29 Ocak 2019

Gülümseyin, melekler çekiyor


Hemen hepimiz en kötü devirlerden birine denk geldiğimizi söylüyoruz. Hatta bize kalsa dünya kurulalı beri daha beteri görülmemiş bir çürüme ve kokuşma ile karşı karşıyayız. Bu konuda fertlerin ve toplumların, dünya ve ahiret saadetlerine dair birtakım endişeleri olan her birimizin de kendi çapında çıkış yolları ve kurtuluş çareleri var.

Okuduğum ve dinlediğim bütün ilahi metinler, -Kur’an ve sünnet başta olmak üzere– insanın yaratılış temellerine yani fıtratına döndüğü ve ona çizilen sınırlara uygun yaşayabildiği ölçüde; ideal, sorunsuz ve belki de kâmil insan olabileceğini anlatır.

Yaratılışımızda var olan ancak sonraları birilerinin yönlendirmesi ve zorlaması ile bozulan şey ahlaktır. Ahlak kelimesinin Türkçe karşılığı da zaten yaratılışına en uygun hareket demektir.

Çocuk masumiyeti dediğimiz şey, bozulmamış fıtrattan ibarettir.

İnsanları öyle ya da böyle umumi ahlaka ve kurallara uygun yaşatabilmek, toplumları bunun dışına çıkıldığında felakete sürükleyen günah ve ifsattan koruyabilmek için, envai çeşit metotlar ve türlü türlü sistemler kurgulayarak, düzeni korumaya çalışan akıl; dönüp dolaşıp, çıkmazlardan vazgeçip, yaratılışındaki aslına ancak Yaratan’ın tayin ettiği yol ve metotla ulaşabileceğini anlamak zorundadır.

Baksanıza; dünyanın gelmiş geçmiş en gelişmiş güvenlik sistemlerinin, en etkin güvenlik güçlerinin, en iyi etkileşim araçlarının, en kaliteli kameralarının ve her türden en üst seviye tedbirin günümüzün insanını suç işlemekten alıkoyamadığı aşikardır.

Aynı şekilde; uygulanan ceza sistemlerinin, ömür boyu hapislerin hatta linçlerin bile azgın insanları yola getiremediği ortadadır.

Yine fıtrat gereği; zalim ve ahlaksız, fasık ve edepsiz insanların aramızdan asla bitmeyeceğini, kıyamete kadar bunun da insanlık imtihanımızın bir yanı olduğu gerçeğini unutmadan, olası en geçerli çareyi konuşalım.

Fertlerin gönüllerine, iman temelli ve ahiret hesabını önceleyen bir şuur yerleştirmek, toplumu ve tabi olduğu yasaları da buna göre düzenlemek yegâne çözüm yoludur.

Bir insan; hayatının her anında, mutlak olarak onu gören ve kuşatan ilahi kudreti hissettiğinde ve meleklerin her hareketini yeryüzünün tüm teknolojilerinden daha üstün bir sistemle çekmekte olduğunu idrak ettiğinde, fıtratına dönmek için yeterli sebebe sahiptir.

Bundan sonra artık ona “gülümse, melekler çekiyor” dediğimizde; sözlerinin ve fiillerinin başka bir hesap sorucuya ihtiyaç duymaksızın hesabını yapacak, kendine yani fıtratına dönecektir.

Aynı şekilde, kendisi aleyhine yapılan her işin ve söylenen her sözün de bu sistemle kayıt altına alındığını ve faturanın mutlaka ama mutlaka, hem de en ufak bir adaletsizlik olmaksızın karşısına çıkacağını bilmek, alacak ve vereceklerin ‘bir hurma lifi’ kadar bile sapma olmaksızın sahiplerine ulaşacağından emin olmaktan daha büyük bir kontrol mekanizması olmadığı gibi, teselli de yoktur.

Hiçbir şey gizlenemeyecek ancak Allah’ın örttüklerinden başka!

