İnsanlar gibi toplumlar da zamanla yaşananları unutabilmekte ve nesiller değiştikçe acıların ve sevinçlerin hatıraları törpülenerek silinebilmektedir. Tabii ki, tarihi günümüze taşıyarak, aynı duygularla hayata devam etmek düşünülemeyeceği gibi, geçmişi yok sayarak geleceğe yürümek de mümkün değildir.
Gaziantep,
yakın tarihinde, bundan sadece 100 yıl önce büyük bir işgal yaşamış ve türlü
baskı ve sindirme politikalarının yanında, taciz ve soygun gibi aşağılık
muamelelerle de karşılaşmış bir şehirdir.
Birinci
Dünya Savaşı’ndan mağlup ayrılan imparatorluğun, işgalciler arasında el
değiştiren bölge şehirleriyle birlikte, Fransızların olmayan insafına terk
edildiği, 1919 yılında başlayan ve gerek yerli gerekse Fransız ordusuna katılmış
gönüllü Ermeni birliklerin, eşkıyalıklarıyla bizzat yüzleşen bir şehirdir
Gaziantep.
Osmanlı’nın
son yıllarına kadar, şehir idare heyetinde en az bir Ermeni üyenin bulunduğunu
ve dönemin idarecileri tarafından farklı sebeplerle alınan tehcir kararının
belki de en düşük düzeyde uygulanarak Ermenilerin varlıklarını yoğun olarak
devam ettirmelerine izin verildiği göz önüne alındığında, Antep’in bu
merhametli duruşunun, adeta bir karşılığı olarak, ihanet ve işgalde
Fransızlardan önce halka saldıran, işkence eden ve katliamlara karışan Fransız
kuvvetlerinin ilk saflarında Ermenilerin olması aslında şaşılacak bir durumdu
ancak bizim buna şaşmaya bile vaktimiz olmadı.
Şehrimizi
yıktılar, hanelerimizi harap ettiler, bir neslin en değerli yetişmiş
evlatlarını katliamdan geçirdiler. Sadece Antep’te 6 binden fazla şehit ve bu
sayının 2-3 katı yaralının yanında, talan edilen varlıkların ve el uzatılan
namusların acısı tarihin uzun dehlizlerinde kaybolmaya terk edilemeyecek kadar
derin izler bıraktılar.
Gaziantep şehir
merkezindeki minareler hala Fransız ve Ermeni çetelerin mermi izlerini taşıyor.
Savaşa bizzat katılan nesil artık yok ama onlardan yaşananları dinleyenler hala
hayatta. Şehrin müzeleri, dünün acılarını ve fedakarlıklarını anlatmak için
köşelerinde bekliyor.
Gaziantep
halkının kendi tarihi ile arasındaki bağı koparmasından ve yapılanları
unutmasından daha vahim bir gaflet düşünemiyorum.
Daha dün
kadar yakın bir geçmişte, meydanlarda namuslara el uzatanların kimler
olduklarını nasıl unutabiliriz?
Müzeleri
gezip görün, orada işgalci olarak adları geçen İngiliz ve Fransızları
unutmadığınız gibi, onlara öncü birlik olarak, gönüllü hizmet eden Ermeni
çeteleri de unutmayın.
Hesabını
sormadığımız işgaller ve katliamlar, sürgünler ve soykırımlar bugün bize soykırım
iddiası olarak geri dönüyor.
Dünyanın
birçok yerinde, işgal edilen ve yıkıma uğrayan ülkeler ve şehirler,
düşmanlarına tazminat davaları açarlar. En azından kayıtlara onların işgalci
zalimler olarak geçmesini sağlayarak, tarih önünde olmayan yüzlerinin kızarması
için çaba sarf ederler.
Ancak biz,
ne hikmetse işgalcilerimizle yüzleşmekten hep kaçınmışız ve onları hiç değilse
kağıt üzerinde mahkum etmek için bile bir çaba sarf etmemişiz. Gaziantep için
de durum aynı.
Ne işgalci
Fransızlara ne de onların uşakları Ermenilere, yaptıklarının hesabını
sormamışız ve herhangi bir dava açmak bir yana adeta 100 yıl önce olanlar hiç
yaşanmamış gibi, güler yüzle el uzatmışız.
Bin yıl
kadar önce, Sultan !. Kılıçarslan tarafından, Ermeni bir zalim beyin elinden
kurtarılan Malatya ve Adana ahalisinin minnet duyguları üzerine bina edilen ve
yüzyıllar boyu, emniyet ve huzur içinde bizimle birlikte yaşadıkları bu
topraklarda, en zor zamanımızda yanımızda olmalarını beklerken, en ateşli
düşman olarak karşı saflarda yer alanları unutmamızın sonucunda bugün, dünya
genelinde farklı devletlerin, soykırım tanıma gibi saçma sapan politik
kararlarıyla karşılaşıyoruz.
Onlardan
adil bir duruş beklemiyorduk, yine şaşırmıyoruz. İşgalcilerimizin kendi
beslemelerini tutmalarında anlaşılmayacak bir şey yok aslında. Ancak bizim de
onların tarzında bir cevap ile karşılarına çıkmaz vaktimiz çoktan geldi de
geçiyor bile.
Dünyanın
gördüğü nadir insani felaketlerden biri olan Balkan sürgünümüzün hesabı
sorulmalıydı, hala sorulabilir.
Filistin cephesinde
kimyasallarla kör edilen on binlerce askerimizin hesabı sorulmalıydı, hala
sorulabilir.
Çanakkale’nin,
Kafkasya’nın, Bağdat’ın, Yemen’in hesapları sorulmalıydı, hala sorulabilir.
İşgal edilen
her bir Anadolu şehrinin ve kasabasının hesabı sorulmalıydı, hala sorulabilir.
Artık,
savunma yapmaya gerek yok, nasıl olsa bir değeri olmuyor onlar nezdinde. Artık
karşı adımlar atmanın zamanıdır.