yaymaktan çekinmeyenler, kazanmak için her yolu mübah görenler, bizim muhacir

Depremzedelerin depremzadelerle imtihanı

  Genelde yaşadıklarımızı abartmayı severiz, biraz ilgi görmek ve biraz da kendini özel hissetme ihtiyacı sanırım bizi buna meylettirir. Gururumuzun okşanmasına hatta biraz acınmaya da ihtiyaç duyuyoruz. İşin psikolojik boyutunu ehli daha iyi bilir elbette. Elimize batan dikenin acısını bile paylaşmak iyi gelir. Hem zaten taziyeler cenaze sahiplerinin acılarını paylaşmak için değil midir? Genel geçer bir tespit gibidir; acılar paylaşıldıkça azalır, sevinçler paylaşıldıkça çoğalır. Aylar önce yaşanmış da olsa hala ara ara ufak çaplı artçılarla kendini hatırlatan, 6 Şubat 2023 tarihinin sabah 04:17 ve öğleden sonra 13:24 saatlerini unutulmaz anlar olarak hafızalarımıza kazıyan büyük felaketin etkisi halen devam ediyor. Evini, iş yerini ve yaşadığı köyü, kasabayı hatta şehri kaybedenlerin yanında sevdiklerini, dostlarını, arkadaşlarını, komşularını ve akrabalarını kaybedenlerin acıları öyle kolay geçecek, unutulacak gibi de değil zaten. Hayata kelimenin tam anlamıyla yapayalnız devam etme

Biraz vefa ve çokça samimiyet

  İnsan topraktan hasıl olan bedeninden ziyade ruhunda taşıdığı hislerden ibaret. Biz birini tarif ederken kaşından gözünden başlasak da aslında tarifin en doğrusu ruhtan ve dolayısıyla hislerden başlayandır. Uzun ya da kısa boylu değil, kibar ve efendi olmalı insan. Teninin rengi bütün ihtimalleri taşıyabilir, siyahi ya da açık beyaz da olabilir ama yeter ki dürüst ve mert olsun insan. Kemikleri ya da kaslarının sağlamlığı ile değil, ruhunun inceliği ve ahlakının güzelliği ile öne çıkmalı insan. Bileği bükülmez olmak da bir marifet sayılabilir ama asıl yüreği bükülmez olmaktadır yiğitlik. Güzel adam olmanın ölçüsü çürüyüp toprak olacak et ve derilerin görüntüsü değil, hiç unutulmaz ve asla ölmez iyilikler ve hayırlar olmalı. Ardından “iyi” denilmesi, hayır dua edilmesi, dünyadaki bütün rütbe ve sıfatlardan çok ala ve pek ala üstün olmalı gözlerimizde. İnsan dediğin nankör değil vefalı olmalı, sahtekarlığı ile değil dürüstlüğü ile nam yapmalı. Kapısına gelen veya karşısında duran hatta

Mütevazi insanların küçük mutlulukları

  İnsan hayatın farkına ilk vardığı gençlik devresinde, yetiştiği çevreyle doğru orantılı ancak oldukça uçuk hedeflere yönelebiliyor. Kendini dev aynasında görmek için gayet müsait bir dönem olarak gençlik bir diğer deyişle ergenlik, fikir ve hayat planlarında, hayal dünyasında ve gerçek alemde sıkıntılara sebep olan, bir nevi serserilik sayılacak köşelerde dolaşmayı kolaylaştırıyor. En iyi ve yakinen tanıdığım için; ortalama muhafazakâr bir ailede ve dahası İslami bir çevrede yetişen gençlerin de o dönemlerinde, ülke ve milleti kadar bütün bir ümmeti kurtaracak hayaller ve planlar üzerinde kafa yormalar, meşhur ifadesiyle “bir gecede devlet yıkıp devlet kurmalar”, devrim ve inkılap üzerine büyük konuşmalar, sabahlara kadar çoğu zaman duman altı ortamlarda, bütün samimiyet ve delikanlılıkla kafa patlatmalar ve sabahında büyük bir vazifeyi yerine getirmiş olmanın gurur ve yorgunluğu ile uykusuz gözlerle okula ya da işe dönmeler. Herkesin kendi çevresinde oluşturduğu steril ortamında, ke

Ehli Sünnet ya da Sünnilik mezhep midir?

  İslam tarihi, ilk asırdan itibaren yaşanan muhteşem yayılmanın doğal sonucu olarak farklı ırkların ve kültürlerin bir araya gelerek çizdikleri renkli bir tablo gibidir. Bu büyük karede güzel ve ihtişamlı dokunuşlar kadar, acı ve kötü çizgiler de bulunur. Hayatın gerçeği budur ve biz Müslümanların -Yahudiler gibi bazı inanç sahiplerinin kendilerini sandığı gibi- imtihanlara ve belalara uğrama konularında bir imtiyazımız olmadığını bilir ve inanırız. Müslümanlar da ihtilafa düşmüş, kavgalar etmiş hatta savaşlar yapmış, kılıçlarını kardeş kanına bulamışlardır. Bunların çoğunluğu siyasi olsa da içinde mutlaka itikadi ya da fıkhi sebeplerle yaşanmış tatsız olaylar da olmuştur. Bu uzun yolculukta İslam’ın temel duruşunu belirleyen, Ehli Sünnet ve Cemaat olarak isimlendirilen, bu “dini Resulullah (sas) ve ashabının anladığı gibi anlama ve onların yaşadığı gibi yaşama” olarak özetlenebilecek bir merkez etrafında toplanılmış ve bugünlere kadar bu cevher taşınmıştır. Ehli Sünnet ve Cemaat çizg

Ruveybida günleri Ramazan’a denk geldi

  Allah’ın bizim için hangi nimetleri, ne genişlikte verdiğini çoğu zaman kaçırıyoruz. Elimizden giderken farkına vardığımız ne çok lütuf ve nimet olduğunu düşünmek ve muhasebesini yapmak herhalde Ramazan ayının elimizden kayıp gittiği şu günlerde daha bir anlam kazandı. Başında rahmete, ortasında mağfirete ve nihayet sonunda da cehennemden azat olunmaya odaklanmıştık. Bayrama affedilmeden ulaşarak burnu sürtülenlerden daha açık ifadesiyle ahirette rezil olacaklardan olmamak adına elimizde birkaç gün kaldı. “Bize kalsa biz çok iyi kullar olacaktık ama şartlar ve gündem fırsat vermedi” diye kendimizi kandırmamız tabii ki mümkün. Ne ki, ahiret kayıtlarını tutan melekler ve onların halimizi ilettiği makamların en büyüğü olan Allah, asla ve kata aldatılamayan, kandırılamayan ve kendisinden gizli olmayan zatı Zu’l-Celal’dir. Kendi adıma geriye dönüp baktığımda, bu bereketli zaman diliminden ne kadar az nasiplendiğimi ve mağfiretini kaçırma ihtimalimin büyüklüğünü görüp ürperiyorum. Elde etm