Kur’an’dan bir ayet ile söze başlamak ilk bakışta hep
güzeldir. Ya söyleyeceklerimizin kaynağıdır bu ayet ya da sözümüzü
denetlememizi sağlayan mihenk taşı! Sözlerimizi ayetlerle süslemek
cümlelerimizin kıymetini artırır, dinleyenlerin dikkatini çeker. Hatta tesirini
bile artırabilir...
Lakin kendi hikayemizin arasına sıkıştırdığımız ayetlerin
mutlak hakikat olduğunu unutmaya başladığımızda hem sözlerimiz zıvanadan çıkar,
hem de o ayet ya da ayetler bizim sözlerimizi desteklemek için kullandığımız
sıradan cümlelere dönüşür. Rabbi`nin sözünü kullanılır duruma düşüren kul ne
kadar acınacak durumdadır.
Konuşur, konuşuruz ve sonunda bak zaten Kur’an’da şöyle
buyurulur diyerek anlattıklarımızı Kitab-ı Kerim’e de tasdik ettiririz. Peki bu
iş bu kadar kolay mıdır? Yani kendi doğrularımızı Kitab’ın ayetleri ile
pazarlamak normal midir? Aynı ayetin değişik meşreplerden müslümanların
dillerinde birbirine kurşun misali ateşlendiği günümüzde herhalde bu konuyu
yazıyor olmak mı anormaldir? Yani bu Kur’an-ı dileyen dilediği gibi anlar ve
dilediği yerde dilediği gibi kullanabilir mi? Yahut yüzyılardır süregelen ve
bir ilim dalı olarak ortaya çıkan tefsir, bugünün müslümanı için ne ifade
etmektedir? Müfessir yani tefsir işini yapan kişi; hangi ilmi kariyere sahip
olmak zorundadır?
Hayatı boyunca hiçbir tefsiri baştan sona okuyamamış bir
kişinin, sadece bir ayetin mealini okuyarak, ayeti anladığını iddia etmesi
hatta daha da ileri giderek başkalarının yanlış anladığını varsayması ne ile
açıklanabilir. Dinin maksattan ziyade boş vakitlerin anlamlı bir şekilde
doldurulmasını sağlayan bir hobiye dönüşmesi büyük bir felaket değil midir?
Kimlerin Kur’an ve ayetleri hakkında konuşma yetkileri
olduğunu ayrıntıları ile anlatmak başlıbaşına bir ilim dalı (Tefsir Usulü)
olmuşken, bizim de aynı hataya düşerek bir yazıda bu konuyu altından girip
üstünden çıkabileceğimizi kimse beklemesin. Maksat zihinlerde sorular
oluşmasını sağlamak ve bu soruların kişileri merak ile öğrenmeye yöneltmesini
temin etmekten ibarettir.
Bu girişten sonra, hep birlikte şu ayeti okuyalım:
Ey iman edenler!
Kendinizi ve ailenizi bir ateşten koruyun ki onun yakıtı insanlar ve taşlardır.
Onun başında gayet katı, şiddetli, Allah'ın kendilerine buyurduğuna karşı
gelmeyen ve emredildikleri şeyi yapan melekler vardır. (Tahrim suresi –
ayet 6)
Şimdi buyrun bu ayetle ilgili söz söylemek isteyenlere
sorularımızı sıralayalım:
1.
Bu
ayetin sebeb-i nüzulu nedir? (Sebeb-i nüzul kelimesini anlamayan ya da
bu ayetin sebeb-i nüzulunu bilmeyenlerin konuşma hakkı kalmadı.)
2.
Ayetin ilk kelimesi olan ‘ey’ ne demektir? Neden
orjinal metinde ‘ya eyyu he’ olan bu tabir sadece ‘ey’ olarak tercüme
edilmiştir?
3.
Kelimelere devam edelim: ‘iman edenler’
kimlerdir; vasıfları, cinsiyetleri, yaşları başta olmak üzere kimler bu sınıfa
dahildirler? Kelime müzekkerdir, acaba müennesler bu hitaba muhatab değil
midir?
4.
Ayetin metninde ‘nefs’ olarak kullanılan ve
türcümede ‘kendinizi’ diye aktarılan nefs ne demektir? Bu kelimeden maksat
nadir?
5.
Yine ayetin orjinal metninde ‘ehl’ olarak geçen
ve çoğunlukla ailenizi diye tercüme edilen bu kelimenin manalarına neler ve
kimler dahildir.
6.
Nefs ve ehl kelimelerinin arasında bulunan ‘ve’
ne işe yarar?
7.
(Biraz hızlandıralım.) Yakıt, bizim bildiğimiz
manada mıdır? Cehennemin yakıtı bitince o da söner mi? Peki taşlar nasıl yanar?
8.
Melekleri biz latif ve kibar yaratıklar olarak
tanımıştık, bu katı ve şiddetli melekler de nasıl oluyor?
9.
Ve en başta soracağımız en önemli soru; nasıl
koruyacağız kendimizi ve ehlimizi? Ateş yakar, ondan korunmak mümkün müdür?
Cehennemi maşa ile kenara mı çekeceğiz? Yahut bir kova su alıp söndürecek
miyiz, bize sıra geldiğinde…
10.
Ve on numaralık soru: Bu ayeti, Rasul-u Ekrem
(s.a.v.) ve ashabı (r.anhum) nasıl anlamışlardır?
Bu sorular hiçbir ön hazırlık olmadan sadece ayetin mealine
bakıldığında hemen herkesin aklına gelebilecek sorular aslında. Vurgulamak
istediğimiz bu ve diğer bütün ayetleri okuyup da bu ayetler üzerinden ahkam
kesmeden önce birtakım ilimlerin tahsil edilmiş olmasının şart olduğudur.
Birtakım konularda herbirimizin farklı düşünme ve konuşma
haklarımız elbette ki vardır. Bu fikirlerimizi savunma hakkımız da doğal olarak
vardır. Ancak hiçbirimizin işimize gelen noktalarda, işimize gelen ayetleri,
işimize geldiği gibi anlayarak, işimize geldiği gibi anlatma selahiyetimiz
yoktur ve Kur’an indiğinden bu yana da hiçkimsenin olmamıştır zaten!
Efendiler, bu Kitab; Allah’ın kelamıdır, size ya da bize
hediye edilmiş bir boyama ya da masal kitabı değil! Bu Kitab’ı eğmek, bükmek
onu yakmaktan daha büyük bir vebaldir.
Kur’an’a hürmet, onu süslemek ya da süslü muhafazalarda
saklamakla olsaydı bütün mücellidler evliya olurdu herhalde.
Biz daha Kur’an’ın ilk suresinde hem de günde onlarca defa
okuduğumuz Fatiha suresinde, dalalete düşen Hristiyanlar’a ve ğadaba uğrayan
Yahudiler’e benzememeyi istemiyor muyuz? Nedir peki onların en önemli ortak
özellikleri? Kitablarını keyiflerine uydurmaları değil mi?
Öyleyse, bizim Kur’an hakkında konuşurken veya konuşanları
dinlerken ya da ayetleri sözlerimizin arasında okurken göstereceğimiz
hassasiyet; imanımızın ve ilmimizin göstergesi olacaktır. Biz kendi Kitab’ımıza
hakkıyla saygı gösterir ve hakkıyla anlamaya çalışırsak, O’na inanmayanların
tavırları da bambaşka olacaktır. Çocuklarımızın Kur’an okumayı öğrenmesine
gösterdiğimiz duyarlılığı, kendimiz için de bir adım öteye götürür ve anlama
noktasında gayret sarfedersek, emin olalım hem Kur’an’a bakışımız değişecek hem
de hayatımız.
Kur’an ayımız bereketlerle devam eylesin!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder