10 Nisan 2023

Millet olmanın dayanılmaz rahatlığı

 Millet olmak denilince akla gelen temel kavramın biraz dışında aslında milletvekili olmak gibi bir işin çok revaçta olduğu bir dönemde işte o kelimede geçen vekil yerine sadece millet olarak kalmaktan ve asıl olmaktan bahsediyorum.

Hukuki tanımlarından oldukça farklı millet tariflerinin olduğu ve aslında bir insanın kendini ait hissettiği milletten olduğu gerçeğinden dolayı kelimenin kökeni ve kullanımındaki çeşitliliği bir kenara bırakıp, başımıza gelen demokrasi imtihanı sebebiyle anlaşıldığı üzere ve biraz da batıdaki “nation” yani ulus kavramının bize uyarlanması ancak ulus kelimesinin de diğer sonradan üretilen pek çok kelime gibi dilimize yerleşememesi nedeniyle kullandığımız, oy verme hakkına sahip olanların hepsinin içine girdiği ve kendine vekil seçme yetkisi olduğu düşünülen halk yani biz millet oluyoruz.

Netleşsin diye tekrar etmekte bir beis yok; millet olan biziz yani asıl olan biziz, vekil olan onlar. Şu seçimlerde millet kendini temsil edecek vekilleri seçiyor. Ancak ne hikmetse vekiller asıldan daha önemli ve değerli hale geliyor. Mantıken bu böyle olmamalıydı! Millet, sadece seçimlerde oy kullanan ve yönlendirmelere göre oyunun rengi değiştirilen bir topluluktan daha fazlası olmalıydı.

En azından bu milletten olduğu için vekil seçme hakkına sahip ama bundan dolayı asla emekli olamayan bir halkın seçtiği biri de bu seçkinlik nedeniyle emeklilik hakkı elde edememeliydi. Ha gerçi yurdumuzda emeklilik bir imtiyaz olarak da kullanılabilen ve devletin bakmakla yükümlü olduğu insan sayısının artırılmasında bir beis görülmeyen araçlardan sadece birisi idi!

Millet olmak için verilen kavgaları tarih yazar ve asıl olmanın bir bedeli vardır. Vekil olmak için ise nasıl bir yol izlendiğini ve kimlerin nasıl ayak oyunları ile öne geçtiğini haberlerde bile duyamayız. Arada bazen kavgaların kemik sesleri duyulur, hele de sosyal medya dedikodulardan geçilmez.

Aslında kendileri de asıl olan milletten birer fert olan bu kişilerin vekil olmak için öyle ya da böyle bir gayret sarf etmesinin elbette çok farklı sebepleri vardır. Ulvi davaları için vekil olmak isteyenler olduğu gibi süfli gayelerine ulaşmak için bu seçkinliği kullanmak isteyenlerin varlığı da bir vakıadır.

Demek ki vekil olmak öyle pek imrenilecek bir iş değildir. Ulvi maksatlara hizmet etmenin hayatın her alanında ve aşamasında bir yolu olduğu düşünülürse, böyleleri için asıl kalmak daha verimli olabilir. Dünyalık hedeflere ulaşmak için vekil olmak isteyenlere de bir şey demeye gerek yok, insan böyledir ve aldanır.

Bu minvalde muhterem asıllar yani millet olanlar, bugünlerde Ankara’da yaşanan kavgalara, çekişmelere, ayak oyunlarına, adam kayırmalara, torpil ve hatta rüşvetlere varıncaya kadar envai çeşit mide bulandırıcı işlere bakarak, millet olmanın dayanılmaz rahatlığını yaşayın derim.

Bakın biz millet olarak kalmak için kimsenin ayağını kaydırmak durumunda değiliz. Hem bizde sayı sınırı da yok, oyları ile bizi millet yapacak kimse de. Şu rahatlığın tadını çıkaralım.

Sonra da durup halimize şükrederken, bizim vekaletimizi almak için yarışan bu zevata da saygı duyalım. Neticede bizi temsil edecekler ve başımıza gelecek birtakım imtihanların yahut belaların vesilesi olacaklar. Nimetlere de sebep olmaları oldukça muhtemel…

Her ne kadar demokrasi denen ayak oyunları sisteminin metotları ile seçilecek olsalar da milletin vekilleri olma ayrıcalığını elde edecek olan şahısların, bize bela değil bereket sebebi olacak işler yapmaları arzulanır. Bu minvalde tercihler yapmak millet olarak bizim için elzemdir.

Biz, kâinatın Allah’ın nizamı ile melekler tarafından yönetildiğine inananlar, insanların da Allah’ın nizamıyla ehil Müslümanlar eliyle yönetilmesi gerektiğini düşünürüz, inanırız.

Bu yüzden şartlar ne olursa olsun, bu hedefe en yakın yerde duranları tercih ederiz.

Yeryüzünde adaletin tesisi, kanun ve cezaların uygulanması, insanların en zayıflarının bile haklarını elde edebilmesi için yürünecek çok uzun bir yol olduğunu biliyoruz. Millet olarak siyasi işlerden çok hoşlandığımız da bir gerçek.

Bu iş bu seçimle bitmeyecektir ama demokrasi oyunlarının her bir sahnesi gibi bu da oldukça önemli bir köşe olarak dönülecektir. Sağa mı sola mı döneriz, döndüğümüz yer düz mü olur yokuş mu göreceğiz.

Biz millet olarak neye layık isek onun başımıza geleceğini de unutmadan, Ankara’daki büyüklerin uygun gördükleri arasından kendimize layık gördüğümüz vekilleri çıkartacağız. Neticede biz yine millet olarak kalacağız.

Sonucun millet olarak kalmanın rahatlığını bozmayacak olması umuduyla…

03 Nisan 2023

Dinde haddini bilmek

 Çağımız insanı bilgiye kolay ulaşmanın sonucu biraz fazla cüretkâr. Herkesin her şeyi bildiği bir hengamenin ortasında ve herkesin her konuda söz sahibi olduğunu zannettiği bir düzlemde kalakaldık. İnsanlar hele de din konusunda konuşmanın zehirli denetimsizliğine kendini kolay kaptırıyor.

Bazıları bu dini lego oyuncak paketi sanıyor ve isteyen herkesin -çocuk aklıyla ve fakat aynı masumiyetten çok uzak bir keyifle- oynayabileceğini söylüyorlar. Akıllarının her şeye ereceğini zanneden bu bakış sahipleri, farkında olmadan İslam'a sıradan bir insan ideolojisi muamelesi yapmaya başlıyorlar.

Oysa İslam her bakımdan tamamlanmış, itikat esasları, helalleri ve haramları belli, ibadet ve cezaları sabit bir dindir. Dinin aslı Kur'an ve Sünnet ile tayin edilmiş, değişmesi ya da iptal edilmesi düşünülemeyecek mutlak hükümlerdir. Zaman içinde ortaya çıkan yeni durumlar da bu asla ve usule uygun şekilde ehli tarafından değerlendirilir.

Bu konuda ehil sahibi olmak için edinilmesi gereken ilimler bizim yazımızı aşacak boyutlarda iken sadece şunu söylemekle yetineyim: Bir ilahiyat fakültesi bitirmek, birkaç kitap okumak ya da Google kullanmayı bilmek din konusunda söz söyleme ehliyeti için yeterli olmaz, ancak sapıtmak için yeterli olabilir.

Yine genel geçer bir kural gibi; İslam hakkında uçuk kaçık fikirler ortaya atanların arkasında bir siyasi güç oluyor ve çoğu, “masum” bir fikir yürütme değil planlı bir ifsat çalışmasının sonucu olarak ortaya çıkıyorlar. Genelde ana hedefleri de sünnet ve hadisler oluyor.

Şiddetle Ehli Sünnet itikat ve amellerinin temellerine saldıran bu aklı evvel zevatın bizim haricimizdeki -şia gibi- sapkın fırkalarla hiç bir dertlerinin olmaması, kendilerinin madden ve manen bu kaynaklardan beslendiğine ya da su içtiğine işaret ediyor. 

Bunlar direkt olarak Ehli Sünnet'e adıyla sanıyla saldırmaya cesaretleri olmadığından olsa gerek, dolaylı yollardan ve oldukça iyi takiye yaparak, arka kapılardan girip, sırtımızdan hançerlerini vuruyorlar. Tıpkı Hasan Sabbah'ın suikastçıları gibi aramızda bizden gibi dolaştıkları için de fark edilmeleri oldukça zor oluyor.