Hiçbir hak unutulamayacak ancak sahibinin helal ettiklerinden başka!

Öyleyse başımızı kaldırıp meleklere bir gülümseyelim, çekiyorlar, güzel çıkarız belki…

26 Ocak 2019

Yaralarımızla yaşıyoruz


İnsanlar hakikatin değil intikamlarının peşine düşüyor. Hakikatin müşterisi o kadar azaldı ki, karaborsaya düştü.

Enflasyonun en yükseği hakikat fiyatlarında idi tüm zamanlar boyunca, hakikate sahip olmak isteyenler her devirde en yüksek bedelleri ödemek zorunda kaldılar.

Kin ve intikam duygusu yalnızca gözleri değil gönülleri de kör etti.

Adalet dediğimiz hakikat meyvesi dalında kurudu kaldı. Kökü toprağın derinlerinde saklı bir yüce hakikat ağacımız var, dallarına erişemediğimiz… Yapraklarını yabanların kopardığı, olgunlaşamadan dökülen meyvelerine su yürümeyen!

Adalet meyvesinin tadı damaklarımızdan bile silindi. İşportalarda gördüklerimiz hormonlu hakikatler asla gerçek tadını vermedi, veremeyecekte.

Yara alan, açılan derisine benliğini sardı. Bedenlerimiz değil ruhumuz yarıldı, kanadı gibi. Yarasının içine aklını, izanını, imanını doldurdu insanlar.

Düşün denilince yarasıyla, konuş denilince yarasıyla, yürü denilince yarasıyla, yaşa denilince yarasıyla yaşar oldular.

Hırslarımız ve öfkelerimiz bizi birer hakikat katiline dönüştürdü. Adaletten bahsedemeyecek kadar düştük.

Emin değiliz artık, en kötüsü de bu oldu. Güvenilir insanlar olmak meziyetimizi kaybettik.

Konuştuğunda doğru söyleyen, hükmettiğinde adil olan, sığınıldığında emniyet veren insanlar değiliz…

Adil ve emin olamadığımız sürece; neye ve nasıl çağırdığımızın, neyi ve nasıl savunduğumuzun bir değeri kalmadı.

Her sözümüz ve davranışımız muhataplarımızın yaralarına dokunur ve acıtır oldu. Canları yandı ve canını yaktıklarımız bizim can yoldaşımız olamadılar, olmadılar…

Koca koca insanlar değil büyük büyük acılar ve yaralar dolaşıyor ortalıkta. Elimizi sallamayı bırak kıpırdatsak bir yaraya değiyor.

Oysa biz, imanımız gibi sağlam bir emniyet vaadiyle geldik dünyaya, insanlara söylenecek sözümüz vardı ve biz söylediklerinde sözlerinden emin olunanlardık. Dünyaya sunacak bir fikrimiz, bir zikrimiz, bir hayat görüşümüz vardı ve insanlar en değerli varlıklarından emin olacaklardı.

Düşmanımız ya da düşmanlarımız dışarıda değil, daha doğrusu dışarıda olanlar bu kadar tehlikeli ve yıkıcı değiller, olamazlar. Düşman içimizde; kendimizde, benliğimizde, nefsimizde.

Bizi ancak biz yenebilirdik zaten, yendik.

Şimdi kendimizi değiştirme zamanıdır, daha da çok geç olmadan…

Adil ve emin insanlar olma zamanıdır.

19 Ocak 2019

Ah şu eziklik!


Çılgın bir genç, hışımla başını kaldırıp haykırdı:

“İslam’ı hayatımızdan çıkarmakta geciktiğimiz için geri kaldık!”

Bir başkası, içinde biriken bütün kazuratı, bir böğürtüyle ağzından döktü ortalığa:

“Batı medeniyetini taklit etmekten başka yol yoktur, aydınlanma çağımızın gerçeğidir.”

Haberler ve bültenler, konuşanlar ve dinleyenler, hep aynı şeyleri seslendirdi ve dinledi:

“Onlar daha medeni, yolları da çok güzel, kaldırımlarında engelliler için hiç engel yok, yeşil alanları çok fazla, çok mutlu onlar, onlar çok gelişmiş, onlar örnek toplum, örnek insanlar, örnek devletler…”

Çok bilmiş ve bilgiç, çok aydın ve ilerici, çok akademik ve çağdaş, çok seküler ve demokrat bir profesör; bütün bilimsel yaklaşımını bir iğrenç boğaz sesiyle, balgam çıkarır gibi tükürdü:

“Batı, bizden birkaç yüzyıl ileride, sadece teknolojik olarak değil, sosyal toplum ve yönetim sistemleri açısından da çağımızın ufku batıdır.”

Bir başka sapık, batı kadınlarının ne kadar şanslı olduklarını anlatırken, ağzının kenarından akan salyaları silmeyi unuttu!

Eğitim onlardaydı, bilim onlarda; akademi dediğin onlarınki gibi olurdu.

Devlet dediğin öyle olurdu zaten, biz sırf bu yüzden başarısızlığa mahkumduk! Padişahı kovmakta geç kalmıştık!

İsmini değiştirmemiz yetmedi, düzeni değiştirmemiz yetmedi, alfabeyi değiştirmemiz yetmedi, ezanı değiştirdik yetmedi; Kur’an-ı yaktık bitmedi, hocaları astık bitmedi, kitapları yasakladık bitmedi.

Biz ne yapılması gerekiyorsa yaptık, ama bir türlü çağdaş ve ileri bir ülke olamadık!

Değiştirmediğimiz bir halk kalmıştı, onu da son 50 yılda medya eliyle bozduk. Bozduk derken yanlış anlaşılmasın, sadece batılı standartlarda bir halk olmaları için ne gerekiyorsa pompaladık ekranlardan ve gazete sayfalarından, hatta radyolardan…

En ahlaksız filmler bizde olmalıydı, oldu.

En aşağılık katillerin hikayelerini biz yazmalıydık, yazdık.

En iğrenç tecavüzcüyü biz çıkartmalıydık, çıkardık.

En zalim baba, en acımasız evlat; hasılı en kötü aile bizde olmalıydı, yaptık.

Her fırsatta temelden tavana bütün değerlerimizi aşağılayarak batıya kuyruk sallamalıydık, belki başımızı okşarlardı; okşadılar.

En ağır suçlar mutlaka günlerce ekranlardan anlatılmalı, gösterilmeli, konuşulmalı idi. En küçüğümüzden en büyüğümüze, hepimiz bütün pislikleri sıradan görünceye kadar gözümüze sokulmalıydı, sokuldu.

Güzellik namına neyimiz varsa; medeniyet, tarih, ilim, irfan, ahlak, aile ve topluma dair neyimiz varsa, aşağıladılar!

Yenildik ve daha da kötüsü ezildik!

Eziklik hissi, bazımızı kendi benliğine ve kendine ait ne kadar değer varsa hepsine düşman etti. Onlara göre yenilgi ve ezikliğimizin sebeplerine düşmanlık kurtuluşun yolu oldu.

Bazımız, göz ve kulaklarını hatta bütün benliklerini batıya çevirdiler. Onların yeşil dediği kadar yeşildi ormanlarımız ve onların dediği kadar medeni olabilirdik ancak!

Onların tayin ettiği kadar değerli idi paramız.

Onların verdiği puanlar kadardı devletimizin dünya piyasasında ederi.

Toplumumuzun karnesi onların çekmecesinde idi, onların verdiği notlar kadar geçebilirdik sınıfları.

Oysa ne bazılarımızın sandığı kadar iyiyiz ne de batılı dostlarımızın(!) söylediği kadar kötü; biz bir fetret devri ezikliği yaşıyoruz. Geçecek ve bitecek bir devir bu.

“Bu günleri insanlar arasından dolaştıran” Allah sonumuzu hayreylesin. Hayra varmak bize derman versin.

