09 Mayıs 2012

İslam ‘yara bandı’ değildir

Sorunlar ve çözüm arayışları insan hayatının neredeyse tamamını kapsayan bir durumdur. Hatta hayatın kendisi bizzat dünyada olma sorununa çözüm bulmaktan ibaret olduğu gibi, ahirette nereye gideceğin hususunda da bir çözüm ve yol izleme yeridir. Ancak ölündüğünde biten bir yığın sorunlar yumağı olan hayatın en muhteşem sorun çözme yöntemi hiç kuşkusuz ‘din’dir.

Başımıza gelen işlerin ve karşılıklarını bulamadığımız soruların cevabını bulmakta en kolay metodumuz dine müracaattır zira her konuda en doğru çözüm hazır beklemektedir bizi. Bu iman ehli için olmazsa olmaz ve aslında çok normal bir davranış şeklidir. Ancak ‘araf’ta kalanlar da bir çok sorunlarını ve çıkmazlarını din ile çözmeyi severler. Bunun pek çok sebepleri varsa da en tutulan sebep dini çözümlerin toplumsal kabulünün kolaylığındandır. Zira imanın hakikatını elde edemeyen bir fert için toplumsal kabul oldukça önemlidir.

İman edenler zaten bir emir ve gereklilik olarak gerek şahsi meselelerini gerekse kendi sosyal münasebetleri sebebiyle karşılaştıkları meseleleri Allah’a ve Rasul’üne götürürler. Bu anlayışın hakim olduğu bir toplum da yine olası sorunlarını aynı metodla çözüverir. Bu işin teorik kısmıdır ve pratikte böyle bir-iki cümle ile ifade edildiği kadar kolay olmadığını tarihi tecrübeler ve günümüz dünyası bizlere göstermektedir. Fakat her halukarda işin aslı budur. Pratik bozukluklar temel değerleri ve kuralları değiştiremez.

Toplumsal alanlarda ortaya çıkan sorunlar da aynı şekilde çözülebilecektir. Ancak günümüz dünyasında hem ferdi hayatında hem de sosyal hayatında tam olarak İslami bir yaşantı kurmakta zorlanan müslümanlar, içinde yaşadıkları gayr-i müslim toplumların doğal olarak sahip olduğu pek çok sorunu İslam ile çözmeye çalışıyorlar.

Henüz kendi yaşantısında oluşan zıtlıkları ve çatışmaları bile bitiremeyen bir çok müslüman hasbelkader içinde bulunduğu toplumların büyük bir kısmı sadece Allah’ın sınırlarının çiğnenmesiyle ortaya çıkmış sorunlarını Allah’ın dini ile çözmek gibi bir gayrete girmiş olmalarını anlamak mümkün görünmüyor.

Bunun Hollanda bazında en kolay anlaşılır örneği, alkol ve uyuşturucu gibi mutlak yasak olan şeylerin serbestçe tüketildiği bir toplum yapısında aldıkları eğitim ve yaşadıkları çevre gibi sosyal etkenlere yenik düşen müslüman gençleri bunlardan uzaklaştırmak için devletin cami veya imamlardan destek isteyerek dinin yasaklarını gündeme getirmeleridir. Bunu onlar yaptığında durumun saçmalığını daha kolay farkediyoruz. Hem serbest bırakacaksın gençleri ve her türlü mel’anete bulaşmalarına imkan ve ortam hazırlayacaksın, sonra da iş içinden çıkılmaz duruma gelince ‘yetişin, yardım edin’ diye, aslında hiç te dikkate almadığın ve ilgilenmediğin bir dini çağıracaksın.
Benzer bir durum Hollanda gibi gayr-i müslim olmayan ve hatta halkının %99’u müslüman olan ülkelerde de –örneğin Türkiye- yaşanmaktadır.

Basit bir örnek, ‘fuhşu’ bir meslek olarak gören ve bundan vergi alan devlet aynı anda maaş vererek çalıştırdığı imamlar diliyle insanlara zina etmenin dinen yasak olduğunu anlatmaya çalışıyor.

Bu gibi tenakuzlar farkında olarak ya da olmayarak biz müslümanların da içine yerleşiyor ve yaşanan gayr-i İslami hayatın/düzenin getirdiği sorunlara İslami çözümler üretmek için kafa patlatıyoruz.

Elbette İslam’ın çözümleri parça parça bile uygulansalar o alanlardaki sorunlara varolan en güzel çareler olarak ortaya çıkarlar. Ancak hakim hayat düsturunun gölgesinde kullanılacak İslami çareler daha çok mevcut tarzın/düzenin devamına payanda olarak kullanılmış olacaktır ki, İslam yekpare bir nizam iken onu çok daha aşağılarda yer alan birtakım düzenlerin/ideolojilerin destek olarak kullanmasına göz yummak, izin vermek ve hatta bizzat bunu kendin yapmak müslüman için derin bir gafletin ve büyük bir utancın alametidir.

