19 Eylül 2022

Bir adamlık hatırası

 Bilen bilir bizim gazete biraz da Genel Yayın Yönetmeni sıfatını taşıyan Yaşar’ın doğal yansıması olarak, bir nevi gariplerin başvuru noktasıdır.

 

Bugün hangi konuyu yazsam, kime ne anlatmaya çalışsam diye düşünürken karşıma bir hatıra çıktı. Belki de anlatmak istediklerimin bir özeti, belki bir darbı mesel olur diye onu yazayım istedim.

 

Bundan tam üç yıl önce, Referans Gazetesi ofisinde rutin muhabbetlerimizden birindeydik. Hamza Mercanoğlu İstanbul’a gideceğinden ve yeni bir başkangıç yapacağından bahsediyorken, Yaşar Yavuz dün gece sosyal medyada dönen dolapları anlatıyordu. 

 

Sekreter birinin geldiğini haber verdiğinde, önce beklesin dedi Yaşar ama sonra bir sevki ilahi ile kapıya yöneldi ve büyük bir adamı karşılar gibi gencecik bir çocukla içeri girdi. Herhalde 12 ya da 13 yaşlarında bir genç çocuktu gelen.

 

Yer gösterdik oturdu, çay söyledik birlikte içmek için. Yaşar işlerinden başını kaldırıp ne için geldiğini sorduğunda çocuk bşraz uzakta kalan kanepeden kalkıp yanımdaki koltuğa oturdu ve anlatmaya başladı.

 

Öksüz ve yetim imişler, 4 kardeş nineye sığınmışlar. Yetim aylıkları bağlanmış ama 1 ekimde başlayacakmış. O güne kadar bir şeyler kazanmak ve kardeşlerinin rızkını temin etmek için ayakkabı boyacılığı yapacakmış. Elindeki malzemelerle bir sandık yapabilmiş ama içine koyacak malzemesi yokmuş!  Lise öğrencisiymiş aynı zamanda ama öğleye kadarmış okulu, öğleden sonra çalışacakmış. 

 

Sözün tam burasında Yaşar mı sordu kendisi mi söyledi hatırlamıyorum çünkü beni vuran kurşun gibi ağır ve çelik gibi kaliteli bir söz söyledi:

 

“28 tl lazım” imiş, sadece 28 tl istiyordu çocuk...

30 değil sadece 28!

 

Onurlu, efendi bu küçük adam, o anda kocaman bir adamlık gösterdi bize. Çalışmak ve kazanmak için lazım olan kadarını istedi, akşama az kalmıştı ya belki o günlük kardeşlerine yemek almaya yetecek kadar da istemişti sanki. Ama hatırlayamıyorum.

 

Delikanlı adamın adını unuttum ama soyadı aklımda; Güneş’ti.

 

Giderken Hamza ile Yaşar kalkıp sarıldılar da ben yerimden kalkamadım. Çocuğun temizlik ve asaleti, adamlık ve efendiliği omuzlarıma çöktü sanki.

 

Mağdur olmak, muhtaç olmak ama onur ve haysiyetle düzgün bir adam olmak ve adam kalarak yardım istemek meğer ne özlediğimiz, hele de böyle bir genç yürekte görmeye ne çok hasret kaldığımız bir şeymiş.

 

Yetim ve öksüzlük o çocuğu erken olgunlaştırmıştı evet ve çok hızlı olgunlaşmıştı ki, yetim aylığı bağlanmadan alnına adamlık bandını bağlamıştı.

 

Şimdi nerededir, ne haldedir bilmiyorum. Allah(cc) ona selamet versin ve insanlara mahcup olmadan yaşamayı nasip etsin.

29 Ağustos 2022

İt ürür, kervan ne durumda?

Doğru ve güzel olanın, yanlış ve çirkin olandan etkilenerek bozulması, engellenmesi, unutulması ya da bir şekilde tedavülden kaldırılması, toplum için ölümcül bir hastalık olduğundan, asıl meseleye odaklanmayı ve dışarıdan yapılan saldırıları umursamamayı tavsiye eden, kelamlardan biridir bu ve malum orijinali; “it ürür, kervan yürür” şeklindedir.

Ortada bir kervan varsa ve yürümeye takati bulunuyorsa, yolu bilen bir rehberi ve güvenli bir yol da varsa, kervan haydi haydi yürüyecektir.

Ne ki; şartların neredeyse tamamı kervanın aleyhine iken, bırakın yürümeyi, kervan varlığını koruma derdine düşmüşken, ürüyen itlere rağmen yola revan olmak pek mümkün olmuyor. Yola çıkmaktan aciz kalan kervan, olan enerjisini de itlere taş atmakla tüketince, geriye nefesi tükenmiş, biraz da hevesi geçmiş, çok iş yapmış kahraman edasıyla sırtını yaslayacağı ilk yumuşak yerde uykuya dalmaya hazır bir topluluk kalıyor geriye…

İyiye, güzele, daha net ifadesi ile hakka aykırı, ne kadar çirkin ses ve soluk varsa, tümünü ürümek fiili ile ifade etmek mümkün. Ürüyenin şekli, şemaili, unvanı, parası ya da cakası çıkardığı sesin ürümek olmasına engel olmaz!

Bizde sık sık, biraz adı duyulmuş olanlar şöhretin sarhoşluğu yahut diyeti olarak, bir kısmı ise onu da şöhret yapsınlar duası olarak, İslam’a, Müslümanlara ve mukaddesatına ürürler.

Bizim piyasamızda özgün “meşhur” pek bulunmaz. Çoğu içine bozuk para atılınca kayıtlı mesaj ya da şarkıları seslendiren oyuncaklar gibiler. Bu yüzden değer yargısı ya da bir erdeme rastlamak mümkün olmaz. Oyuncaktan ahlak mı beklenir, erdem mi?

Bize sunulan şöhretlerin çoğunun bir toplum mühendisliği projesinin ürünü olan plastik oyuncaklar olduğu her hallerinden bellidir. Yüzlerindeki plastik cerrahi izlerinin duygusuz izleri kadar, dillerindeki plastik kalplerinden kaynaklanan ruhsuz sesleri de hemen tanınır.

Asıl mesele, bu basit oyuncaklara önemli kanaat önderi ya da sanatçı diye bakmaktadır.

Bunlar halka dayatılırlar. Sürekli yeni versiyonları üretilerek satışa sunulur. Eskiyen tedavülden kaldırılır ve geri dönüşüme gönderilir. Sonları unutulmak ve kullanılmış kirli kâğıt mendiller gibi bir köşeye atılmaktır.

Şöhretlerinin uzun ya da kısa sürmesinin bir anlamı yoktur. Fabrikalar bazı ürünlerini uzun raf ömürlü reklamlarında kullanırlar!

Oyun ve eğlence diyarı dünyanın kaderi böyledir.

Bizim meselemiz; oyuna dalmak değil, oyunlara gelmemek ve mümkünse, gücümüz ve imkânımız varsa oyunları bozmaktır.

Onların içlerindeki kini fark etmek, unutmamak ve ona göre temkinli olmaktır, hazırlıklı bulunmaktır. Madden ve manen donanımlı olmak, gönülleri doyuran bir idrakin çağrısını en müstesna eser olarak sunmaktır.

Anlamsız şarkıların, değersiz oyuncakların, hak etmedikleri bir değer bulmalarının önüne geçecek olan; zamanı ve mekânı, insanı ve toplumu kuşatan bir manayı, kova kova yangına su taşır gibi gündeme taşımaktır.

Bütün sözleri ve sesleri bastıracak olan kelam, bütün çirkinlikleri ve zulümleri sindirecek olan nizam bizdedir, elimizdedir.

Derin bir nefes alıp, yola yeniden koyulmak için can taşıyan herkes için geç değildir. Can çıkmadan yoldan geri kalınmaz!

22 Ağustos 2022

Muhterem cemaat!

 Bir önceki hafta hasbihal anlamında hocalarımıza açık mektup yazmış ve kendilerinden beklentilerimizi, mümkün olan en açık ve en kibar dille ifade etmeye çalışmıştım.