08 Ocak 2019

Yalan helak sebebidir


İnsanız, pek çok eksiğimiz hatamız var, olacaktır da. Mükemmel olan sadece yaratılışımız, ondan sonrası bize kaldığı için, pozitif ya da negatif gelişmeye açığız.

Melek değiliz, şeytan da olamayız. Ancak meleklerden ve şeytanlardan bazı hasletler alabilir, bunları temsil etmekle kalmaz, yayabiliriz.

Bunların neler olduğunu veya olabileceğini az-çok herkes bilir. Bilmek yetmez bazılarımıza, bir de çevremize aktarırız.

İyi ve hayırlı hasletler kadar sıradanlaşan ve neredeyse günümüz insanının artık kötülükten saymadığı, oysa belki de kötülüklerin temeli olan bir hastalıktır, yalan.

İnsan fıtratının kabulde yani normal görmekte en çok zorlanacağı ama zamanla benimsenip sıradanlaşan ve neredeyse onsuz işimiz kalmayan bir zehir. Bedene zehir verildiğinde kaybolan hisler gibi; yalan da ruhun fıtri, temiz ve güzel hasletlerini ortadan kaldıran bir beladır.

Herhangi bir yalanı “korkunç” bir rahatlıkla söyleyen ve savunabilen insanlar beni dehşete düşürüyor. Sebep olacakları felaketi onlar da tahmin edemiyorlardır; oysa yalan dinin ve dünyanın helak sebebidir.

Yolunda giden işleri bozan, iyi yürüyen beraberlikleri dağıtan, muhabbetleri boğan, dostlukları bitiren bir felakettir. Toplumları ifsad eden, halkları düşman eden, kardeşlikleri düşmanlığa dönüştüren, iyilikleri yok eden ve iyileri kötüleştiren, fitneleri büyüten bir ateştir.

Yandığı yere aydınlık değil helak getiren bir ateştir, yalan.

Dini bozan, amelleri iptal eden, takvayı eriten, imanı çürüten ve dünya ile yetinmeyip ahireti de berbat eden bir günahtır, yalan.

En küçüğünün, en küçüğümüze bile söylenmesi veballere ve devamında bozukluklara sebep olandır, yalan. Çocukların temiz ruhlarını kirleten en büyük pisliktir. Büyüklerin rahmete ve mağfirete muhtaç ruhlarını isyana ve günaha yönelten bir çirkeftir.

Kafir, gerçeği örten yalancının adıdır.

Mü’min doğru söylediğinden emin olunan insanın adı!

Bir gün Rasulullah (s.a.v)’e,

– Mümin korkak olabilir mi, diye sordular.

– Evet olabilir, diye cevap verdi.

– Mümin cimri olabilir mi, diye sordular.

– Evet olabilir, diye cevap verdi.

– Mümin yalancı olabilir mi, diye sordular. Bu defa;

– Hayır, mümin yalancı olamaz, buyurdu. (Muvatta)

05 Ocak 2019

Acı da olsa rahmet


İnsanlar ne vakit bir konuda ifrata ya da tefrite düşseler Allah(cc) “rahmetiyle” bir vesile, bir sebep halk edip şuur ve idrakimizi sarsıyor.

Bu rahmet,  bazılarımız için ağır bir ızdırap olsa da umum için bir işaret oluyor.

Bu konuda yani Allah(cc)’in yaptıklarının hikmetleri hakkında konuşma ehliyetini sahip olmadığımı biliyorum. Bu gerçekten büyük bir hikmet ve cürettir. Maksadım bazı tevafuklara dikkat çekmekten ibarettir.

Herhangi bir konuda haddi aştığımızda kişisel olarak ta sık sık başımıza gelen ve bize ‘şunu yapmasaydım’ dedirten bazı gelişmeler olur. Bir his veya bir farkındalık olarak bazı sebepleri görebiliriz.

