04 Mart 2016

Fetret Devri

Önce şunu bir kayda geçelim; bir hadisenin bizim tarafımızdan desteklenmesi ya da reddedilmesi için ana mihverimiz nihayetinde bir başarıya ulaşacak olması da hezimete uğrayacak olması da değil hak ya da batıl olmasıyla ilgili olmalıdır. Zayıfta olsa hakkı tutmak, güçlü de olsa batılı reddetmek ve karşı durmak İslami erdemin gereğidir.

Gelelim yaşadığımız dünyanın normallerine...

Herhangi bir batı ülkesi herhangi bir gerekçeyle bir doğu ülkesini işgal edebilir, sivil-asker ayırt etmeksizin bu işgale karşı çıkan herkesi terörist ilan edebilir ve insanlı yahut insansız hava araçlarıyla bir tür oyun oynar gibi insanları katledebilir ve bunun eleştirilmesi bir yana karşısında olmak zaten ‘terörist’lerle birlikte olmak gibi, onlara yardım ve yataklık etmek gibi ne idüğü belirsiz suçlamalarla muhatap olmak işten bile değildir.

Daha da açalım; Afganistan, Irak ve benzeri ülkeler işgal edilebilir, sadece işgal edilmekle kalınmaz yeraltı ve yerüstü zenginlikleri isteyerek yahut istemeyerek uzun vadeli, olası itirazları da yok edecek güya anlaşmalarla ele geçirilebilir. Bunlar müstekbir işgalciler pencerelerinden dünyaya bakanlar için gayet sıradan ve kabule mazhar durumlar olabilir.

Hiç yokken, ön hazırlıkları onyıllar süren bir yerleşme sonucu bir anda Filistin toprakları üzerindeki işgalci ingilizlerin gerekli ortamı sağlamaları ile bir yahudi devleti olarak İsrail ilan edilebilir ve bu ‘güya’ devlet her türlü katliam ve işgallerle kendine toprak üretip yayılarak bir anda dünyanın müteğallibe zalimleri gözünde gayet makbul bir devlete dönüşebilir.

***

İslam coğrafyasında geçen yüzyılda oluşturulan birtakım sınırlarla ilan edilen ve yönetilen devletlerin idarecileri halklarından mutlaka uzak, batılılara yakın olmuşlar ve hatta çoğunlukla zorla ve baskıyla ülkelerinde batılı birtakım yaşam tarzlarının kurulup korunmasını sağlamışlardır. Bir bakıma onları görevlendiren batılı efendilerine sadakatle hizmet etmişlerdir.

Birinci Dünya Savaşı sonrası işgal edilen islam coğrafyası, yerel kurtuluş hareketlerini de işgal eden batı işgalinden henüz kurtulmaya başaramamıştır. Ancak bir şekilde silahlı mücadele yolu ile işgalin askeri kısmını sonlandırabilen bazı ülkeler olmuştur. Bunların ilk örneği Türkiye olabilir. Daha sonra nasıl oluştuğuna dair bu topraklarda yaşayanların hiçbir fikrinin olmadığı sınırlar çizilmiş ve devletler bir anda yerden ot biter gibi oluşmuşlardır.

Asgari insan hakları vesair hususlardan bahseden herkesin mutlak olarak kabul etmesi gereken gerçek şudur ki; işgalcinin başarılı olması ve yenilememesi asla ve kat’a onun işgalinin haklılığı gibi bir sonuç doğurmaz, doğurmamalıdır.

Bu durum Afganistan ve Irak işgalleri için de sözkonusudur. Her ne kadar yalan oldukları aşikar olsa da buldukları bütün bahanelere  rağmen batılı müstekbir ve zorbaların bu işgallerini hiç kimse hiçbir sebeple mazur ve makbul göremez, gösteremez. Nihayetinde sebebi ne olursa olsun bunlar işgaldirler ve bunu yapanlar da işgalcidirler. Onların bu işgal ettikleri ülkelerdeki uyguladıkları zulüm ve baskıların tamamı ise onları hem insanlık önünde hem de tarihte aşağılanmaya mahkum edecektir.

Suriye meselesine gelince; bu ülke de yine Birinci Dünya Savaşı sonrasında 1946’ya kadar sürecek olan Fransız hakimiyetine geçecek ancak diğer avrupalı işgalciler gibi Fransa buradan da çekilerek bağımsızlık ‘hediye’ edilecektir. 1963 yılından beri hep iktidarda olan Baas Partisi ve 1970’de iktidara gelen onun doğal lideri Hafız Esed, ülkenin azınlıklarından olan Nusayriliği esas alan yaklaşımları sebebiyle ülkede bulunan ve nüfusun çoğunluğunu oluşturan ‘sünni’ kesim üzerindeki baskılarla ve göstermelik birtakım seçimlerle saltanatlarını devam ettirmişlerdir. Hafız Esed iktidarda bulunduğu 1970-2000 yılları arasında değişik zamanlarda uyguladığı özel yöntemlerle olası bir muhalefeti daha doğmadan yok etmiştir.

