16 Eylül 2013

Aleviliği Alevilere Bırakalım mı?

İslam; Kur'an ve sünnet ile va'zolunan, selefimizin icması ve kıyasları ile fıkholunan dinin adıdır. Bunlarda bulunmayan dinden değildir. Bu cümleyle kısaca özetlediğimiz aslında bu dinin usulünü ifade eder. Yani bir konuda İslam'ın hükmü bu yollarla çıkarılır ve uygulanır. Herhangi bir konu hakkında İslam'ın hükmü nedir sorusunun cevabını bulmak için işin ehli tarafından müracaat edilmesi gereken adımlar bunlardır.

Selefimiz ise başta sahabe olmak üzere onlardan bu dini öğrenen ve yaşayan tabiin ve tebeuttabiin diye isimlendirilen nesillerin ortak adıdır. Bazı alimlerimiz selefi, hicri 483 yılında vefat eden Şemsuleimme İmam Serahsi'ye kadar geçenler olarak kabul ederler.

İslam'ın daha ilk dönemlerinden itibaren ortaya çıkan ve bugünlere kadar devam edegelen gerek itikadi, gerek siyasi gerekse ameli mezheplerin varlığı bir vakıadır. İtikadi sapmalar karşısında selefimizin tavır ve duruşları net olarak kayıtlara geçmiş olup bu konularda artık tartışmanın bir anlamı bile kalmamıştır. Ancak günümüzde eski sapmaları yeni cümleler ve isimlerle pazarlamaya çalışan ve yeni bir şey söylediği zannedilen bir kısım hoca ve lider ya da grupların varlığı zaruri olarak bu konuları gündemde tutmaktadır.

İtikadi sapmalara karşı örnek duruş deyince akla ilk gelen isimlerden olan tabiinin yıldızı Said bin Cubeyr'in kendisine ilmi ve fıkhi değerini hatırlatarak, Haccac'ın 'Kur'an mahluktur' sözünü kerhen tasdik ederek ruhsat kullanmasını tavsiye eden zindan arkadaşlarına 'İnsanların onlara ilim ve fıkıh öğretecek birine ihtiyacı olduğu kadar; gerektiğinde iman uğrunda başını vermekten çekinmemeyi öğretecek olanlara da ihtiyacı vardır' diyerek azimeti tercihidir. O ve arkadaşları tereddütsüz olarak iman etmiş ve mutlak bir teslimiyetle teslim oldukları Rabb'lerine yürümüşlerdir.

Yine garip memleketimizin büyük çoğunluğunun kendini fıkıhta ona izafe ettiği Ebu Hanife de benzer bir yolla dünyaya veda etmiştir. Zalimlerin kadılık teklifini, 'Eğer vali Vasıt Mescidi’nin kapılarını saymamı istesin, yine kabul etmem' diyerek reddeden ve kırbaçlanarak işkence ile katledilen İmam, selefimizin zirve isimlerinden biridir.

Alevilik'e gelince, siyasi bir mezhep olarak ortaya çıktığından bugüne tıpkı diğer islam kaynaklı siyasi ve itikadi oluşumlar gibi büyük sapmalar ve değişimlerle bugüne gelmiştir.

Bugün hemen her coğrafyada değişik inanış ve uygulamaları bulunan ve kendini Alevi olarak takdim eden topluluklar bulunuyor. Bunlardan bir kısmı kendini İslam'a izafe ederken, bir diğer grup ise kesinlikle bunu kabul etmiyor ve müslüman değil Alevi olduğunu ısrarla ifade ederek farklı bir inanç grubu olduklarını deklare ediyorlar.

Kendilerini İslam'a izafe edenlerin bizim açımızdan durumları en başta beyan ettiğimiz ölçüler üzerinden tayin edileceğinden herhalde bu konuda bir tartışma olmayacaktır. Yani herhangi bir İslam mezhebi olduğunu ifade eden bir Alevi için din ve şeriat aynen bizim muhatap olduğumuz şeyler olacaktır. Hem müslüman olduğunu ifade edip hem de Kur'an'ın herhangi bir hükmünü reddeden 'sünni' için fetva ne ise Alevi için de fetva odur.

Müslüman olmadığını ve ayrı bir inanca sahip olduğunu söyleyen Alevi içinse yine İslam'ın hükmü diğer din mensuplarıyla aynıdır. Herhangi bir özel durum sözkonusu değildir, gayri müslim hukukuna tabii olurlar.