Bazı örneklerle ne demek istediğimi anlatmak mümkün ancak netameli bir konu ve tehlikeli sular olduğu için seçeceğim örnek olaylar konusunda oldukça zorlanıyorum.

Geçtiğimiz yıl yaşanan ve nasılsa “piyasada” sahipleri olmadığı için kimsenin pek aldırmayacağı bir örnekle başlayayım.

Suriyeli mülteciler hakkında geçen dönemde korkunç bir propaganda ile aleyhlerinde kamuoyu oluşturma çabası vardı. O raddeye geldi ki, açıkça hakaretlere ve fiili saldırılara dönüşmesi işten bile değildi.

Beklenen de oldu ve bir anne, karnındaki bebeği ve yanındaki minik yavrusu ile vahşi bir cinayete kurban gitti.

Bir anda herkesin çenesi kapandı. Adeta Allah(cc) bize içimizdeki canavarları göstererek susmamızı işaret etti. Zira bu canavarlar sadece Suriyeli kimsesiz mültecilere değil bizim çocuk ve kadınlarımıza da saldırıyorlardı.

Acı ile susturulduk!

Sonra değişik meselelerde benzer uyarılar yaşandı.

Mesela, kadın beyanı esastır saçmalığının doğruluğunu tartışmak bile şiddetli tepkiler alırken; bir kadın kendine dayak atarken kameralara yakalandı. Kocası hakkında yaptığı şikayet o görüntülerle reddedilmeseydi adamın hayatının mahvolması işten bile değildi.

En son yaşanan acı olay ise 2 gencin sokak köpekleri tarafından saldırıya uğraması ve birinin olay yerinde can vermesi ile sonuçlandı. Hayvan hakları sevicileri son dönemde ilginç bir şekilde toplumun gözüne bazı işkence görüntülerini sokuyorlardı.

Ayağı kesilen yavru köpekler, öldürülen papağan gibi haberlerle günlerce çalkalandı ülke ve sonunda iş zıvanadan çıktı ve neredeyse hayvanlar insanlar üzerine galebe çalacak noktaya taşındı.

Ancak bu son olay aklımızı başımıza devşirmemiz ve aşırıya gitmememiz konusunda ilahi bir uyarı gibi idi.

Kendinize gelin ey insanlar!

Suriyeli mültecileri sevmiyor olabilirsiniz. Ülkede bulunmalarından rahatsız olabilirsiniz. Zaten onların da çoğu burada bulunmaktan rahatsızdır emin olun. Ancak işi şiddete, aleyhlerinde kamuoyu oluşturarak bazı kendini bilmezlerin yanlışlarına yol açmak büyük hata olur.

Her toplumda olduğu gibi onların arasında da iyiler ve kötüler vardır. Birkaç tanesinin yaptığı hatayı bütün bir Suriyeli toplumuna mal etmek ve suçlu ya da suçsuz olduğuna bakmadan dükkanları ve evleri talan etmek herhalde adalet değildir ve bize de yakışmaz.

Aynı şekilde, kadınlar Allah(cc)’in emanetleri olarak aramızda yaşarlar ve emanetin değeri sahibinden kaynaklanır. Hakları ve incitilmemeleri konusunda söylenecek ne varsa söylenmiş olmasına rağmen, dayak ve hatta işkence görmelerini ne din ne de dünya kabul etmez. İnsanlıktan nasibi olan hiçbir erkek zaten vicdanların almadığı bu işlere tevessül etmez.

Bu konuda da aşırıya gidilip yasalarla adaletsiz bir şekilde toplum gerilirse neticeleri daha da vahim oluyor. Biz bu insanları yasalarla ve polislerle değil, vicdanlarına dokunarak ve eğiterek adam edebiliriz. Ceza sistemi her şeye rağmen suç işleyenleri elbette yakalayacaktır.

Erkekleri erkekliğinden korkacak hale getiren bir yasal düzenleme adalet değildir, fıtrata aykırıdır ve sonucu vahim olur.