İfsada başlama noktalarını hadis ve dolayısıyla sünnet teşkil ediyor. Özellikle sünnet kelimesini de kullanmadan hadis dediklerinde ve teknik birkaç yalan uydurduklarında işleri daha da kolaylaşıyor ve samimi zannedilmeleri mümkün oluyor.

Kur’an’ı, hadis ve sünnet bağlamından kopardıklarında ise kendilerine “hadsiz” bir alan ve “edepsiz” bir cüret verildiğini sanmaya başlıyorlar. Nihayetinde ise sözde “indirilen din” deseler de kendi uydurdukları tevillerle şekillenmiş bir inanç çıkıyor.

İbadetlerin büyük bir kısmının iptaline ve hele sünnet temelli tüm pratiklerin uygulanmasına son veren bu uydurulmuş din mensupları için nefislerine uydurdukları dinin adına İslam demek de sadece bir aldatmadan ibaret kalıyor. Zira teslim oldukları ne bir ayet ne bir hadis ne de bunları vazeden Rab kalıyor!

Bu çağın özgürlük safsatasını kendilerince din üzerinde kullanarak nefislerini tatmin etme maceralarının sonu çoğunlukla irtidat ile biterken şu basit gerçek ortaya çıkıyor:

İslam Allah(cc)’ın ve Resulünün(sas) vaz ettiği dindir ve dinde din hakkında düşünce özgürlüğü yoktur.

27 Mart 2023

Gündemimiz Ramazan ayı ve bereketleri

 İslam, ibadetleri belli bir nizam ve vakit üzere vazeden bir dindir. Müslüman ise hayatını vakitle düzenleyen, bütün vaktini de kulluk bilinci ile değerlendiren durumunda olmak için gayret eden insandır.

Namazımız, orucumuz, zekât ve haccımız gibi temel ibadetlerin bir zamanı vardır hep. Vaktinden önce ya da sonraya bırakmak telafisi olmayan eksikliklere sebep olur. Vaktinde kılınan namazın yerini tutacak başka bir şey olamazken, vakti gelmeden tutulan oruç asla Ramazan ayında tutulan oruca denk olamaz. Vakti gelmeden verilen sadakalar ne kadar çok olursa olsunlar, vakti gelen zekâtın yerini tutamazlar. Vakti gelmeden bütün bir yıl Kabe’de geçirilse, Arafat’tan hiç inilmese asla hac ibadeti yerine getirilmiş olamaz.

Her şey vaktinde güzeldir.

Bahardan evvel açan çiçek sempatik gelse de meyveye durmadan dökülmesi muhtemeldir. Vaktinden sonra meyveye duran ağaç için ise olgunlaşmak muhaldir.

Ramazan ayı yılda bir düzenli olarak hayatımıza giren ve her şeyin vakte ayarlı olması gerektiğini öğreten bir düzenin adıdır adeta.

Bu aydan önce canımız istediğinde helal ve temiz olan her şey ile susuzluğumuzu ya da açlığımızı giderebilirken artık belli vakitler arasında bunların serbest olduğu bir mecburiyet vardır. Namazla günlük hayatımızın vaktini düzene koyma terbiyemiz bu defa yıllık bir toparlanmaya girer ve sıradan denilecek yemek ve içmek gibi zaruretlerin bile ertelenmesi, düzenlenmesi, kontrol edilmesi eğitimine tabi tutuluruz.

Ramazan ayında aslında her bir Müslüman kendi ile meşguldür. Gecelerini ayrı gündüzlerini ayrı değerlendirir. Özellikle Kur’an tilaveti ve nafile ibadetlerle bu ay boyunca ruhumuzun temizlenmesi, durulması, güçlenmesi ve gelecek on bir aya hazırlanması için uğraş veririz.

Biz bu iç düzen ve temizlik sürecini özellikle de cinni şeytanların bağlanmasını da fırsat bilerek en yoğun nasıl geçirir ve nasıl lezzet alırız derdinde iken, bağlanmayan insi şeytanların boş durmayacaklarını da biliriz.

Gerek yerli gerekse yabancı inci şeytanların bu mübarek zaman diliminde ibadetlerimizin lezzetini kaçırmak, zamanımızın bereketini bozmak, hissettiğimiz sevinci köreltmek için, bize ve mukaddesatımıza saldırmaları dünya kurulu beri devam eden ve kıyamete kadar da devam eden olan imtihanımız gereği, batıla ve kötülüğe verilen iznin bir sonucudur. Onlar olmadan hak ve hakikat, iyi ve güzel anlaşılamazdı. Onlar olmadan imtihan olamazdı!