Hocalarımızdan farklı geri dönüşler aldım. Kimisi memnun olup teşekkür ederken, bazıları da rahatsızlıklarını dile getirdiler. Neticede bir insanın fikir ve sözlerinin farklı değerlendirmelere muhatap olmasından daha normal bir şey yoktur. Bu yüzden her şekilde o yazıyı okunmaya değer gören ve fikrini beyan eden herkese teşekkür ediyorum.

Orada aslında iğneyi hocalarımıza batırmaya cüret etmişken, çuvaldızı kendimize yani cemaate batırmanın da tam vaktidir. Zira hem camiler hem idareleri, hem de görevlileri olan imam ve müezzin kayyımlar, neticede cemaatin dünya ve ahiret saadetini temin etmek amacıyla görev icra ediyorlar.

Yani asıl unsur, asıl konu biziz yani cemaat!

Bu yüzden öncelikle, bu konuda kendi yerimizi doğru bilmek ve algılamak gibi temel bir nokta bulunuyor. Biz din hizmetleri diye özetlenen faaliyetler zincirinin nihai halkası, temel hedef kitlesi ve ayrılmaz parçalarıyız.

Biz kendilerine her sözün başında saygı ifadeleri ile seslenilen ve değeri takdir edilen bir topluluğuz. Muhterem cemaat, aziz cemaat gibi hitapların karşılığı elbette saygı ve dikkatle dinlemek ve sözün güzeline tabi olmaktır. Yani cemaatin de karşılarındaki görevliye aynı şekilde saygı ve titizlikle yaklaşmak gibi bir vazifeleri vardır.

Taşıdığı imamlık sıfatının hakkını veren hocalarımıza yaklaşım ve seslenişimiz mutlaka dini hassasiyetlerle kuşanmalıdır. Kendisinden dünyanın en değerli şeyi olan dinimizi öğrendiğimiz kişiye birazdan daha fazla özen göstermek zorundayız.

İbadetlerin en önemlisi olarak bilinen namazlarımızda öne geçirdiğimiz ve kendisine tabi olduğumu kişilerin kadir ve kıymeti elbette farklı ve özel olmalıdır.

Aynı şekilde namazın cemaatle yani bizimle ikame edildiği mekanlar olan camilerimiz, manen Beytullah olan Kabe’nin şubeleri olarak kabul edilmeli ve madden de inşa ve ihyalarına ayrı bir önem verilmelidir.

Mevcut kanunlarla düzenlenen ve son yapılan bir değişiklikle, ısınma ve soğutma giderleri devlet tarafından karşılanmayan camilerimizin bu alandaki sıkıntılarının farkında olmamız gerekiyor. Hocalarımızın bu ve benzeri konularda yaşanan sıkıntıların, sebep ya da muhatabı olmadıklarını unutmamamız elzemdir. Onların bu alanda sorunları gidermekten ve cemaatini huzur içinde tutmaktan dolayı büyük memnuniyet duyacaklarını bilmeliyiz.

Esasen, birer kamu hizmet binası olan camilerin diğer kamu binalarından ayrı tutularak ısınma ve soğutma giderlerinin karşılanmaması oldukça tuhaf ve garip bir durumdur. Bu konuda güç ve iktidar sahiplerinden hayırlı bir adım beklendiğini de ilave etmek istiyorum.

Mecbur kaldıkları için ya da resmi olarak üst makamlardan kendilerine tevdi edilen görev gereği yardım topladıklarını bilmeli ve toplanan yardımların tutanaklarla doğru yerlere teslim edildiğini, aksi bir ihtimalin bulunmadığını biliyoruz.

Ayrıca camilerin temizlik ve sair bakımlarının nasıl ve hangi zorluklarla temin edilmeye çalışıldığını merak etmeli ve sormalıyız. Varsa bir sıkıntı, şikâyet ederek sorunu büyütmek yerine, yardım ederek çözümü kolaylaştıran olmalıyız.

Mescitlere hizmet etmenin fazileti ile ilgili bildiklerimizin, kendi camilerimiz için de geçerli olduğunu göz ardı etmemeliyiz. Bu mekanları korumak ve bakımlarına yardım etmek, inşalarına katkıda bulunmak ya da giderlerine destek olmak, birer sadakayı cariyedir. Yani kullanılmaya devam edildikçe bize ecir kazandıran ve vefatımızdan sonra amel defterlerimizi açık tutan bir faziletli ameldir.

Camilerde genel edep kurallarının yanında, herhangi bir sebeple mekanı kullananları, Kur’an okuyanları ya da nafile namaz kılanları hatta uyuyanları bile rahatsız etmemeye, mekanın sahibinin misafirlerine, ev sahibinin hürmetine uygun şekilde davranmaya çalışmalıyız.

Camileri sahiplenmeli ve eksik tespit etmekle görevli birer müfettiş gibi davranmaya değil, kendi hanesinin kusurlarını gidermeye çalışır gibi mekanların sorunlarını gidermek için çaba sarf ederek, vefalı bir misafir olmaya gayret etmeliyiz.

Bizler cemaat olarak imamların ya da müezzinleri amirleri değil tabileriyiz. Din işinde en öne geçen bu zatları denetlemek gibi bir görevimiz yoktur. Hele dedikodu ya da fitneye sebep olacak konuşmalardan uzak durmak, sükûnetle ibadet etmekten başka bir amaçla camilere gitmemek gibi noktalara ayrı bir özen göstermeliyiz.

Mesele; dünyada kimin güçlü olduğu ve sesinin çok çıktığı değil, ahirette kimin kurtulacağı ve Allah rızasını elde edeceğidir.

15 Ağustos 2022

Aşırılık Gayeyi İptal Eder

 

Hayat dediğimiz şey, ilahi bir dengenin yürürlükte olmasıdır aslında. Ölüm de onun ayrılmaz parçası. Dengenin bozulmasına biz felaket deriz genelde.

Ayağımızın altındaki yerin dengesi bozulunca deprem, dağların dengesi bozulunca lavlar püskürür sinelerinden ama bunlar da malum ilahi dengenin gereğidirler.

Allah(cc) öyle bir denge ile yaratmıştır ve yaratmaya devam eder ki; neticede her şey O’nun muradı üzere, kıyamete kadar gerçekleşir ve biter. Dünyada denge gerçek anlamda bir kere bozulur ve ona kıyamet deriz ama o da başka bir dengenin; dünya ve ahiret dengesinin kurulması içindir.

Dünyada işlerimiz de benzer bir denge ile olmak zorundadır.

Kendisinde şifa olduğu ayetle sabit olan bal bile aşırı tüketildiğinde zehirlerken, hayatın kendisi ile devam ettiği su, aşırı alındığında öldürür.

Gaye sıhhat bulmak ve sağlıkla hayatına devam etmek iken, bir yiyecek veya içecekte aşırı eksiklik ya da aşırı fazlalık dengeyi bozar ve sonuçları yıkıcı olur.

Aşırı hız kazaya davetiye çıkartmaktır!

Aşırı saygı dalkavukluk, bir şeyi aşırı fazla söylemek boşboğazlık olur.

Aşırı güven, aşırı sevgi gibi aşırı olan her tür duygu insan fıtratını zehirler.

Kendisinde aşırı gidilmesi, bizzat dinin tebliğcisi Muhammed(sas) tarafından yasaklanan İslam, denge dinidir.

Aşırı namaz kılmak ya da oruç tutmak dindarlık değil dengesizlik olur.

Dinde aşırı giden sapıtır!

Burada aşırılıkla ilgili zaruri bir not düşmek gerekiyor. Sünnet üzere dini yaşamak aşırılık değildir, aşırılık sünnetin dışında çıkmaktır. Bu kısa cümlenin teferruatını ehlinden öğrenmek mümkündür.

Aşırılığın güncel hayatımızda bizi nasıl etkilediğine sıklıkla şahit oluruz. Şımarıklık sadece çocuklara has masum bir duygu değildir. Büyükler de fena halde şımarık olabilirler. Bu da onları çekilmez kılar.

Bir işte, konuşmada ya da her ne ile meşgul isek onda, aşırı gitmek muhataplarımızın maksattan uzaklaşmasına sebep olur.

Baksanıza, en eğlenceli ya da insanların hoşuna giden şeylerin bile belli bir dozdan sonrası, bıkkınlık ve sıkıntı oluyor.