Aynı durum hayvanlar konusunda da gündeme geldi ve şiddetli bir örnekle sarsıldık. Konu insan hayatı ve güvenliği olduğunda hassas olmamız gerektiğini ve diğer canlıların hakları konusunda da sınırları aşmamamız gerektiğinin işaretini aldık.

Dengeli olmak ve ifrata ya da tefrite düşmeden herkese hakkını, hak ettiği kadar vermek adaletin ta kendisidir.

04 Ocak 2019

Anlamak istemeyene anlatmak


Herkesin her şeyi bildiğini sandığı bir devirde, birilerine bildiklerinin yanlış olduğunu hatta biraz eksik olduğunu anlatmanın bile zorluğunu hepimiz biliyoruz. Bu gözle görülen elle tutulan ve artık reddedilmesi mümkün olmayan meselelerde de böyledir.

Garip bir kibrimiz var!

Kendi fikrimiz kadar bilgimizden de çok eminiz. Biz bir şeyi biliyorsak o öyledir, bizim bildiğimizden farklı olma ihtimali yoktur. Çok çaresiz kalır da yanlış bildiğimizi kabule edersek, bu da bizim eksiğimiz ya da yanlışımız değildir, birileri bize ya yalan söylemiş ya da eksik bilgi vermiştir.

Yoksa haşa; biz hiç yanlış bilir miyiz? Hiç yanlış yapar mıyız?

Bilgi bazında durumumuz bu olunca, kanaat ve algılarımız zaten tartışmaya kapalıdır. Kimse bizi yönlendiremez, bütün kanaatlerimizi kendi özgür irademiz ve kişisel araştırmalarımız sonucu elde etmişizdir.

Medyanın bütün araçlarıyla bizi yönlendirenler boşuna uğraşıyorlar.

Biz biziz ve bu bize yeter!

Toplumsal algılar, bütün yanlışlığına ve hatta yalanlığına rağmen tartışılamaz.

Aksini iddia eden kesin cahildir, habersizdir, o yüce toplumun seviyesinde değildir.

Politik tercihlere göre olayları yorumlamak gibi bir hastalığımız var ve bu bize en anlamsız yalanlara dahi inanma yetisi veriyor ya da yetersizliği…

Siyasi duruşumuza uygun yalanlar, inanılması en kolay yalanlar oluyor.

Tabi bir de yalan kalitesi çok yükseldi, bunu kabullenmek gerek. Artık yalanlar öyle ustaca söyleniyor ki, gerçekten ayırt etmek gerçeğin kendisini yaşayanlar için bile inanılması mümkün iddialar haline geliyor.
Gerçi, yalanların en tehlikelisi gerçeğe en yakın olanıdır ve sahteciliğin en korkuncu gerçeğine en çok benzeyenidir.

Hemen herkesin duyduğu anda, ‘olabilir’ intibaına kapıldığı yalanlar en kaliteli yalanlardır.

Bir de anlamak istemeyenler kısmımız var.

O tarafa ne kadar rüzgar estiğinin, ne kadar yağmur yağdığının hiçbir etkisi olmuyor; kuraklık devam ediyor. Hangi argümanlarla, hangi net gerçeği ortaya koyarsanız koyun aldırmıyoruz.

Anlamak istemeyene anlatmak kadar boş iş yok aslında ama yine de anlatmaktan geri duramıyoruz. Bu da bizim başka bir hastalığımız.

Bildiğimiz her doğruyu karşımıza çıkan, birazcık fırsat bulduğumuz herkese aktarmaya çalışıyoruz.

Devir, çok konuşmak ve az çalışmak devri…

İstisna edebileceklerimiz, sanırım ‘lütfen’ asgari ücretle günde ortalama 12 saat çalıştırılanlarımız var.

Oysa hayat kısa ve ölümden kaçış yok ve bir güzel insanın deyişiyle; “nefes alan her canlı göçmen değil midir?”