Bu minvalde, medyatik bazı insi şeytanlara birilerinin saldırdığı iddiaları ve haberleri, doğru ya da yanlış yayılacaktır. Zira insi şeytanların oluşan manevi iklimden rahatsız oldukları ve kin ve garezlerinden kudurdukları malum bir haldir.

Birileri Müslümanlar namına müsamere düzenleyip kalitesiz senaryolar ve oyuncularla parsayı toplamak istiyor olsa da Ramazan ayının felaketlerin yaralarını sarmaladığı bir dönemde elini böyle bir işle kirletecek aklı başında Müslüman olduğunu sanmıyorum.

Müslümanların eli ve dili oruçludur ve ancak iyilik ve güzellik için kullanırlar. O iyilik ve güzelliklerin şekli ve zamanı da bellidir. Birilerinin ekmeklerine yağ sürmek ya da medya müsamerelerine malzeme olmak gibi basit işlere ayıracak vaktimiz yoktur.

Ramazan ayı aylardan bir ay, zamanlardan bir zaman dilimidir. Ancak zamanların en değerlisi, en bereketlisi ve istesek de yıl boyu bir daha elde edemeyeceğimiz fırsatların vaktidir. Boş geçirmemek, boş işlerle geçirmemek şiarımızdır.

Ramazan ayı bizim için hayırların kapılarının açıldığı özel bir zamandır. Zekatlarımızın yanında sadaka ve her şekilde infaklarla iyiliği elde etmek için çırpınma zamanımızdır. İnsanların en iyisi Muhammed(sas) için rivayet olunan; “O her zaman çok cömertti ancak Ramazan ayı geldiği zaman adeta kuvvetli bir rüzgârın önüne gelen her şeyi dağıtması gibi eline geçeni sadaka olarak dağıtırdı” cümlesi üzerinde çokça tefekkür edilmesi gereken bir bereket yoludur.

Henüz bu yolun başındayız ve mesafe almak için yeterince vaktimiz var! Kaçıranlardan olmaktan Allah’a sığınarak yola hızla revan olma vaktidir…

20 Mart 2023

Mülk Allah’ındır, hükmünde ortağı yoktur!

 Depremler denizin ortasında küçük bir kayıktaymışız gibi bizi sallıyor. Asıl büyük felakete sebep olan depremlerden sonra ölçüm olarak küçük de olsa tüm depremleri ya takip ediyor ya da hissediyoruz. Önce bir dalga geliyor, ardından titriyor yeryüzü ve üstündeki her şey. Artık hepimiz tecrübeli depremzedeler olduk!

Ramazan ayına çok yaklaştığımız bugünlerde, şöyle bir derin nefes almaya ve nereye gittiğimizi ve bizi neyin beklediğini bir kez daha hatırlamaya şiddetle ihtiyacımız var. Bu ay boyunca Kur’an ile meşgul olmak, olabildiğinde nafile ibadetlerle farzlarımızı süslemek ve üstümüzdeki tozu toprağı silkelemek için geceleri ve gündüzleri değerlendirmemiz gerekiyor.

Bunca kalabalığın içinde aslında hepimiz yalnız öleceğiz ve yalnız hesap vereceğiz. Ramazan ayı boyunca da cemaatle ifa edeceğimiz ibadetlerimizin yanında tek başımıza kaldığımızda yalnız Mevla’mız ile bizim aramızda kalacak dualar ve zikirlerle, sinemizdeki hüzün ve endişeleri takdim etme imkânı bulacağız.

Depremin sarsıntıları daha geçmeden gökten gelen sarsıntılarla bir kere daha ruhlarımız titredi.

Depremler sırasında güvenli diye herkesin beğendiği çadır ya da barakalar, ceviz büyüklüğünde dolular altında korkunç sesler çıkarınca fikirlerimiz değişti.

Dünya böyle; bir gün beğendiğimiz yarın anlamsızlaşıyor, dün burun kıvırdığımız şey bugün çok değerleniyor. Oysa değişen bir şey yok, dünya hep bu kadar.

