06 Nisan 2012

Bahar(!) neden Suriye'ye gelemedi?

Hepimizin duya duya bıktığı sözlerden biri ile başlamak istiyorum:

'Filler savaşır çimenler ezilir, develer kavga eder karıncalar ezilir.'

Elbette değişik versiyonlarından birini de duymuş olabilirsiniz ancak hakikatte anlattığı mevzu değişmiyor. Dünyanın gördüğü bunca kanlı katliam ve savaşların özeti kabilinden bu cümle ile bakalım olaylara biraz ve karıncaları ezen develeri de hiç değilse görelim.

Arap baharının çok öncesinde Irak işgal edildiğinde ne Çin ne de Rusya karşı çıkmadıkları ya da sessiz kalarak onadıkları için Baas rejimi ve mimarı Saddam bütün tahminleri alt-üst ederek adeta tek kurşun atmadan ülkesini teslim etmişti. Bu işgalden sonra yaşananları hiç kimse tam olarak anlamdıramadı. Irak kan gölüne döndü ve hala bu felaket devam ediyor. Kim kimi neden öldürüyor eminim bizzat bombaları patlatanlar kadar o emirleri verenler de bilmiyor. Geçtiğimiz günlerde yayınlanan bir raporda geçen mart ayının işgalin başlamasından bu yana en az ölüm yaşandığı ay olmasına insanların sevindiğini ve aslında bu sevinilen ölümlerin 112 kişi olduğunu okuyunca geldiğimiz noktanın insan genzini yakan bir barut kokusu ve damaklarında kalan ölüm tadı olduğunu, aslında ateşin bu konuda düştüğü yeri yaktığını farkediyorum. Bir ay içinde yaralılar bir yana resmi ölü sayısı 112 ve buna seviniyor insanlar... Ve bu ölümler silahlı ya da bombalı saldırılar sonucu yaşananlar, işgalin getirdiği diğer olumsuzlukların sonuçlarını zaten kimse bilmiyor ve bilmek te istemiyor.

Gerek Irak ve gerekse Afgan işgallerinin hesabını soracak bir kuvvet yok gibi görünüyor. Ancak bu işgallerden en büyük dersi de küresel zalimlerin aldığını ve artık işgal gibi masraflı bir işten vazgeçtiklerini ya da vazgeçer gibi yaptıklarını görüyoruz.

Bu noktada model ülke olarak kendisinden bahsedilen Türkiye'nin II. Dünya Savaşı sonrasından bu yana ne tür bir model olduğunu düşünürsek yakın gelecekte düzenlenecek onların diliyle 'ortadoğu' bölgesinde hedeflenen yapıların ne olduğunu anlamaya başlarız.

1960'tan bu yana darbelerle ve müdahelelerle ama hep onların istediği çizgide yürüyen Türkiye modelinin hızlı bir şekilde Kuzey Afrika'dan başlayarak Suriye'ye kadar gelişine hepimiz şahitlik ettik. Fakat ne olduysa orada bir tıkanma yaşandı. Tunus ve Mısır başarısının ardından yaşanan ve tıkanıklık büyük ihtimalle baharda açacak çiçeklerin tohumlarını besleyenlerin de hesap etmediği bir şey idi. Görünürde Çin ve Rusya engeline takıldığı lanse edilen ama yine de inanmakta haliyle zorluk çektiğimiz bir durum.

Libya'da tıkanıklığı kısa sürede aldıkları kararlarla anında silahlarla açıveren küresel güçleri bu defa durduran nedir? Suriye'de yaşanan sivil katliamlarının onlara yeterince kanlı gelmediğini düşünmüyoruz. Ya da iran ve Suriye arasındaki ortak savunma ve karşılıklı saldırıları kendine kabul etme anlaşmalarının etkin olduğunu düşünürsek işin içince İran korkusu da var diyebiliriz. Ve tabii ki bunların da üstünde Akdeniz'e gönderilen Rus savaş gemilerinin rolü de öne çıkıyor. Bütün bunlar alt alta yazıldığında Suriye'ye dış müdahele ihtimali oldukça azalıyor.

Bu noktada bütün hamasi açıklamalara rağmen Türkiye'nin henüz kendi başına bir karar alabilecek kadar 'ergen' bir ülke olmadığını hepimiz biliyoruz. Öyle bile olsa iç karışıklıklar sebebiyle komşusuna müdahele etmek yani alenen savaş ilanı kolay bir karar değildir. Hele de Türkiye'nin sahip olduğu geçmişe ve mevcut şartlara sahip bir ülke için bugün gelinen noktanın henüz ergenlik çağı olabileceğidir.

Suriye'ye gelenin bahar olmadığı artık iyice netleşti. Orada yaşananların kimin planladığı ya da planlamadığı olaylar olduğunun hiçbir önemi kalmadı. Zira işgal atlındaki Irak ile Suriye arasında şu an fiilen bir fark kalmadı ve her gün insanlar ölmeye devam ediyor.

Suriye'ye müdahele edilmesini gerektiğini söyleyen herkes biliyor ki bu ancak Nato şemsiyesi altında mümkün olabilecek. Suriye'ye müdaheleyi bir yana bırakın Esed rejiminin desteklenmesi gerektiğini düşünenler 'Natocu' olmakla suçladıkları zümreye henüz bir başka çözüm önerisi sunamadılar. Onlara göre bırakılmalı ve Esed bir şekilde yeniden ülkesinde otoriteyi sağlamalı. Bunun maliyetinin kaç bin insanın kanı olacağıyla ilgilenmiyorlar. Nasılsa ellerinde çok güçlü(!) bir argüman var.

'Nato bir işgal gücüdür ve Abd menfaatlerini müdafaa eder.' Öyleyse bırakalım Esed öldürsün. Afganistan'a girdiler sonuç ortada, Libya'ya müdahele ettiler sonuç yine ortada. Suriye'ye müdahele edilirse durumun farklı olacağını neden düşünelim? Gayet haklısınız. Nasılsa konuşanlar olarak seyretmekten başka birşey yaptığımız yok o halde seyretmeye devam edelim.

Bize düşen hiç değilse zalimden yana olmamak ve hiç değilse zalimlere meyletmemektir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Hariçten gazel okumak; Suriye ve Filistin

  Hızlı zamanlarda yaşıyoruz. Günlük hatta saatlik değişimler, olaylar ve bilgiler su gibi hatta esen bir yel gibi akıp duruyor. Bu haber ve...