Hiçbir insan sürekli ağlayamaz ya da sürekli gülemez. En azından normal insanlar böyledir. Aksi durumda olanlara ya meczup deriz ya da deli.

İnsanların kafasına vurur gibi sürekli bir konuyu gündeme getirmek, o şahsın itibar ve niyetini sorgulatır.

Konunun ne olduğundan çok, insan fıtratının standart tepkisi gibidir, aşırı olandan uzak durmak ve hoşlanmamak.

Bütün mesele, özellikle de din konusunda, neyin aşırılık olduğuna çok dikkat etmektir. Yoksa bir sünneti aşırılık sanmak gibi gafil bir duruma düşebilir insan.

Yine çok önemli olan konu; hakkı ve adaleti dile getirirken bile aşırılığa düşmemeye dikkat etmektir. Zira insanların bizim savunmamız sebebiyle haktan uzaklaşması ya da adaleti terk etmeleri gerçekten büyük bir vebal olur.

Nasıl ki; bir tek kişinin bizim vesilemizle hidayete ermesi, bu dünyada kazanılacak en büyük ecirlerden biri ise; birinin bizim sebebimizle haktan yüz çevirmesi ve küfre düşmesi de o derece büyük bir vebaldir, günahtır.

Davetçi olmakla davacı olmak arasındaki dengeyi korumak, titizlikle üzerinde durmamız ve sıklıkla kendimizi muhasebe etmemiz gereken bir noktadır.

01 Ağustos 2022

Muhterem hocalarım


Sahip olduğunuz ilim ve temsil ettiğiniz makamın hürmet ve kudsiyeti nedeniyle, sizlere nasihat edecek konumda olmadığımı çok iyi biliyorum.

Maksadım sizlerin tebliğ ve irşad anlamında icra ettiğiniz vazifenin aksi sedasının nasıl olduğunu ifade etmekten ibarettir.

Usulümüz gereği; söylediği yahut amel ettiği fetvaların delillerini bilmeyenlere avam denilmesi gerçeğinden hareketle ve İslami hayatımızı oluşturan ana mevzularda bile delilleri bilmekten mahrum olduğumuza göre, kendimizi avam olarak adlandırmakta bir beis görmüyorum.

Yine fehvamız gereği; biz avamın mezhebinin bile siz hocaların fetvasından ibaret olduğunu da biliyoruz. Yani dinimizi, dünyamızı ve daha ötesi ahiretimizi ilgilendiren her konuda sizleri otorite kabul edip, sözlerinizle amel ederek, doğru yapmayı ve sonucunda da kurtulmayı hedefliyoruz.

Öncelikle gerek cami kürsülerinden gerekse farklı mekanlarda söz size düştüğünde, lütfen insanları fırçalamaktan, aşağı görmekten ve avam cehenneme giderken kendisi kurtuluşu garantilemiş, cennetlik mübarek hoca gibi bir görüntü vermekten uzak durun.

Cemaatinize bağırmayın! Allah(cc)’ın Rasulü(sas) asla bağırmadı.

Dini meseleleri şaka ya da espri konusu yaparak cemaatinizi güldürmeye çalışmayın. Rasulullah(sas) bunu asla yapmadı.

Esasen, insanları komiklik yaparak güldürmeye çalışanlar hakkındaki hadisleri sizler daha iyi bilirsiniz.

Vakur olun! Temsil ettiğiniz makam peygamberlerin makamıdır. İzzeti dünyadaki tüm kürsülerden yüksektir. Sizin kürsüleriniz krallarının tahtlarının üstünde durur.

Günahı tasvir etmeyin. Camilerde ya da başka yerlerde, insanlar sizin ağzınızdan çirkinlikleri değil güzellikleri duysun. Günahları men etmek için anlatmanıza hiç gerek yok, onu hepimiz çok iyi biliyoruz zaten.

İnsanlara kızmayın. Sizin meşrep ya da haleti ruhiyenizi idare etmek zorunda değiliz. Moraliniz bozuksa karşımıza geçip sinirinizi bizden çıkartmayın. Karakteriniz güzel söz ve hikmetle insanlara Allah(cc)’ın dinini anlatmaya müsait değilse gidin başka bir meşgale bulun, bırakın bu işi.

