İnsanlık, Adem(a)’ın dünyaya ayak bastığı günden bu yana,
kendisine vahiyle bildirilen gerek maddi imkan ve keşiflerle, gerekse manevi
ibadet ve ahlakla, onu diğer yaratılmışlardan üstün kılan farklılığını
koruyabilmiştir.
Halen yeryüzünde karşımıza çıkan ve modern bilimlerin,
aklımızla bulduğumuza hepimizi ikna etmeye çalıştığı birçok medeni adımın
temelinde, kuşkusuz vahiy yani bizim aklımızın da üstünde bir yönlendirici güç
vardır, işaret vardır.
Bilim; bizim, buğdayı ekip sonra biçerek un yapmayı ve
ardından hamur yoğurup ekmek yapma aşamasına geçmeyi Kabil’in düşünerek
bulduğuna inanmamızı ister. Yahut hayvanları evcilleştirip sürüler halinde
beslemeyi ve ardından sağken sütünden ve yününden, ihtiyaç olduğunda ise kesip
etinden ve derisinden faydalanmayı Habil’in düşünüp keşfettiğine inanmamızı
bekler.
Bunun yapmaktaki temel hedefi; bir sonraki yani manevi
hayatımızla ilgili kararlara Allah(cc)’in karışma ihtimalini daha baştan
engellemek ve yaratılış ve gelişmeyi kendiliğinden olan, ilahi kudretin
dışında, evrimle izah etmeye çalışarak, ilahi bir minnet ya da hamd ve şükür
mecburiyetinin altına girmekten kaçmaktır.
Bilimin yaratılışı inkar ederek elde ettiği ve kendince
insan aklına, gerçekte ise insanın heva ve hevesine bırakmak istediği, kişisel
ve sosyal hayata yön veren ahlak kurallarını koyma yetkisini elinde tutmak,
sorgu ve hesaptan kurtulmak ve tabi bu mümkün olamayacağı için, kestirmeden
bunları inkar etmek, kendince bulduğu basit, bayağı ve kibirle ortaya koyduğu
bir küçüklük ve düşüklüktür.
Bu yüzden medeni olmanın temel çıkış noktasının ahlak olması
kaçınılmaz bir zarurettir.
Mekanik ya da teknolojik gelişme ya da ilerlemeler medeniyet
olsa idi, geçen yüzyılın başında, insanlığın hayallerinin üstünde bir teknik
gelişmeye yol açan Nazilik mukaddes bir yol olur, Hitler bir peygamber gibi
anılırdı. Zulüm ve ahlaksızlık bu sürecin medeniyet olmadığına herkesi ikna
etmeye yetti.
Şimdi aradan geçen bunca zamandan sonra, insanlığın yeniden
ama bu defa daha ustaca bir metotla, teknolojik üstünlüğün, paraya hükmetmenin
medeniyet olduğuna inandırılması söz konusu. Hitler’in yaptırdığı füze
teknolojisiyle uzaya gidip bununla insanlığa üstünlük algısı empoze etmek gibi,
aslında ilahi kudretle savaşan ancak bunu açıkça itiraf etmekten kaçınan, iki
yüzlü ve zalim bu zenginliğin medeniyetle bir alakası yoktur.
Fert planındaki tanıdık örneklerle bunu sıklıkla yaşarız.
Sonradan görme tabirinin temsili mahiyetindeki bazılarının, çok pırıltılı ve
süslü hayatlar yaşamaları, lüks ve ihtişamda boğulmaları onları asla medeni birer
insan yapmaz. Bunu onların ahlak ve yaşantısından, insanlara yaklaşımlarından
ve sosyal hayatlarından anlayabiliriz.
Zengin ancak terbiyesiz, varlıklı ancak ahlaksız bir adamın
değeri, normal insanlar nezdinde ne ise; bunun devlet versiyonu da ancak aynı
değere ulaşabilir. Mahallenin yüz karası bir adam ya da aile gibi, dünyanın yüz
karası devletler ve toplumlar vardır.
Karun’a imrenen insanların, onun yerin dibine geçen
saltanatı karşısında ulaştıkları idrakin Kur’an-ı Kerim’de bize aktarılmasından
elde edeceğimiz temel mesele, medeniyetin zenginlikle olmadığıdır.
Üstünlüğün, büyüklüğün veya değerin yaslandığı temelin ahlak
değil de güç ya da zenginlik olduğu durumlarda, medeniyetten bahsetmemiz pek
mümkün olmayacaktır.
Şehirlerimizi imar ederken, ihya ederken, zenginleştirirken,
kalabalıklaştırırken kısaca her bakımdan büyütürken, ahlaksızlığı küçültmemiz
medeniyet yolculuğumuzun göstergesidir.
Ahlakın azaldığı yerde artan zenginlik, azgınlığın
destekçisi ve göstergesi olurken; azgınlığın arttığı yerde çoğalan fakirlik,
haksızlığın çokluğunu gösterir.
Medeni toplumların hedefi, dünyanın tüm hengamesine rağmen,
insanların elde ettikleri ile huzur ve sükûnete ulaşmalarını sağlamaktır.
Dünya durdukça gelir dağıtımındaki eşitsizlik devam
edecektir. Bu hayata Allah(cc)’in koyduğu bir kanundur, imtihandır.
Yine, dünya durdukça azgınlıklar ve serkeşlikler olacak ve
insanlar bunlardan dertlenecek, rahatsız olacaklardır. Bu da yine
“sünnetullah”tandır.
Mesele, insanların genelinin kendisine haksızlık
yapılmadığına kani olmasındadır. Aldığı ücrette diğer kamu hizmetlerine kadar,
layıkıyla karşılık gördüğüne ikna olan fert huzurlu olur. Böylesi fertlerin
çoğunluğu teşkil ettiği toplumlarda ise huzur hakim olur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder