İnsan, yalnız başına da hayatta
kalabilir ancak bir hayat sürdüğünü söylemek için başka insanlara muhtaçtır.
Toplumlar kurmak ve birbirine destek, köstek ve sair muameleler vesilesi ile
diğer insanlarla münasebet kurmak ve bunu hayatının sonuna kadar devam ettirmek;
bir hayat sürmektir, sadece hayatta kalmak değil.
İslam’ın inşa etmemizi istediği ve
geçmişimizde örneklerini yaşadığımız toplumun da temel esası, kendi aramızda
iyilikler ve kötülükler konusunda yardımlaşmaktır. İyiliklerin yayılması ve
çoğalması, kötülüklerin engellenmesi ve yok edilmesi, belki de İslam sosyal
hayatının en kısa özetidir.
Mü'min
erkeklerle mü'min kadınlar da birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder,
kötülükten alıkoyar, namazı kılar, zekatı verir, Allah'a ve Rasulü’ne itaat
ederler. İşte bunlara Allah rahmet edecektir. Muhakkak Allah yücedir, hakimdir.
(Tevbe, 71)
Müslüman erkek ve karınların, tıpkı
imtihana muhatap yani mükellef olma hususunda aralarında herhangi bir fark
bulunmaması gibi; iyiliği emir, kötülüğü yasaklama, namazı kılma, zekatı verme
ve tümüyle Allah’a ve Rasulü’ne itaat konusunda herhangi bir farkları ya da
ayrıcalıkları yoktur.
Yine bu konuda her birimiz
diğerlerinin desteğine ihtiyaç duyarız ki, bu da insan olmanın sonucu ve hatta
nimetidir.
İnanmanın temeli ise emin olmaktır.
Hem kelime hem mana olarak mü’min ya da mü’mine, emin olunan ve emin olan
kişidir.
Kadınlar hakkında farklı olarak, onların
bedeni zayıflıkları ve hissi hassasiyetleri sebebiyle, erkekler tarafından bu
emniyete muhalif olarak incitilmelerini, zulme uğramalarını ve onurlarının
çiğnenmesini engelleyici bir çok tedbir alınmıştır.
“Ve
kadınlar konusunda size hayrı tavsiye ederim. Onların canları üzerinde hiç bir
hakkınız yoktur. Onları Allah’ın emaneti olarak aldınız ve Allah’ın kelimesiyle
helal kıldınız.” Veda Hutbesi’nde kadınlarla ilgili emanet kelimesinin geçtiği
kısım kaynaklarımıza göre burasıdır ve her akıl sahibinin fark edeceği gibi
burada bahsedilen eş olarak evlenilen kadındır.
Emanet
kelimesini dilene dolayan bazı bahtsızların sandığı gibi burada kadını
aşağılayan değil aksine, koruyucusu ve hesap sorucusu bizzat Allah olan ve bu
sebeple ağır hassasiyet gerektiren bir emanetten bahsediliyor. Zira emanetin
değeri sahibinin değeri kadardır.
Emanet
ibaresinden hemen önce gelen “nefisleri/canları üzerinde bir hakkınız yoktur”
kısmı özellikle cahiliye devrinde ve halen devam eden canı sıkıldığında
kadınları öldürebilme cüretini engelleyen bir ifadedir. Cahiliye dün ne idiyse
bugün de odur, şeytan ve hileleri geçen onca zamana rağmen ileri gidememiştir.
Neticede;
kadınlar erkeklere karşı zayıflıkları sebebiyle, Allah’ın emaneti olarak
korunmaya alınmış ve olası zulüm ve aşırılıklar kesin olarak yasaklanmıştır.
Allah’ın emaneti olmak ilahi bir iltifattır ve kalbinde iman bulunanı memnun
eder, erkeklerinse hassas davranmaları için dikkatlerini çeker.
Her
vesileyle, bilmedikleri ve bilmemekle kalmayıp düşmanlık etmekten geri
duramadıkları İslam; Allah’ın kadın ve erkek tüm kulları için mutlak adaletin,
dünya ve ahiret saadetinin tek ve kesin yolu, sorunların yegane çözüm
kaynağıdır.
Mükellef
kılmakta bir fark koymayan İslam, suç ve cezalar konusunda da fark görmez.
Zulüm ya da cinayetlerin, dini, dili ve ırkı olmadığı gibi, cinsiyeti de yoktur.
Haramların da cinsiyeti yoktur; kadın yaptığında haram ve ayıp olan, erkek
yaptığında da haram ve ayıptır.
Ne
onların düşmanlığı, ne bizim cehaletimiz ve ne de alimlerimizin acziyeti;
mübarek ve muhteşem fıtrat dini İslam’ın, dünya ve ahiret saadeti için vaz
ettiği nizama gölge düşüremez. İslam nimeti için Allah’a hamd ederiz.