Bir kez daha iman ve idrak ettik ki:

Sebepleri yaratan, kâinatın denge ve düzenini kuran ve dilediği zaman dilediği gibi değiştiren, mülkün yegâne sahibi, ortaksız hükümdarı, mutlak hâkimi Allah’ı eksikliklerden tenzih eder, azamet ve saltanatına boyun eğeriz.

Allahu ekber ve lillahilhamd.

Allah her işte üstün gelen Aziz ve dilediğini helak eden Kahhar’dır.

O’na sığınır, O’ndan mağfiret diler, O’na secde ederiz. O’nu tesbih eder, O’nun hükmüne boyun eğeriz.

Bizim felaket saydığımız hadiseler O’na kolaydır ve belki de nice sevdiği kulunu bu şekilde katına almayı murat etmiştir.

Yer ve gök bize bağıra çağıra bazı hakikatleri hatırlattı. Kimseyi suçlamadan, basit komplo teorilerine kulak asmadan, ondandır bundandır şundandır gibi kesin hükümlerden uzak durarak, kendi adımıza tefekkür etmek ve Ramazan ayına selim bir kalp ile girmek herhalde rahmetten büyük bir nasiptir.

Acziyetimizi gayet güzel idrak ettiğimiz ve imanımızı iliklerimize kadar hissettiğimiz ve korkularla tahkim ettiğimiz bu günlerden, rahmet ve bereket iklimi Ramazan ayına kavuşmak ve temizlenerek, mağfiret olunanların arasında bayrama ulaşmak duamız olsun.

Mülk yani varlığın tamamının yegâne hükümdarı olan Allah, ne nefislerimizi ne de başkalarının hevasını hükmüne ortak kabul etmez! Yaratan, rızık veren, yaşatan ve öldüren O’dur. Her şeye gücü yeten O’dur.

Kâinata koyduğu düzen içinde depremleri de yaratan O’dur, yağmuru indiren de O’dur. Karı, buzu, doluyu ve fırtınayı var eden de Allah’tır. Birilerinin kâinatın işleyişine müdahale edebileceğine, depremleri, rüzgarları ya da yağmuru idare edebileceğine inanmak ciddi bir iman sorunudur.

Ramazan ayımızın bereketli geçmesi, imtihanlarımızın kolaylaştırılması duasıyla…

13 Mart 2023

Niyet; her başlangıç ve her bitiş için

 Kimin neyi hangi niyetle yaptığını en iyi bilecek olan elbette Allah(cc)’tır, bir de kişinin kendisi. Biz faniler ancak zahirde gördüğümüze göre karar verir ve muamele ederiz.

İslam erken tarihine birazcık vakıf olan herkesin bildiği meşhur rivayettir Kuzman hadisesi. Cesur ve iyi bir savaşçı olan bu zat, büyük yararlıklar gösterdiği Uhud Muharebesi sonrasında yaralı ve acılar içindeyken kendisini tebrik edenleri reddetmiş ve şerefi için savaştığını söyledikten sonra acılara dayanamayıp intihar etmiştir. (İbni Hişam)

Savaş meydanına Allah’ın Rasulü’nün daveti sebebiyle değil, Medine kadınlarının kınamaları sonucu katılmıştır. Allah(cc) için değil şerefi için savaşmış ve cehennemlik olmuştur.

Niyet işte tam da böyle dönüşü olmaz yerlerde insanın hem dünyasını hem ahiretini perişan edebilirken, bazı noktalardan geri dönüş mümkündür. Kuzman, savaş meydanına gidip can vermese, Medine’de normal bir ölüm ile ölse şerefi insanlar nezdinde daha yüce kalırdı belki de. Ama tarihe böyle geçti ve kahramanlıklar ona fayda sağlamadı.

Kimin neyi hangi niyetle yaptığını en iyi bilecek olan elbette Allah(cc)’tır, bir de kişinin kendisi. Biz faniler ancak zahirde gördüğümüze göre karar verir ve muamele ederiz. Kuzman, o an bize sorulsa, çok büyük kahraman ve şehid derdik herhalde…

Bunlardan sonra günümüze gelecek olursak; hele de bu seçim sathı mailinde, olacaklara şaşırmaya bile vaktimiz kalmayabilir. Niyetlerini asla bilemeyeceğimiz insanlar bizden daha dindar ve hayırlı görünebilirler.