Kendinizi sürekli geliştirin. Mesleği hakkındaki son gelişmelerden haberdar olmayan marangoz gibi, insanlar plastik pencere yapmanızı beklerken onlara odun doğramayın.

Mutlaka ve eksinlikle, insanların en çok Kur’an okuyanı ve akıbeti hakkında en çok endişe duyanı siz olmalısınız. Zira kişinin ahiret endişesi bilgisi kadardır. Hatta iman bile bilgiyle artar. Sizde bunu görmek, bizi vaazlarınızdan çok etkileyecektir.

Az yiyin sayın hocalarım. Dolu mide ile vaaz ve nasihat için karşımıza gelmeyin. Dünyayı içine doldurmuş bir gönlün bize ahireti anlatmasında arızalar oluyor ve bu hissediliyor.

Az uyuyun sayın hocalarım. Bu dünyaya dinlenmek, uyumak ve semirmek için gelmediğimizi sizde görelim. Yüzünüzde bir yorgunluk olsun, geceden kalan. Halinizde bir ağırlık olsun, işi vaktinden çok olan bir adam gibi.

Örnek olun muhterem hocalarım, önder olun Müslümanlara. Zamanımız internet devridir. İstediğimiz bilgiyi, istediğimiz tonda bir hocadan dinleme imkanımız var ama online vaazların sahipleri örneklik edemiyor, size düşüyor bu vazife.

Yüzünüz gülsün muhteremler. Bu insanlar sizi temsil ettiğiniz manviyat sebebiyle seviyor. Siz de onları sevin ve sevdiğinizi gösterin. Karşılarında olmakla aldığınız sorumluluğun farkında olduğunuzu ama bu makama layık görülmekten ve bu iş ile meşgul edilmekten dolayı memnun ve mesrur olduğunuzu görelim.

Birbirinizin aleyhinde konuşmayın. Avamın hoca yarıştırmasına yol açacak tuhaf rekabetlere girmeyin. Bu sizdeki ihlasın çürüdüğünü ve bize vereceklerinizin de bizi zehirleyeceğini gösterir.

Sizden ve bizden önceki güzel insanlar, muarızlarının imanlarını korumak için, iddialarında yanılmayı ve haksız çıkarılmayı tercih ederlerdi. Sizler ise insanları dinin dışına itmekle veya dinsizlikle itham etmekle değil, dine davet etmekle vazifelisiniz.

Bırakın sizin namınız değil, Allah(cc)’ın adı yücelsin!

Bırakın insanlar, felan hocanın cemaati olarak değil, sadece Müslümanlar olarak anılsınlar.

Bırakın kalabalıklar sizi alkışlamasın ama Allah(cc) razı olsun.

Ardında ümmeti olmadan dirilecek peygamberlerin olacağı ahiret gününde cemaatinizin kalabalıklığının sizi kurtarmayacağını unutmayın.

Unutmayın sayın hocalarım; siz ve biz son nefese kadar imtihandayız ve kurtulanlardan ya da helak olanlardan olup olmadığımızı bilmiyoruz. Siz de bilmiyorsunuz.

Hakkınızı helal ediniz…

25 Temmuz 2022

İyi günde ve kötü günde...

 Hayatın getirdiği şartlar ve sahip olduğumuz imkanlar nispetinde sürekli birbirimizle münasebet halinde olmaya mecbur edilmiş canlılarız. Hatta herkesten uzaklaşıp yalnız başına bir köşeye çekilerek yaşayan nadir kişilere, biraz kafası kırık gözüyle bakarız.

İşte bu düzende, iyi ya da kötü zamanlarımızda, hastalıkta ya da sağlıkta, mutlulukta ya da hüzünde hep birileri bizimledir. Bunlardan bir kısmı gönüllüdür, aile ve akraba gibi. Her koşulda yanımızda durmaları beklenir. Bir kısmıı ise profesyoneldir ve bize sunduğu yakınlık bir ücrete tabiidir.

