03 Eylül 2011

Ben kimim?

Kendini bilmek ve kim olduğunun farkında olarak yaşamak, kişisel muhasebe gibi erdemli karakter tavrının olmazsa olmaz ilk adımıdır! Kimlik tayini eğerüçüncü şahıslar tarafından yapılırsa taraflı yahut sonuçta ‘hariçten gazel okuma’ şeklinde olacaktır. Birilerine ‘sen şusun, busun’ gibi yakıştırmalar yapmak genellikle insanlararası kopmaların, ayrışmaların ve hatta kavgaların başlangıç noktasıdır. Bu konuda ‘inanç’ noktasında hüküm vermek ise vahim sonuçlar doğurabilmektedir. Bu yüzden buyrun kendimize bakalım.

* * *

Ben kimim? Kimliğim, sıfatım ve karakterim nedir? Ve bunlar gerçekten üzerimde varolan sıfat ve haller midir yoksa başkalarını avuttuğum ninniler midir?

Kafir ; Hakk’ı ve hakikati yani Allah(cc)’ı ve onun dinini reddeden, inkar edendir.

Allah katında canlıların en kötüsü kafir olanlardır,çünkü onlar iman etmezler. (Enfal – 55)

Onlar ahireti de inkar ederler (A’raf – 45)

Münafık ; içten içe kabullenmediği ve inanmadığı halde insanlara kendini mü’min olarak takdim eden ve müslüman gibi yaşayandır.

İnsanlardan bazıları da vardır ki, inanmadıkları halde Allah’a ve ahiret gününe inandık derler. (Bakara – 8 )

Fasık; günahları açıktan işleyen, işlediği günahtan sıkılıp mahcup olmayan müslümanlara denilir.

Allah’ı unutan ve bu yüzden Allah’ın da kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın, işte onlar fasıkların ta kendileridir. (Haşr – 19)

Müslüman ; teslim olan demek olup, islamın gereklerini yerine getiren kişidir. Hem iman edip salih amel işleyenler için kullanılır hem de genel olarak islama mensubiyet bildirir. Ancak pratikte iman kalbine yerleşmediği halde islamın gücü karşısında boyun eğip, müslümanlardan olmayı kabul edenler için de kullanılır.

Araplar iman ettik dediler, de ki; ‘siz henüz iman etmediniz, fakat deyin ki, biz müslüman olduk’ iman henüz kalplerinize girmedi. Eğer Allah'a ve elçisine itaat ederseniz, Allah işlerinizden hiçbir şeyi eksiltmez. Çünkü Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir. (Hucurat – 14)

Mü’min ; inanılması gerekene gerektiği gibi inanarak mutlak bir kabul ve tereddütsüz bir onay ve ikrar ile ilan halidir.

Mü’minler ancak şu kişilerdir ki, Allah’a ve Rasul’üne iman eden ve sonra da asla şüpheye düşmeyen ve Allah yolunda malları ve canları ile cihad edenlerdir. İşte bunlar sadıklardır. (Hucurat – 15)

Muttaki ; takva sahibi demektir. Takva, helal ve haram sınırlarına dikkat etmektir. İslamın emir ve yasaklarına uygun bir hayat yaşama halidir.

Kim ahdini yerini getirir ve takva ile yaşarsa muhakkak ki Allah muttakileri sever. (Al-i İmran – 76)

Muhsin ; Allah’ı görüyormuş gibi yaşayan ve amel eden kişidir ki, o Allah’a görmese de Allah’ın onu gördüğünü bilir.

Elbette ki, yüzünü Allah’a teslim eden ve muhsin olan için Rabbinin katında ecir vardır, ve onlara korku yoktur ve üzülmeyecektirler. (Bakara – 112)

Veli; Allah dostudur, Evliya ise veli kelimesinin çoğuludur yani Allah dostları demektir. Evliya tabiri tasavvufta bir makamı belirtmesi sebebi ile Kur'an-da kullanıldığı anlamlar unutularak veli ve evliya kelimeleri de mukaddesleştirilmiştir. Halbuki Kur'an, 'iman edenlerin birbirlerinin velisi olduğunu' (Enfal-72) ve 'Allah'ın da onların velisi olduğunu' (Bakara-257) ilan etmiştir.

Dikkat edin, muhakkak ki Allah’ın evliyasına korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir. (Yunus – 62)

* * *

Şimdi başkalarına bırakmadan bir an önce kendimiz hakkında kararı yahut hükmü kendimiz vermek durumundayız ki, birileri bizi olmadığımız ve olmak istemeyeceğimiz isim ya da sıfatla anmasın!.. Kendimizi bir isme ya da sıfata izafe ettiğimiz takdirde onu öyle alenen ve sağlam taşıyalım ki, tereddüte mahal kalmasın. Öyle bir duruşumuz olsun ki, birileri bizi yaftaladığı zaman o yafta gerisin geri sahibine dönsün.

Kendimiz kadar muhatablarımızı da doğru tanımak için ve doğru muamele etmek için bu sıfatlara ihtiyacımız var. Kimseyi olmadığı bir şekilde sıfatlandırmak ya da olduğu hali reddetmek değildir işimiz.

Meşhur sözdür, ‘biz davetçiyiz, kadı değil’.. Ağızlarımızın büzülmesi için ip bağlanası torbalar olmadığını unutmamak gerekir. Birileri hakkında konuşacaksak ve eğer söyleyeceklerimiz doğru ise ğıybet, yalan ise iftira sözkonusu olacaktır. Kur’an-ın ifadesi ile, ‘sizden biriniz ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı?’ (hucurat – 12) yani ğıybet bu kadar tiksindirici bir şeydir. İftira ve yalan ise imanla birarada bulunması düşünülemeyecek en büyük günahtır.

- Namaz kılmayan adama kafir diyemeyeceğimiz gibi, kendini salt ve saf  ‘müslüman’ tanımlamasını da kabul edemeyiz.

- İçkimi de içerim namazımı da kılarım diyen adamın veya tesettürsüz gezmekten çekinmeyen kadının sıfatı mü’min ya da müslüman değil fasıktır. Ama bu ve benzeri günahları gizli işleyen kişiler hakkında kimse zanlarla birşey söyleyemez.

- Benim de babaannem de örtülü idi demek tesettürsüz yaşamanın delili olamayacağı gibi, babaannesinin örtüsü kimsenin imanına işaret olamaz.

- Bir kişinin iman iddiasını reddebilmek ve ona kafirdir demek için alenen inkarına şahit olmamız gerekmektedir.

- Salih amel ya da ihsan üzere yaşamayı ‘iyi işler yapmak’ olarak algılayarak benim de kalbim temiz, kimseye bir kötülüğüm dokunmuyor şeklinde değerlendirerek ‘muhsin’ olmak mümkün değildir.

- Evliyadan olmak için illa da bir tarikatta şeyh olmak gerekmediği gibi, her ak sakallı dede de Allah dostu olmayabilir.

Ramazanlar gelir geçer, bayramlar da... ama geriye bir adım öte taşınmış bir iman ve gönlünün derinliklerinde tereddütsüz bir teslimiyet ile kalmaktır asıl marifet. Vesselam

Ufuk Gazetesi - Eylül 2011

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Hariçten gazel okumak; Suriye ve Filistin

  Hızlı zamanlarda yaşıyoruz. Günlük hatta saatlik değişimler, olaylar ve bilgiler su gibi hatta esen bir yel gibi akıp duruyor. Bu haber ve...