Gerek fikir, gerekse sosyal hayat olarak tıkanan ve artık kendini tüketmeye başlayan günümüz ‘cahiliyye’ toplumlarının onlarca hatta yüzlerce yıldır öğüttüğü nesillerin ve toplumların kokan kalıntıları artık hiç bir parfümle ya da makyajla yüzüne bakılır bir hale gelemeyecek kadar çürümüştür.

Barındırdığı etnik ya da kültürel yapıları bunca zamandır kültüründen ve kimliğinden koparmak için gayret eden, ortaya ‘ucube’ bir toplum çıkmasını öyle ya da böyle sağlayan bir devletin, yine kendi oluşturduğu toplumsal düşmanlıklar ve etnik kavgalar karşısında tükenen enerji ve çıkış yollarının sonunda ‘İslam kardeşliği’ gibi bir argümanı yıkıntı ve döküntülerine ‘yara bandı’ niyetine veya ‘yama’ niyetine kullanmaya kalkması ve dahası buna müslümanların da alkış tutması ve bu yaklaşımdan İslam ve müslümanlar adına ‘izzet’ beklemesi ne garip bir haldir.

Olması gereken ya da asgari planda müslümanların dillendirmesi gereken şey, bu dinin topyekun olarak özgürce uygulanması ve toplumsal hayatın her yanına ve her köşesine yetkin ve etkin olarak yerleşmesi gerektiğidir. Ancak böylesi bir ortamda gerek kardeşlik ve gerekse diğer kişisel ve sosyal boyutları ile ‘İslami çözüm’den bahsetmek mümkün olacaktır.

Bir diğer deyişle İslam’ın sosyal hayatta birebir uygulanmadığı bir ortamda; örneğin, bütün kurumları ile ekonomiyi İslam’ın düzenlemediği bir toplumda, hırsızlık yapanlara İslami bir ceza vermeye kalkışmak adalet olmayacaktır. Bu diğer İslami cezalar için de geçerli genel bir durumdur. Önleyici tedbirlerini İslam’ın almadığı bir halin sonucunu İslam ile bitirmeye çalışmak anlamsızdır.

Az önceki hırsızlık örneğini açarsak, kişilere helal dairesinde bütün imkanları sunan, zekat ve sadaka gibi müesseselerle kimseyi insani temel ihtiyaçlar konusunda mağdur etmeyen, ‘beyt-ul mal’ ile ekonomik destekler sunan, işyeri açmaktan tutun evlenmeye kadar yardımlar yapan, adil bir mal dağılımını sağlayan ve çalışanların emeklerinin karşılığını hem de en hızlı şekilde aldığı bir toplumda hala hırsızlık gibi adi bir işe bulaşan adam elbette cezanın alasını haketmiştir ve verilmelidir.

Aynı şekilde, bulunması gereken temel insani hak ve hürriyetlere sahip, yani; canı, aklı, nesli, malı ve dini koruma altına alınmış bir halk ta dünyevi anlamda sağlanabilecek en sahih yaşama alanına sahip olmuştur. Bu 5 temel esas geniş ve sağlam bir şekilde korunduğunda insanların bütün ihtiyaçlarına ve sorunlarına cevap verilmiş olacağı İslami, tarihi ve insani bir gerçekliktir.

Tabii ki bunları kendi içinde açarak anlamak gerekir. Örneğin canı korumak için gerekli bütün şartlar hazırlanmalıdır ki, can korunuyor diyebilelim. Yeme-içme hususundaki helal ve temizlikten başlayarak bütün sağlık hizmetleri bu kategoride ele alınabilir. Aynı şekilde nesli korumak için de bütün gerekli eğitim olanak ve ortamları ile haramlardan arındırılmış sosyal hayat ve hatta İslam’a aykırı olmayan adetlerin yaşanabilmesi ve elbette dil ve kültür korunmalıdır ki insanların nesilleri korunmuş olabilsin.

Bu ayrıntılar genişletilerek ele alınmalı ve bulundukları toplumların sorunlarına İslami çözüm sunma gayreti gösteren müslümanlar ‘etrafına cami ve ağyarına mani’ bir nizam olan İslam’ı topyekun savunmalı ve ortaya koymalıdırlar.

Ufuk Gazetesi - Mayıs 2012

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Hariçten gazel okumak; Suriye ve Filistin

  Hızlı zamanlarda yaşıyoruz. Günlük hatta saatlik değişimler, olaylar ve bilgiler su gibi hatta esen bir yel gibi akıp duruyor. Bu haber ve...