Aile ve yakınlarımızın sunduğu gönül dolusu yakınlığı istismar etmek ne kadar abes ise, profesyonel hizmet veren kişileri de aile yerine koyarak aynı özveri ve içtenliği beklemek de o derece gereksizdir.

Bu girişten sonra sözü sağlıkçılara ve gündeme gelen saldırı, şiddet ve kavgalara getirmek istiyorum.

Önce şu konularda bir anlaşalım:

Doktorlar büyücü değildir ve dokunduklarına şifa veremezler. Esasen böyle bir şifa metodu da ancak ilkel kalmış kabilelerde beklenir.

Doktorlar firavun değildir ve dilediklerini öldürmek, dilediklerini hayatta tutmak gibi bir güçleri yoktur. Esasen böyle bir güç firavunda da yoktu.

Tedavi ve sair yöntemlerin hiçbirinin yüzde yüz başarı garantisi yoktur. Öyle olsaydı insanlar ölüme çare bulurlardı. Esasen ölüme asla çare bulunamayacağını her Müslüman ve aklı başında insan bilir.

Sağlıkçılar melek değildir ve her insan gibi dertleri, sorunları olabilir. Çalışma şartları sebebiyle hata yapmaya yatkın olabilirler. Esasen her insan kadar sağlıkçıların da hata yapma şansı ve ihtimali vardır.

Bu hata bir cana da mal olabilir ki, işin en dayanılmaz boyutu bu noktada başlar. Artık niyeti iyileştirmek olan bir insanın kadere hükmetme gücü olmadığını hatırlamaktan başka çare yoktur.

Hata yapan her meslekten insana nasıl muamele ediliyorsa sağlıkçılara da öyle yaklaşmak gerekir. Yani hukuken ve mesleki etik bakımından yerkililer gerekeni yaparlar ve olası tekrarları önlemek adına, hata edene varsa hak ettiği cezayı verirler.

Vakıa öyledir ki; sağlık personeli arasında da her meslekte olduğu gibi işini yapmayan, ciddiye almayan,  savsaklayan hatta mesleğine ihaanet edenler vardır ve olacaktır.

Hemen hepimizin şahit olduğu garip tavırlar, kötü muamele örnekleri, öyle ya da böyle olmuştur. Marifet, o anlarda erdemini korumak ve kötülüğü iyilikle savmaya çalışmaktır. Aksi halde içinden çıkamadığımız şiddet döngüsüne bir katkı sağlamamız işten bile değildir.

Öfke insan ile aklı arasına giren kalın bir perdedir ve karanlıktır, felaketlere yol açar. Bunu öyle tepeden bir tespit olarak değil, yaşanmış bir tecrübe olarak söylüyorum. 

Bugüne kadar öfkeyle adım atıp karlı, faydalı ya da yararlı bir sonuç elde ettiğimi hiç hatırlamıyorum. Aksine kırıp dökmenin sadece pişmanlık ve vebal getirdiğini gördüm.

İnsanların ölüm gerçeğini kabullenmesi, Müslümanların ecel hakikatine yeniden iman etmesi yaramıza merhem olabilir.

Doktorları kabile büyücüsü zannetmek ya da doktorların kendilerini firavun sanmaları felaketimiz oluyor.

Biz bilir ve iman ederiz ki; yaşatan ve öldüren yalnız Allah(cc)’tır. Hasta eden ve şifa veren, şifa vesilelerini yaratan ve ehil kullarına öğreten de O’dur. Doktorlar ve tedaviler vesiledir, akıbeti ise ancak O’ndan biliriz..

18 Temmuz 2022

İnsandan geriye kalan hatıra

 İnsan evladı dünyaya geldiği andan, terki diyar ettiği zamana kadar hayattadır. Bir hayat sürer ancak ne kadar yaşar ya da yaşamaz, orası kişiden kişiye değişir.

Ömür dediğimiz şey, nefes alıp vermeye devam ettiğimiz zaman dilimini kapsarken, kendimizin bile yaşadık diye hissettiğimiz süre, bundan çok kısadır.

Uykuda hayattayızdır ama rüyadan başka bir şey yaşayamayız. Boş boş uzaklara dalıp gidenler de hayattadır ama yaşadıkları bir şey yoktur.

