02 Ağustos 2011

Yakup’un Sırrını Arıyorum

Hayatın sırrını çözmek, olayların ardındaki gizemi bilmek çok çekicidir insan için ve bunu yapmanın belki de en muhtemel yolu da hayatlarını vahiyle yaşamış insanlardır yani peygamberler. İnsana dair herşeyin onların hayatında bir örneğini bulmak mümkündür nerdeyse ancak onların haysiyetlerine asla zarar vermeyecek örnekler…

Şöyle kısa bir gezinti yaptığımızda ne demek istediğim daha kolay anlaşılacak.

Nedir insana en zor gelebilecek şey? Kendi evladının onu reddetmesi mi? Siz başkalarına çare olmaya çalışırken evinizin içindeki ateşi söndüremeyişiniz nasıl bir şeydir? Sevdiklerinizin sırt dönmesi nasıl bir ağırlıktır, hangi omuz çeker bunu? Nuh(as) yaşamıştır bunu. Evlatlarını kaybettiğini zanneden bütün babalara Nuh(as) ders vermektedir. Son ana kadar vazgeçmemiştir hatta vahiyle durdurulana kadar!

Nedir arkadan vurulmanın en ağırı? Hangi zırh delinmez ihanetin okuyla? Yüreğini delen ve yakıp geçen okun hangi sadaktan çıktığını bilmek nasıl bir eziyettir? Düşmana sırrına satan hain kim olursa daha çok yakar canını? En yakının hanımın olursa değil mi? İşte Lut(as) yaşamıştır bunu.

Hasretlerin en can yakanı hangisidir ki? Babasız kalan, babasından uzak kalan bir evladınki mi? Sizin de aklınıza çölün ortasına annesiyle terkedilen İsmail(as) mi geldi? Yoksa anlatılmış ve anlatılabilecek en muhteşem hikayenin sahibi Yusuf(as) mu?

Hasretin, sonsuz ve sınırsız bir gözyaşı selinin hikayesi. Onca evladın arasından Allah’ın onu seçtiğini bilerek ve hissederek sevmenin hikayesi. O kadar çok sevmenin sonunda Ğayyur olan Allah(cc)’ın elinden alacağını bile bile sevmekten vazgeçememenin, sevdikçe kaybetme korkusu artan, korkusu arttıkça daha çok seven bir babanın hikayesi.

Nasıl sevmesin ki; karşısındaki Yusuf(as)’tur! Nasıl sevmesin? Bu çocuk adım attığı yere Rahman’ın rahmetidir. Cemil olan Allah(cc), onu aleme imtihan olsun için kendi cemalinden bir ayna kılmış ve Muhammed(as)’dan sonra insanlığın en güzeli olarak yaratmıştır. Yalnızca cismini değil, gönlünü ve ruhunu da cisminden daha güzel yaratarak, ‘işte insan bu’ dedirtmiştir. Hatta bazılarına ‘bu insan olamaz’ dedirtmiştir.

Daha da kolayı Allah(cc) Yakub’u baba kılmıştır Yusuf’a… Kılını zarar gelmesin için ortalığı yakıp yıkacak bir şefkatin sahibini baba kılmıştır ona. Herşey yolunda gibi gözükürken hikayenin hemen herkesin bildiği gelişmeleri yaşanacak ve Yusuf babasından kopartılacaktır. Yakub’a düşen artık ‘güzel bir sabır’dır.

Sabır kahır çekmemek, acıyı unutmak değildir elbette.
Sabır isyan etmeden acıya katlanmanın adıdır.
Yusuf için yanarken bir yandan içten içe, hayata devam etmenin adı sabırdır…
Göz pınarları kuruyuncaya kadar yaş dökerken bir kerecik isyana bulanmadan yaşamayı başarmanın adı sabır.
Ağlarken gözünü kaybetmeyi göze almanın ama asla ayarını bozmamanın adıdır sabır.
Kör olası dünyaya yüz çevirirken, bu dünyadan bir tek kişi olsun istemenin ve ona kavuşmayı garanti görmeden beklemenin adı sabır.
Sabır güzel olmalıdır, Yakub’un sabrı güzeldir.
Ve fakat bu sabır onu gözlerinden etmiştir… Ama yine de çok güzeldir, gözlerini kaybetmesi sabrının güzelliğine zarar veremez, zira Yakub’un sabrında isyan yoktur.

Yakub’un sırrı bu sanıyorum, isyan etmeden acıya katlanmak! İtiraz etmemek, neden ben diye sormamak, neden onu aldın dememek… Tevekkülle ağlamak, sonucu bilmeden ve bilmeye ihtiyaç duymadan beklemek. Kaderi kudret elinde bulundurana boyun eğmek. Bundan gocunmamak, boynu büküklüğü marifet te saymamak yani… Kimsenin başına kakmadan adam gibi acısını yaşamak ve efendi efendi gözse göz, dişse diş vermek.

Teselli aramak ya da aramamak, aslında tesellisi olmayan bir acısı olanın teselli araması da akıl işi değildir zaten. Fakat Yakub’un bir umudu vardı sanki! Bir yerlerinde yüreğinin, bir umut olmasa, nefes almaya devam edebilir miydi bilmiyorum. Yusuf(as)’un rüyası umudun meşalesi olmasaydı neler olurdu bilemiyorum.

Umut olmalı gibi hep, bir ihtimal daha olmalı hep. Bir gün bir şeylerin değişme ihtimali mutlaka olmalı.

Bütün acıların ve kahırların altından çıkabilen tek kelime umut sanki, sanki umut iman ve sanki iman umut gibi… Öyle ya iman dünyayı doğru yaşamanın umudu, ahireti ise elde etmenin tek yolu olunca, umut ile korku arasında yaşamak şiar oluveriyor.

Yusuf(as), Mısır’a sultan da olsa vezir de olsa ne farkeder; Yakub(as)’a lazım olan sadece onun gömleğindeki kokusudur. Onun yaşadığını bilmek ve onun terinin sindiği bir gömleğe dokunmak, yüzüne sürmek yetecektir yeniden görmesine, yeniden yaşamaya başlamasına.

‘Ben sıkıntımı ve kederimi yalnız Allah(cc)’a arzederim.’ (Yusuf suresi, 86)

Sıkıntıyı ve kederi yalnız O’na sunmanın getirdiği izzeti hissedebiliyor musunuz? Bir anda karşısında ona dümen çevirenleri alt ediyor bu cümle ile. Onlardan bir beklentisi olmadığını ilan ve nasılsa asıl sonucu elde edeceğim makam O’dur diye ikrar ediyor. İşte umut bu olsa gerek! Bir anda herkesi ve herşeyi yok sayıp, gereksiz sayıp, asıl söz sahibine yahut hükmüün sahibine yönelmenin ve hissiyatını O’na münhasır kılmanın sonucudur bu.

Ve aslında hepimiz için ve herşeyimiz için bir umut mutlaka vardır. Bu umut bazan bir adım kadar yakınıımızdadır bazansa kıyamet kadar yakın! Ama mutlaka yakındır. Değilmi ki, toprağın altına bir kere yol açıldı mı en uzun kalacak olanımız bile yedi gün kalacak, o halde ne gam? Yaşayıp aylar hatta yıllar yılı hasret ve hüzün biriktirmekten daha kolay olmaz mı yerin altına giden yol…

Hayatı yalnız dünyadan ibaret sanana dünya da çekilmez olur ahirette! Sabrın ve umudun asıl destekçisi ne sağlam bir ruh ne de güçlü bir yürektir aslında.. Sabrın ve umudun en mühim payandası ahirete imandır. Bir gün herşeyin kesin olarak adil bir şekilde sorgulanacağını ve bütün haksızlıkların ve acıların hesaplarının sorulacağını, hatta boynuzsuz koçun; boynuzludan hakkını alabileceğini tereddütsüz ve şüphesiz olarak bilen biri için başına gelenlere sabrın ve sonrasında kazanacağına olan mutlak umudun ne kadar kolay bir gerçek olacağını tahmin edebiliriz ve fakat yaşamak başka bir şeydir. Bilmek ya da tahmin yürütmek bambaşka birşey…

Sabır ve umut hakkında çok güzel şeyler söyleyebiliriz, lakin iş başa düştüğünde göstereceğimiz dirayet asıldır, teori ile hayatta sınıf geçilmiyor zira, illa da pratik başarı istiyor hayat…

Muhammed Köse (Ufuk Gazetesi Kasım 2010)
[youtube http://www.youtube.com/watch?v=KcgPD0Tc9sA]

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Hariçten gazel okumak; Suriye ve Filistin

  Hızlı zamanlarda yaşıyoruz. Günlük hatta saatlik değişimler, olaylar ve bilgiler su gibi hatta esen bir yel gibi akıp duruyor. Bu haber ve...