Kalplerini açıp bakamayacak olmamız büyük bir sorun olsa da, aklımızı ve gönlümüzü kontrol altında tutmamız mümkündür.

Ömrü hayatında camide görülmemiş birinin adaylığı sözkonusu olunca bir anda namaza başlamasını herhalde samimi bulacak kadar saf olamayız. Ya da sadece seçim zamanlarında Kur’an ile meşgul olanların ihlaslarını biz tartacak olmasak da en azından bu halleri sebebiyle onlara inanacak kadar boş olamayız.

Varsa amelleri bizi bir şeye ikna etmek için değil Allah(cc) için olmalıydı. Seçim zamanlarında değil her zaman onların üzerinde görülmeliydi.

Bu sadece uhrevi samimiyet için değil, dünyalık işler için de basit bir ölçüm aracıdır. Hayatı boyunca bir nebze hayrı dokunmamış, iyi bir tek iş yapmamış birilerinin, kendilerine resmi yetki verildiğinde, iyi ve hayırlı olacakları ihtimaline inanmak için saflıktan daha fazlası gerekiyor.

İslam ve Müslümanlara nefretleri ile meşhur odakların baş köşelerinde oturan birinin, adil ve dürüst bir yönetim sergileme ihtimali, herhalde devenin iğne deliğinden geçme ihtimalinden çok değildir.

İsteyen istediğine inanıp istediği yola revan olacaktır ancak hiç değiilse hepimiz kendi içimizde, gönlümüzün derinlerinde, bizi rahatsız edecek işlere sebep olmayalım diye düşünmek durumundayız.

Varlığını bize düşmanlığından alanların dost olacağına inanmak ciddi bir akıl tutulmasıdır. Hayatı zulüm ve haksızlık üzerine kurgulanmış, politik davası menfaat ve para ile şekillenen birilerinin, bize hayırlı hizmetler yapacağını düşünmemiz çok ütopik bir hal olur.

Bütün plan ve hesaplar, Allah(cc)’ın planlarına toslayıp darmadağın olacaktır. Mutlaka ve muhakkak O’nun dilediği gerçekleşecek ve bize, -küfür ve sapkınlık dışında- her hal için hamd etmek düşecektir.

Allah(cc) gelecek günlerimizi hayırlara vesile kılsın. Büyük deprem felaketinde hayatına kaybeden tüm Müslümanlara rahmetiyle muamele eylesin. Bu yıkımın üstüne bize ve gelecek nesillere dünyalık endişelerden azade, ahiret hedefi odaklı hayat kurmayı nasip etsin.

06 Mart 2023

Felaketlerin hikmetini bilmek mi?

 Zor zamanlarda konuşmak her zamankinden daha kolay olsa da, çok daha fazla dikkat ister. Zira zorlukları yaşayanların bedenlerindeki yaraları kadar ruhlarında da açık ve hala kanayan yaralar vardır.

Kimimiz bazı yakınlarını kaybetmişken, bazılarımızın ayağı toprağa basan hiçbir yakını kalmamıştır. Sallanan sadece bedenler olmuyor, asıl derin izler ruhlarımızda kalıyor.

Ateş düştüğü yeri kavururken; alevleri yaklaşan, yakından bakan, gönlünü açan, el atam herkesi yakıyor.

İşte tam da bu noktada ağızlardan çıkan her söz kurşun gibi ağır, mermi gibi yaralayıcı olabiliyor.

Konu felaketlerin ilahi hikmetlerini idrak etmeye gelince, basma kalıp cümlelerle yaklaşmak hem sözün sahibini hem de sözün menziline giren herkesi yoruyor.

Allah adına konuşmak gibi ciddi bir riski göze alıp, felaketlerin sebeplerini matematiksel bir formülle çözerek sonuçları bilgiç bilgiç açıklamak maalesef kimseye bir fayda sağlamıyor hatta zarar veriyor. 

Bela ve musibetlerin umumi olması bize umum hakkında Allah’ın takdirinin hikmetini tayin hakkı vermiyor. En fazla kendi nefsimiz hakkında konuşabiliriz ki, bu da zandan ibaret olur ama hiç değilse kimsenin vebaline girmeyiz. 

Yaşadığımız salgın ya da deprem gibi felaketlerin hikmeti hakkında konuşmak ciddi bir iş. Şöyleydi de Allah belamızı verdi demek de yine Allah adına konuşmak oluyor. 