Ömrünü sair canlılar gibi yeme, içme ve benzeri ihtiyaçları görmekten ibaret bir süreçle geçiren herkes de hayattadır ama yaşadığı söylenemez pek.

İnsanı değerli kılan, yaşadığı hayata bir anlam kazandıran, iç dünyası dediğimiz ruhunun sükûnetini sağlayan, gönlünün huzurunu temin eden şey; diğer insanlara ve mahlukata ve hatta genel adıyla aleme ne kattığı ne fayda sağladığı ne kadar birilerini mutlu ettiği ile alakalıdır.

Hiç kimse tek başına ve sadece kendisi için yaptıkları ile yerleşik bir huzurun, neşe veren bir mutluluğun sahibi olamaz. Aksine başkalarına verdikçe kazanılan ve çoğalan bir şeydir saadet!

Öyle ki, egoistlikte zirveyi bulan ve artık bencillikte bir marka haline gelen insanlar bile, bu anlamsız hali devam ettirebilmek ve bununla yaşayabilmek için başkalarına ihtiyaç duyarlar. Diğerleri olmadan benliğin bir anlamı ve hatta ifadesi bile yoktur.

Sen ve o olmasaydı, ben diye bir zamirin dile girmesine ihtiyaç olmazdı.

Varlık ve ifadesini muhtaç olduklarına saygı duymak ise herhalde normal bir kişiliğin en doğal sıfatıdır.

Anne ve babalardan başlayarak, aile ve akraba, komşu ve hemşeriler, vatandaşlar ve ümmet gibi giderek genişleyen ve bizi var eden, varlığımıza bir anlam kazandıran, devamını sağlayan herkese saygı duymak ve sorumluluklarımızı yerine getirmek erdemlerin en vazgeçilmezidir.

Çok sevilen bir baba olabilmek için önce bir çocuk olması gerekiyor.

Çok başarılı bir iş adamı olmak için önce nitelikli eleman gerekiyor.

Çok iyi devlet adamı olabilmek için önce erdemli bir halk gerekiyor.

Çok iyi bir Müslüman olmak için önce ümmet gerekiyor.

“Yumurtanın mı tavuktan, tavuğun mu yumurtadan olduğu” paradoksunun anlamsızlığı gibidir bu cümlelerin sağlaması. Cevabı da basittir bu çıkmazın. Allah(cc) tavuğu yarattı ve ona yumurtlayarak çoğalma fıtratı verdi. Bize de o yumurtayı leziz ve faydalı bir yiyecek kıldı.

Allah(cc) bize hidayet etti ve Müslüman kıldı. Müslümanların oluşturduğu birliğe ümmet adını O verdi. Bizi bu büyük aileye mensup olmak şerefiyle onurlandırdı. Ümmeti Müslümanlar oluşturuyor ve fakat ümmet olmadan da Müslümanlık yaşanamıyor. Ümmete mensup olmanın meyvesi olan kardeşlik ise, gönüllerin en değerli gıdası olarak hayatımızdaki vazgeçilmez yerini aldı.

Bizden geriye gerçekten kalan ise, ne maldır ne evlat! Ancak ve sadece unutuluncaya kadar devam edecek olan bir hatıra… Bunun güzel mi çirkin mi olacağını biz belirliyoruz. Mallar ve evlatlar ancak bu hatıranın doğru yerinde ve doğru şekilde yer alırlarsa bir anlam ifade ediyorlar.

Ahirette kimlerin evladı olduğumuzun bir karşılığı olduğunu mu sanıyorsunuz?

Orada işler sandığımız gibi ya da dünyada alıştığımız gibi yürümüyor. Nasılını anlamak ve anlatmak için ise köşe yazıları değil asırlardır söylenen, okunan ve yazılan her şey ancak yetiyor.

İnsanlara bu idraki kazandırmak için yeni şeyler söylemek gerekmeseydi ilim 1400 yıl önce sona ererdi.

Hariçten gazel okumak; Suriye ve Filistin

  Hızlı zamanlarda yaşıyoruz. Günlük hatta saatlik değişimler, olaylar ve bilgiler su gibi hatta esen bir yel gibi akıp duruyor. Bu haber ve...