Hayatın her alanında, hemen hepimizin
sıkıntısını çektiği, bütün iyi ve güzel şeylerin tadını kaçıran
samimiyetsizliğin, artık kişisel bir ahlaksızlık olmayı aşıp, kurumsallaştığı
zamanlardayız.
Devletler arası ilişkilerden tutun, devlet
ve vatandaş meselelerine, hatta aileler içindeki en müstesna münasebetlere
varıncaya kadar, her yanımızı sarıp sarmalayan bir çirkef gibi, her yere bulaşan
bir samimiyetsizlik almış başını gidiyor.
Bütün bunların sonunda, mesele din ve
ilahiyata geldiğinde, samimiyetsizliğin en korkunç neticelerinin alınacağı alan
açılmış oluyor. Ahlakında samimi olmayanların en azından ahlaksızlıklarında samimi
olmalarını bekleyecek kadar düşük bir düzlemde sürünüyoruz.
Münafıklık, kişinin kalbinde olandan
başka bir söyleme ve eyleme sahip olmasının adıdır. Müminlik ise, kalbinde
olanı dili ile ikrar etme halidir. Dili ile kalbi arasında uyumsuzluk, bir
insanın düşebileceği en aşağı halin habercisidir. Ki, ıstılahımızda “esfeli
safilin” derecesinin yani “aşağıların en aşağısına” düşmenin sebebidir.
İslam, temel dayanağı olan Kur’an ve
Sünnet ile ilk dönemlerin aksine, herkesin ulaşabileceği ve kendi amacına uygun
şekilde inceleyip, kullanabileceği bir açıklıkla ortadadır. Bu dinin, gizli
saklı ya da sır bir başka altyapısı, kaynağı yoktur. Bunun sonucu, müsteşrik
dediğimiz batılıların, kaynaklarımızı bazen bizden daha fazla inceleyerek
kendilerince aleyhimize kullanabilecekleri bazı “açıklar” ya da daha doğru
tabirle, istismar edebilecekleri konular bulmalarına yol açmıştır.
Uzun yıllar süren bu bir tür saldırı
tarzına, bizim salih alimlerimiz de kendi devirlerine ve halklarına göre savunmalar
geliştirmişler ve gerek bu dini gerekse mensuplarını koruma uğruna mesai
harcamışlardır. Hala da bu saldırılarla ömür tüketenler az değildir, zira İslam’ın
yenilemez ve aşılamaz mükemmel hayat düzenine olan imanları sarsmanın tek yolu,
onun hakikatleri hakkında şüphe oluşturmaktır.
İmana karışan şüphe, ihlasa bulaşan nifak,
teslimiyete karışan isyan; bu dinin tahtı olan gönüllerin bulandırılması sonucunu
doğurmuş ve zaten ilmin azaldığı, alimlerin aciz kaldığı ve biz sıradan Müslümanların
cehalete teslim olduğu devrimizde, bir de elimizde kalan son su kaynaklarının
bulandırılması; ruhumuzun kurutulmasına, dinimizin unutulmasına zemin hazırlama
mücadelesinin savunmalarımızı yıkan ağır hamlelerinden biri olarak karşımıza
çıkmıştır.
Kur’an ve Sünnete yapılan her saldırının
açık düşmanlardan gelmediğine sık şahit olduğumuz bir dönemden geçiyoruz. Kendini
Müslüman olarak takdim eden, Müslümanlardan hocalığı sebebiyle saygı bekleyen
hatta tefsir ya da hadis çalışmaları nedeniyle maaş alan birilerinin, sahip olduğu
sıfat ve makamların tamamını elde ettiği vesileler olan Kitap ve Sünneti,
insanların gönüllerinde sorgulanır hale düşürmeye gayret etmesinin, nifaktan
başka bir izahını bulamıyorum.
Kur’an ve Sünnete, fizik ya da matematik
kurallarından daha gevşek yaklaşabilme cüreti gösterip sonra da, kendini yeni
çağın İslam önderi olarak pazarlama gayretine girmenin, aslında tıbbın en temel
kurallarını reddedip doktorluk iddiası olduğu kadar, yerçekimini reddederek fizikçi
olmak kadar saçma olduğunu söylediğimizde; zatı şahanelerini eleştirmiş hatta linç
ediyor sayılmamızın, özgürlükle, fikir hürriyeti ile alakalandırılan ama
aslında müsteşrik bir bakış açısı ile Kur’an ve Sünnetin, en aşağı akademik kaliteden
bile mahrum bir muameleye tabi tutulması karşısında sessiz kalmanın iman sorunu
olacağından korkuyorum.
Sevgili hoşgörülü ve özgürlükçü
Müslümanlar, önce bu dine yeniden iman etmemizi teklif ediyorum. Esasen bunu da
yine Kur’an’dan aldığım cüret ve cesaretle söylüyorum.
“Ey
iman edenler! Allah'a, peygamberine, peygamberine indirmiş olduğu Kitap'a ve
daha önce indirmiş olduğu Kitap'a iman edin. Kim Allah'ı, meleklerini,
kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkar ederse derin bir sapıklığın
içine düşmüştür.” (Nisa 136)
Kur’an ve Sünnet hakkında ileri geri konuşma edepsizliğinde
bulunanların namının ve forsunun ne olduğuna bakmaksızın, eleştirilmesine ve reddedilmesine
de en az onlara sahip çıktığınız kadar katlanmanızı bekliyorum. Herhalde,
öncelik sıralamanızda Kitap ve Sünnetten önce hocalarınızın sözleri ve fiilleri
yer almıyordur değil mi?
Bu dine iman eden hiç ama hiçbir kimse; Allah(cc)’un
ayetleri, Rasulü(sas)’in hadisleri hakkında, edebe aykırı, şüpheye yol açan ve
hafife alan bir söz ya da tavır sergileyemez. Aksi bir durumda hakkında
söyleneceklere katlanmak zorunda kalır.
Kimse bu dine zorla inandırılamaz ve zorla İslam olması
istenemez. İman; gönülden gelen ve isteyerek, bilerek, idrak ederek, içine
sindirerek kabullenmek demektir. Bu dinin Kitap ve Sünnetten oluşan temellerini
kabul etmeyenlerin, bu binada yaşama hakkı olamaz. Kimsenin içinde yaşamaya
zorlanmadığı bu binada, temellerine dinamit koymak isteyenlerin saltanat sürmesine
razı olmamak, bu din halkının, bu bina sakinlerinin en doğal hakkıdır.
İsteyen ateist olur, isteyen agnostik ama önce ne olduğuna
karar verir ve o sıfat ve lakapla karşımızda durur, konuşur. Biz de ona göre
muamele eder, tebliğimizi yapar, çekiliriz. Gerisi onunla Rabbi arasındadır.