Bütün iddialar ispata muhtaçtır. Devletin adalet iddiası, zayıf birinin güçlü hasmı ile olan davasında ortaya çıkar. Vatandaşın vatanseverlik iddiası, kaçırılması “mümkün” olan vergide anlaşılır. Bir belediye başkanının hizmet iddiası ancak seçildikten sonra ortaya çıkar. Halkın şehrine değer verdiği iddiası, ona sahip çıkmasıyla anlaşılır.
Şehirlilik ve medeniyet ise toplumsal bir iddiadır ve hep birlikte ispatlanması gerekir. Halkın büyük çoğunluğunun katkıda bulunduğu bir düzen, uymayan azınlığa rağmen yürür. Devlet gücünü, kanunlara uymayan suçlulardan değil, uyanların çokluğundan alır.
Zor zamanlar; fert ve toplumların sınandığı, değerlerin tartıldığı, insan kalitesi ve medeniyet temellerinin ortaya çıktığı, söz ve iddiaların gerçekten test edildiği devirlerdir.
Güçlü bir devlet, mükemmel hizmet eden bir belediye, tıkır tıkır işleyen bir bürokratik sistem varken; herkes iyi bir vatandaş, hamiyetli bir kahraman, kurallara ve kanunlara azami uyan örnek bir insan olabilir. Ancak gerçek, bunlardan birinin kısmen ya da tamamen sarsıldığı zamanlarda anlaşılır.
Ortada yardıma muhtaç birileri yokken, herkesin eli boldur. Mülteciler yokken herkes dünya vatandaşıdır, insanlıktan dem vurur. Kış gelmeden önce herkes gariplere yardım etmek için hazırdır.
Bir felaket, saldırı, yangın, deprem ya da sel olmadan önce herkes bu şehrin yerlisidir, hamisidir, yürekten bağlısıdır.
Kolay zamanlarda, herkes her şey olabilir. Mesele, zor zamanlarda ne olabildiğimizle alakalıdır.
Şehrin sevinçlerini de acılarını da hissedebilmek için, gerçekten buraya ait olmak gerekir. Dilinin ucuyla söylenen sözler ya da elinin ucuyla tutulan eller, gönüllere erişemez.
Biri yerde bir acı varsa, ilk akla gelen onu paylaşmak sonra varsa sorumlularının bulunması ve cezalandırılması için beklemektir. Bu dün bir bomba olur, bugün bir yangın, yarın bir başka şey. Hayat devam ettiği müddetçe, insan için ne acılar bitecektir ne de sevinçler.
Dünyanın ağır bir ekonomik ve aslında siyasi bir buhran döneminden geçiyoruz. Tarihin bizim payımıza düşen kısmı bu imiş deyip, bu hengameden nasıl en az zararla çıkabiliriz sorusunun cevabını aramalıyız.
Bir olayın ya da bir insanın değil, milletlerin ve devletlerin kaderlerinin gözler önüne serileceği günlere gittiğimizi düşünenler var. Zor zamanlarda sınanmak için kaliteli fertlerden oluşan, kaliteli bir sosyal yapıya ve sağlam bir medeniyet anlayışına ihtiyacımız olduğu kesin.
Rahat zamanlarda yoldaki çukurun, kaldırımdaki eğriliğin, aksayan bazı hizmetlerin lafını ederiz, orası ayrı bir konu. Ancak sıkıntı ve bela, bütün bunların üstünde bir yer edinmelidir, normal her insan vicdanı böyle çalışır.
Şehrin üstüne bir acı dalgası sis gibi yayıldığında, her normal hemşerimiz bir nefes çeker ondan ve ciğeri yanar. Olayın merkezine yakın olanlar için bu duman daha ağırdır, yanık da daha çok acıtır.
Acının kaynağından ve sebebinden önce, kendisi gelir. Ötesi başkalarının işidir ve her kurum üzerine düşeni yapar diye beklenir.
Ateş düştüğü yeri yakar; türünden ve şeklinden bağımsız olarak yakar. Ateşin kaynağı ya da faili, yanan yürekleri etkilemez. Yakınlarını toprağa koyan insanlar için sonuç aynıdır çünkü.
Bu sebeple, şehrimizin kent ve medeniyet yolculuğunda bu hafta, acıların paylaşılma zamanıdır diyorum.
Sebebi ne olursa olsun; şehrimizin özel hastanelerinden birinin yoğun bakımında yaşanan patlama ve yangın sonrası hayatını kaybedenlere rahmet dilemek ve yakınlarının acılarını paylaşmak, hepimizin payına düşen bir sorumluluktur.
Bu şehirde, bu kış kimsenin üşümemesi ise, paylaşılması gereken ilk sıkıntılardan biridir. Gücü yetenlerimiz kendi imkanlarıyla, yetmeyenler gerek kamu gerekse sivil toplum kuruluşları aracılığıyla, ihtiyaç duyulan her yere ulaşmaya çalışmak durumundayız. Bu şehirde bu güç ve bu imkanın varlığını hepimiz biliyoruz. Yeter ki, gerekli adımları atabilelim, gerekli yerlere ulaşalım, kıyıda köşede unutulan kimse kalmasın.
Acının ve sıkıntının büyüklüğü, onu yaşayanla ilgilidir. Evlatlarının dolu bir mide ile sıcak bir odada uyumasını temin edememek, bir anne ya da baba için ne ağır bir acıdır ki, bazen diğer acılar bunun yanında hafif kalır. En sevdiğini toprağa gömen biri için, dünyanın servetleri değerini kaybeder ve acısını paylaşan bir yakın gönülden daha büyük dostluk yoktur.
Acıları paylaşarak azaltabiliyoruz, sevinçleri de paylaşarak çoğaltmak mümkün; şimdi zor zamanlardayız, acıları paylaşarak azaltalım ki zamanı geldiğinde paylaşacak sevincimiz ve paylaşabilecek dostlarımız çok olsun.