Yok etmek tabiri lafın gelişi değil vakıanın kendisidir. Bunun en bariz örneği ise 1982 yılı şubat ayında yaşanan Hama katliamı olmuştur. Ülkedeki yegane muhalefet olarak teşkilatlanabilen Müslüman Kardeşler’in Hama merkezli ayaklanmaları bu katliamla bastırılmıştı. Şubat ayı boyunca şehri bombardımana tabi tutan Hafız Esed halen kesin sayısını kimsenin bilmediği ama ortalama 40 bin olarak tahmin edilen can kayıplarına sebep olmuştu.

Bundan sonrası Suriye müslümanları için korku ve baskı dolu yıllardır. Gözaltında ölümler ve kayıplar sıradan vakalar olmuş ve ülkenin her yanına, her köşesine Esed’in ajanları yayılarak en ufak bir işaret sebebiyle olası ‘terörist’ ilan edilen insanlar yok edilmişlerdir.

2011 yılına gelindiğinde 2000 yılında ölen babasının yerine geçen oğul Esed, Arap Baharı’nın ülkesinde esen rüzgarlarını olabilecek en katı yöntemlerle bastırmaktan çekinmemiştir. O günden bugüne kadar ise sayıları yine net olarak bilinmese de en iyimser tahminlerle 300 bin insan hayatını kaybetmiş ve geçmişte yaşanan tecrübeler sebebiyle katliam korkusu yaşayan halk çevre ülkelere iltica etmekten başak bir yol bulamamışlardır.

Halen hemen her gün yüzlerce insanın can verdiği ve Baas militanlarının fırsat bulduklarında toplu katliamlar yaptıkları haberleri gelmeye devam etmektedir. Suriye halkı Baas ve onun başlarına bela ettiği Esed zulmüne karşı bir kurtuluş savaşı vermektedirler.

Ama muhalifler şunu yaptılar ama muhalifler de bunu yapmasaydılar gibi sığ ve vicdani bakıştan mahrum yaklaşımlar sebebiyle ve dünya müstekbirlerinin de desteği ile Baas canavarı Esed ve avanesi katliamlarına devam ediyorlar. Doğal müttefikleri Rusya ve İran bu savaşta da Esed’in yine en büyük destekçileri olarak yer alıyorlar.

Batılı zalimlerle onların ortağı İsrail’in gitmesini istemediği Esed yönetimi, kendi halkına uyguladığı baskı ve zulümlerle batılı efendilerini hiç aratmazken, yaşanan işkence ve katliamlarda onları geçebilecek kabiliyette olduğunu da göstermiştir.

***

Yaşadığımız dönem özelikle hilafetin ilga edilmiş olması ve müslümanların gerek yabancı işgalciler gerekse yerli hizmetkarları eliyle emniyetten mahrum ve adaletten uzak bir hayat yaşamaya mahkum edilmeleri sebebiyle tam bir ‘Fetret Devri’dir. Tarihimizdeki meşhur fetret devirlerinden olan Moğol istilasındakine benzer ve maalesef çağdaş/ medeni batının elinde bulundurduğu kitle imha silahları sebebiyle çok daha kanlı ve yıkıcı bir devir.

Bütün bunların üstüne bir de müslümanların olanları değerlendirmedeki tuhaf ve anlaşılmaz tavırları var ki evlere şenlik! Gerek Suriye halkının gerekse onların durumuna düşürülen tüm halkların zulüm ve işkencelerden kurtulmak için isyan etmeye ve gerektiğinde silaha sarılmaya elbette hakkı vardır ve olmalıdır. Bazı müslümanların kendi rahatlarını bozma ihtimaliyle bu gibi hareketlere soğuk bakmaları onların sorunudur. Zira Allah zulmedenlerin yıkılmasını istemektedir(Şuara 227) ve bunu dünyalık sebeplere bağlamıştır. O sebeplere sarılıp akıbeti Allah’tan beklemek en doğal İslami duruştur.

Gerek  İslam hukuku gerekse İslam tarihi bu gibi durumlarda müslümanların nasıl hareket etmeleri gerektiği konusunu belirlemiştir. Konunun bu kısmı ayrı bir derleme olarak ele alınması gerektiğinden sadece özetlemekle yetinelim.

İslam, idarecilerin zulümlerine sessiz kalmayı onları zımnen desteklemek olarak kabul eder ve zalimlere payanda olanlara dünyada zulüm ateşini ahirette cehennem ateşini vadeder.

Müslüman da olsa bir idarecinin İslam’a aykırı emir ve yasaklarına uyulmasını kesinlikle yasaklar.

Gayri müslimler tarafından işgal edilen herhangi bir islam toprağının kurtarılmasını farz kılar. Öyle ki o beldede yaşayan müslümanların buna güçleri yetmemesi durumunda dalga dalga en yakınlarından başlayarak bu farizayı tüm ümmete yayar.

Bir tek müslüman kadının dünyanın en batısında kafirler tarafından esir edilmesi durumunda daha o zalimler kadını kendi kalelerinden içeriye sokmadan dünyanın en doğusundaki müslümana o kadını kurtarmayı vazife kılar.

Bir İslam beldesinde, dinin herhangi bir hükmünün reddedilmesi ya da uygulamasının ortadan kaldırılması durumunu savaş sebebi sayar.

Bu örnekleri çoğaltmak mümkün, ne ki kalbinde vehn yerleştirilenler olarak bizim bunları idrak etmemiz için bolca kavli ve fiili duaya ihtiyacımız var. Bu tavır ve duruşlar ne fevri ne de radikal yaklaşımlardır. Aksine örnekleri Nebi(sas) ve ashabında görülen, daha sonraki devirlerde fıkhi olarakta ortaya konulan İslam’ın öngördüğü hayatın temelleridir.

Bu din gölgesi altında yaşayan insanlara, ‘akıl, mal, can, nesil ve din’ emniyetlerinin sağlanmasını emreder ve bunlardan birisini kaybeden kişiye kendini savunmak ve hakkını almak için mücadele etme hakkı verir. Bu amelin adı ise cihaddır.

Cihad, Allah’ın kelimesinin/hükmünün yüceltilmesi için verilen savaşın adıdır. Allah’ın kelimesi ise yukarıda örneklendirdiğimiz temelleri bize emreder.

Toprakları işgal edilen, onur ve haysiyetleri sokak ortasında kirletilen, bebeklerine varıncaya kadar katledilen, boyun eğmekle ölmek yahut sürgün edilmek gibi her biri kendi çapınca ayrı bir zillet olan hallerden bir hale razı olmayıp ayaklanan, direnen ve ölen bir halk her türlü destek ve yardımı hak etmektedir! Yaptıkları iş tüm komplo teorilerinden bağımsız olarak cihaddır.

Ayaklanmanın nasıl başladığı üzerinden komplo teorileri üreterek güya kullanıldıklarına karar verenlerin bu herşeylerini kaybeden halktan dilemeleri gereken özür kelimelerle olamayacaktır. Hiçbir plan ya da sonucu bu yaşananlarda Suriye halkının ve destekçilerinin suçlanmasını haklı kılmaz. Arap baharının tamamen batılı bir proje olduğunu varsaysak bile bu hakların elde etmek için ortaya çıktıkları hemen her hak ve hürriyet Allah’ın onlara verdiği ve ellerinden alındığında uğrunda savaşmalarınz izin verdiği şeylerdir. (Hacc 39-40-41)

İslam fıkhı açısından cihadın hükmü ve gerekçeleri bellidir. Bu amelin yerine getirilmesinin başkalarının işine yarayacak olması onun Allah katında müslümanlar indinde hükmünü değiştirmez. Elbette müslümanlar akıllı ve siyasi hareket ederler ve elbette zafere yönelir ve onu elde etmek için gayret ederler.

Anadolu müslümanları geçen yüzyılın başında yaşadıklarını maalesef unutmuş görünüyorlar. Oysa bugün Suriye’de yaşananlara ne kadar da benziyor. Azıcık tarih bilgisi ile, o zor zamanlarda hangi sebeplerle ayaklanılmış ve kimlerden nasıl destekler alınmış hatırlamak umarım zihinleri açar. Kısacası zalimlerin zulümde birbirlerine yardımları kadar hatta daha fazla mazlumlar zulmün defedilmesi için yardımlaşmak zorundadır.

İnsanlık onuruna sahip herkesin Suriye halkının hiç değilse aleyhinde olmamak gibi bir ödevi vardır.

Şam’ın kahraman evlatlarına Allah’tan yardım ve zafer diliyorum!..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Hariçten gazel okumak; Suriye ve Filistin

  Hızlı zamanlarda yaşıyoruz. Günlük hatta saatlik değişimler, olaylar ve bilgiler su gibi hatta esen bir yel gibi akıp duruyor. Bu haber ve...