Özellikle birinci grup için yani kendilerinin müslüman olduğunu iddia edenler için 'Din'de zorlama vardır'. Zorlama müslüman olmayanlara yoktur. Bu zorlamadan maksat onları ibadete zorlamak değil, emir ve yasakları kabul etmeleri ve dinin mutlak hükümlerine teslim olmaları şeklindedir. İtikaden bunu yapmayan müslüman olduğunu iddia edemez zaten.

Müslüman değil de Alevi olduğunu ilan edenlerin inançları sebebiyle talep ettikleri haklarının hele de 'laik' bir devlette istenmesi ve verilmesi tabiidir. Tabii olmayan laik devletin 'sünni' müslümanların camileri başta olmak üzere tüm dini hayatlarına müdahele etmesidir aslında. Türkiye, ne tam bir laik olup, iddia edildiği gibi her dine eşit mesafede durabilmiş ne de 'sünni' bir devlet olabilmiştir.

Kanada ve İngiltere gibi devletlerin şer'i hukukla muhakeme ve muamele edilmek istenen müslümanların faydalandığı 'Şeriat Mahkemeleri'ne verdiği gibi izinlerin Türkiye için henüz hayal bile edilememesi de ayrı bir göstergedir. Yani iç hukuk olarak Türkiye, bir çoğumuzun 'İslam düşmanı' ve 'Haçlı' olarak gördüğü batılı ülkelere göre İslam ve müslümanlara çok daha uzak bir duruşa ve düzene sahiptir. Buna rağmen Alevilerin devleti bir 'sünni' devlet zannetmeleri ise herhalde son devrin garabetlerinden birisidir.

Sonuçta Aleviler ne olduklarına kendileri karar verebilirler bizim zorla onları İslam dairesine sokmaya çalışmamızın bir anlamı ve değeri ne 'sünni' müslümanlar ne de Aleviler katında yoktur. Bu tarz 'şirinlik' denemelerinin faydasızlığı tarih boyunca ortaya çıkmışsa da illa yeniden ve yeniden denemek isteyenlerin yolları açık olsun.

İman etmeyen insan ya da toplumları zorla İslamlaştırmanın sonucu en fazla daha çok münafık üretmek olur.

Bu konuya girince ister-istemez İran ve Suriye gündeme gelecektir zira Alevilik gündeme en çok bu iki devletin politikalarına angaje olan siyasi duruşların adı olarak da gelmektedir. İran'ın şiiliği pek yerli Alevilerce makbul kabul edilmiyor olsa da Suriye'nin Nusayri'liği rağbet görebilmektedir. Geçmişte yaşananlarla beslenen bir kin ile büyütülen nesillerin ellerine fırsat geçtiğinde intikam arzusuyla her türlü vahşeti işleyebildiği Suriye'de yaşananların bir Sünni-Alevi savaşına dönüşmesi rejimin Nusayri kimliği ve özel çabaları sebebiyle kaçınılmaz olmuştur. Savaşa müdahil olan İran ve Lübnan Hizbullah'ının şii karakterleri de olayı bir şii-sünni savaşına dönüştürmüştür. Kabul etmesekte durum budur.

Aleviliğin Suriye versiyonu olarak Nusayrilik karşımızda bir katliam makinası olarak el'an işlevini görmeye devam ediyor. Türkiye Alevilerini bu savaşta 'sünni' devlet ve politikası karşısında meydana çıkarmak isteyenler için adeta gün doğmuştur. Mümkün olsa bu savaşı yaymaktan çekinmeyecekleri çok açıktır.

Bu fitne döneminde birtakım çıkışlarla Alevileri İslam dairesine zorla sokmaya veya onlar kabul etmediği halde öyle göstermeye çalışmanın bir alemi yoktur. Suriye'deki savaşı buralara taşımak ne kadar anlamsız ise karşıt iş olsun diye olmayan bir 'din kardeşlik'i üretmenin de anlamı yoktur.

Bırakalım herkes istediği yerde dursun. Kendi tercih ve kararı ile bir yerde duran herkes, duruşunun getirdiği sonuçlara katlansın.

Ve de kimse, Suriye'de 'Beşşar Ekber' demediği veya resmine secde etmediği için katledilen bir müslümanın 'kardeş kavgası'nda can verdiğini iddia etmesin!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Hariçten gazel okumak; Suriye ve Filistin

  Hızlı zamanlarda yaşıyoruz. Günlük hatta saatlik değişimler, olaylar ve bilgiler su gibi hatta esen bir yel gibi akıp duruyor. Bu haber ve...