Kendimizle ilgili bile bu kadar rahat ve kesin konuşmamız doğru değilken toplumu mahkum ederek ilahi takdirin hikmetini çözmüş edasıyla konuşmak ne büyük cüret.

Her birimiz kendi hesabımızı -tıpkı ahirette yalnız vereceğimiz gibi- kendi başımıza vermeli ve tefekkür etmeliyiz. Kendimizde olanları gördüğümüzde ise kimseye diyecek bir sözümüzün kalmayacağı aşikardır.

Felaket zamanlarında insanların iman ve teslimiyetlerini destekleyici konuşmalardan başkasına ihtiyacımız yoktur. İnsanları suçlamak ya da aşağılamak gibi tuhaf yollara kapılmanın alemi yoktur.

Allah kainatın Rabbidir ve her işinde hikmetler vardır. Bunlardan bizim bilmemizi istediklerini vahiy yoluyla bildirmiştir. Daha ötesini alim ve fazıl Müslümanlar bizlerin idraklerinin alacağı seviyelerde anlatırlar, biz de dinler ve teslim oluruz. 

Depremlerin hikmetlerini kesin olarak bilmemiz mümkün değildir. Bu konuda ilahi bir vahiy ya da şüphesiz bir ilham olmadan konuşmak da mümkün değildir. 

Sünnetullaha aykırı fiil ya da oluşumların kişilerden veya toplumlardan kaynaklanan pek çok şekilleri vardır. Aynı şekilde kainatın işleyişine dair bilmediğimiz daha neler varken, her şeyi çözmüş gibi ahkam kesmek akıl karı değildir. 

Biz Allah’tan gelene boyun eğer ve bir yaprağın bile onun iradesi olmadan dalından kopamayacağını biliriz. Ancak neden incir yaprak dökerken zeytin dökmez bunun kesin sebebini bilemeyiz. Bilim ise bu konuda zandan ve tahminden öteye geçemez. 

Deprem gibi insan akıl ve idrakinin, güç ve gelişmesinin engel olma ihtimali bulunmayan bir hadiseyi de ne ilahi ne de bilimsel olarak mutlak çözmek pek kolay görünmüyor. 

Hocalar da jeologlar da çaresiz bu gerçeğe boyun eğecektir. İşin aslını ahirette ancak kesin olarak öğreniriz inşaallah…

22 Şubat 2023

Depremden aldığımız dersler

 Büyük hadiseleri uzaktan izlemekle bizzat yaşamanın farkının en net fark edildiği olay belki de depremdir. Bunca zamandır ekranlardan, sosyal medyadan takip edip, ah vah dediğimiz ve belki birkaç gün yardım ve destek paylaşımlarının yanında birkaç sms ile de maddi destek sağlayıp kenara çekildiğimiz ve unuttuğumuz hakikatle yüzleştik.

Bu defa sıra bizdeydi ve şehrimiz dahil on diğer büyük belde bu felaketle sarsıldı. Sarsıntıdan yıkılanların sayısı henüz tam olarak belli olmasa da bazı şehirlerde üçte bir oranında yıkım olduğu şimdiden biliniyor. Hasarlı binaların yıkılmasıyla yarıya ulaşması beklenen bu büyük felaketten hem toplum olarak hem de fert planında alınacak pek çok ders olduğu ortada.

Toplumumuzun gerek inşaat gerek altyapı, üstyapı ve sair ilgili tüm konularında konuşacak yeterince uzmanı var şükür. Konuşanlar kadar iş yapanların da olduğunu umut ederek o kısmı bir kenara bırakıyorum. Daha çok ferdi olarak ben ne yaşadım ve ne anladım, dahası hangi dersleri çıkardım onları paylaşmak istiyorum.

Zor zamanlarda Allah’a iman etmenin ve gelen belanın O’ndan geldiğini hatırlamanın değerini yaşayarak öğrendim. Teslimiyet, tevekkül ve benzeri bütün konularda ciddi bir ders aldım. Bu felaketin ıstılahımızdaki adı olan bela tabirinin dilimizdeki karşılığının sınanmak olduğunu unutulmaz bir şekilde kalbime kazıdım.