29 Aralık 2018

Neticede insanız


İyilik ya da kötülük yapmaya meyyal yaratılmış, bir gün iyi ertesi gün kötü olabilen, bazen bir ömür iyi kalıp son anda yön değiştiren ya da tam tersi hayatını kötülüklerle heba etse de hayırlı ve iyi bir finalle toprağın altına gidebilen, yaratılışı en güzel ancak yaşayışı buna nispetle en kötü olabilen, olma ihtimali bulunan tek canlıyız.

Herhangi bir hayvan istese de insan kadar iyi ya da insan kadar kötü olamaz, esasen isteyemez de bunu; zira onlar yaratıcılarından aldıkları vahye itirazsız tabi olurlar, itiraz etme, sapma insana verilmiş bir imtihandır.

Bal yapmak arının varlık sebebidir, yapmazsa yok olur. Varlık sebebi ibadet olan insan da aslında yapmazsa yok olmaktadır ancak bunu anlaması için ölmesi gerekir.

İyiliklerden iyilik seçme imkânımız olan zamanlar en iyi anlarımızdır, hangisini seçersek seçelim iyidir zira. İyiliklerden birini terk edince bir başkasını yapamama gibi bir yasağımız da yoktur. Bu hem dinde hem insanlıkta böyledir.

Herhangi bir dini vecibeyi yerine getirmeyen birinin bir başkasını yapmasına bir mani yoktur. Oruç tutmayanın namaz kılabilmesi gibi.

Aynı şekilde herhangi bir kötülüğü ya da günah işleyenin de, diğer kötülük ya da günahlardan kaçınma imkân ve ihtimali vardır.

Kötülüklerden kötülük seçmek, haramlardan haram beğenmek ya da herhangi haram ya da kötülüğü küçümsemek; haramların ve kötülüklerin en tehlikelisidir.

Bir haramı ya da kötülüğü yapmıyor olmak kişiye başka bir haramı işleme ya da kötülük yapma serbestiyeti vermez.

Yine iyiliklerden bir iyiliği küçük görmek, gereksiz saymak ya da bir iyiliği yapmamanın başka bir iyiliğe engel olacağını sanmakta aynı derecede hata olur.

Bir iyiliği yapmıyor olmak kişiye başka iyiliklerin yolunu kapatmaz.

Neticede insanız, bir yanımız temiz bir yanımız kirli.

Kış günlerindeyiz, soğuğun ve doğal hadiselerin bölge bölge hayatı zorlaştırdığı hele de bazıları için çok daha zorlaştırdığı zamanlardayız. Evsizler ve evlerini ısıtma imkânı olmayanlar için yapılacak her iyilik şu an en güzel iyiliktir, en gerekli iyiliktir.

Çok uzaklarda değil, sadece sınırlarımızın ötesinde sellerin bastığı çadırlarda, dizlerine kadar sular içinde on binlerce insan yaşamaya çalışıyor.

İyilik yapabilmek için Allah(cc) herkese fırsat vermez, herkese imkân da vermez. Olsa da versem diyenlerimiz çok olduğu gibi, rastlasam da gerçekten ihtiyaç sahiplerine yardım etsem diyenlerimiz de vardır.

İyilik yapma imkânı ve fırsatı olanların kaçırmaması için her zaman doğru zamandır, her iyilik büyüktür ve her kötülükte öyle…

İyilik ibadettir, kötülük isyan; iyilik fazilettir, kötülük rezalet.

İyilik huzur ve sükûnet, kötülük kaygı ve telâşedir.

İyilik aydınlık ve ferahlıktır, kötülük karanlık ve sıkıntı.

“Yarım hurma ile de olsa cehennemden korunun!”

Hariçten gazel okumak; Suriye ve Filistin

  Hızlı zamanlarda yaşıyoruz. Günlük hatta saatlik değişimler, olaylar ve bilgiler su gibi hatta esen bir yel gibi akıp duruyor. Bu haber ve...