Bilenlerin bildiği gibi, çok titiz olduğum gündelik kıyafet rutinim anlamsızlaştı. Sokak kıyafeti ile evde oturmamak, ev kıyafetiyle uyumayı bırakın yatağın kenarına bile ilişmemek gibi radikal adetlerim çöp oldu. Günlerce aynı kıyafetlerle her şeyi yapmak durumunda kaldım. Hepsi hikayeymiş, mecburiyetler olmazsa olmaz denilen pek çok şeyi kenarda bırakıyormuş.

Aynı belaya maruz kalmanın insanları hızlı bir şekilde birbirine yaklaştırdığını, kalbinde tamir edilemez bir kin ve garez taşıyanlar dışında herkesin birbirine yardımcı olmaya çalıştığını gördüm. Kin denen iflah olmaz hastalığın en zor anda bile insanı canavar kadar hissiz kılabildiğine şahit oldum. Hele de çoğu zaman altı boş, temelsiz bilgi ve zanlara dayanan bu kinin ne kadar ruhu hasta eden bir his olduğunu sosyal medyada ve ekranlarda olduğu kadar bizzat hayatın içinde de yaşadım.

Akrabalık müessesesini çok iyi muhafaza etmek gerektiğini, hiç değilse bela ve musibet zamanlarında yüz yüze baktığında utanmayacak kadar yakınlığı korumanın önemini yaşadım.

Başkaları adına karar vermenin saçmalığını, zorluklarda öncelik belirlemede mantık hatası yapabileceğimizi, telafisi mümkün olan konularda birbirimize kırılmanın anlamsızlığını, dost ve arkadaşlara hayır demenin zorluğunu tecrübe ettim.

Hatır saymanın, gönül almanın pek çok yolu olduğunu, insanın isterse gerektiği kadar titiz olabileceğini, huy denen şeyin değişmediğini, zor zamanda temiz olmanın ve temiz kalmanın daha da zor olduğunu ama vazgeçilmezliğini yaşadım.

İnsanların alırken hep mutlu olduğunu ama vermek gerektiğinde ya mutsuz ya da gereksiz havalı olduklarını gördüm. Verdikçe hep isteyen ve bekleyen karakter sahiplerinin en ufak bir kesintide yüz çevirebildiklerini, kendilerini hizmet edilmeye en layık insan gördüklerini, muhataplarının buna mecbur sandıklarını, gerçeklerle karşılaştıklarında kaçtıklarını ve küstüklerini gördüm.

İyiliği başa kakmadan yapmanın çok değerli olduğunu ama bunun bile muhatabın kendini kötü hissetmesine engel olamadığına şahit oldum.

Başkalarına fayda sağlayacak imkanlara sahip olmanın ne kadar büyük bir nimet olduğunu ve bunun şükrünün de ancak ikram ile mümkün olduğunu, kalp ve nefis arasında bir soğan zarı kadar mesafe olduğunu hissettim.

Vefalı ya da vefasız, kadirşinas ya da nankör, sıcak ya da soğuk her insana iyilik etmenin insana huzur ve saadet verdiğini, felaket zamanlarında iyiliğin değerinin daha da idrak edildiğine şahit oldum.

Şu köşeye sığacak kadar birkaç konuyu ders olarak kendime not almış bulundum. Daha eklenecek şeyler olduğunu biliyorum. Bu büyük dersin bu kadar küçük ders notu olmaz zaten. Yeri ve zamanı geldikçe ilaveler yapmak üzere…

Allah bu felaketle aramızdan aldığı kullarının günahlarını mağfiret etsin ve onları cennetiyle ödüllendirsin. Dünyada çektikleri sıkıntıların karşılığını cennette fazlasıyla versin. Yakınlarını kaybedenlerin gönüllerine ferahlık, dillerine selamet ve hallerine sabır ihsan eylesin.

Manen olduğu kadar maddi olarak da faturası oldukça ağır olan bu felaketin yükünü halk olarak taşımaya ve altından kalkmaya Allah’ın izniyle çalışacak ve başarılı olacağız. Hiçbir enkaz yerinde bırakılmaz, kaldırılır ve yeniden inşa edilir inşallah.

Hariçten gazel okumak; Suriye ve Filistin

  Hızlı zamanlarda yaşıyoruz. Günlük hatta saatlik değişimler, olaylar ve bilgiler su gibi hatta esen bir yel gibi akıp duruyor. Bu haber ve...