Yüzyıllık bir
uykunun sonundayız, uyanınca rüyalar da bitecek fakat uyanmamak için
direniyoruz. Biraz okula gitmek istemediği ama mecbur olduğu için zorla
uyandırılan, ödevlerini bitirmemiş, uykusunu alamamış, mahmur gözlerini açmamak
için direnen, mızmız ve haylaz bir talebe gibiyiz. Gözlerimizi tam olarak
açtığımızda bize uykuyu sevdiren o güzel rüyanın da sona ereceğini bal gibi
biliyoruz.
Uyumak, dünyaya
yenilmektir; batıya teslim olmak, kontrolünü kaybetmek, sorumluluklardan kaçmak
ve en önemlisi rüyalarla avunmaktır. Sadık olmayan ve gerçekleşme ihtimali de
bulunmayan rüyalar...
Uyumak; Avrupa
Birliği’ne, Birleşmiş Milletler’e ve Nato’ya inanmaktır.
Uyumak; tek dişi
kalmış bir canavara aşık olmaktır.
Uyumak; batılı ve
batıl rüyalar görmektir.
Uyumak; insan
olmanın ve kul olmanın gereklerini yerine getirmemektir.
Uyumak; zulme
gözünü kapatmak, mazlumları duymamak, coğrafyamızda patlayan bombaları ninni
olarak algılamaktır.
Uyumak; bilinçsiz
hareketler yapmak, anlaşılmaz sözler mırıldanmak ve sağa mı sola mı döndüğünden
bile haberdar olmamaktır.
Şimdi tıpkı
Amerikan rüyasından uyandırılmamız gibi bir kere daha uyandırılıyoruz. Amerikan
rüyasından uyanmak, işgaller ve ardından verdiğimiz milyonlarca cana, yıkılan
ülkelerimize, yok edilen nesillerimize ve yağmalanan zenginliklerimize mal
oldu.
Aklı selim sahibi
olanlarımız, bu rüyaları hiç görmeyenlerimiz için sorun yok, onlar zaten
uyanıktılar ve hala uyanıklar. Ama halklarımızın büyük çoğunluğunun batının
süslenmiş vahşi cazibesine kapıldığı gerçeğini gözardı edemeyiz.
Uyumakta ısrar
etmenin faydası yok, zira bu döşek batılının ve onlar artık ayaklarımızdan
çekiştirerek hatta gerekirse sürüyerek bizi uyandıracaklar ki bundan dolayı
belki de gelecek nesillerimiz çokça Allah’a hamdedecekler, kimbilir...
Batının geldiği
noktayı sadece idarecilerinin politik hevesleri ya da geçici birtakım
gelişmeler zannetmek vahim bir hata olur. Avrupalı halklar zannettiğimiz kadar
gelişmiş ya da medeni değillerdir. Çok uzun zaman aralarında yaşadıktan sonra
söyleyebileceğim şey şudur ki, eğer devletlerinin onlara vereceği cezalardan
korkmasalar hiç bir kurala ya da ahlaki norma uymazlar. Avrupa, uzun yıllar
mezhep savaşlarıyla sarsılmış ve dinden biraz da kiliselerin sömürü ve
tecavüzleri sebebiyle tiksinmiş bir kitledir. Büyük çoğunluğu için tek değer
yargısı paradır. Örneğin bir Hollandalı işçi için en önemli gerçek haftasonu
evine bir kasa bira ile gidip gidemeyeceğidir. O bira kasası için çalışır, oy
verir ya da vermez ama o kasa varsa sorun yoktur.
Akademik
çevreleri tekdüze bir çizgide yalpalamadan ilerlemeyi marifet sayarlar. Yıllar
önce Polonya’dan İngiltere’ye kadar bir geniş çerçevede ‘faizsiz ekonomi’
modelini tartışırlarken hasbelkader İslam’ın yeryüzünde tek faizsiz sistem
emreden ekonomik model olması hasebiyle bu ‘fikri’ temsilen bir dizi programa
katılmıştım. Hemen hepsi İslam’ın modelinin ideal olduğunda birleşmiş ama bunu
yüksek sesle dillendirmeye cesaret bile edememişlerdi.
Avrupalı
politikacılar lider değillerdir; bizim anladığımız manada bir liderlik herhalde
Hitler’le birlikte son bulmuştur. Dün hiç adını duymadığınız biri, yarın bir
ülkeyi yönetir, iyi de becerir mesela, ama bir bakmışsınız bir başkası onun
yerini almış gidenin esamesi okunmuyor. Bunu en basit anlatan şey ise yürüyen
bir sistemlerinin olmasıdır. Tren gibi sabit bir hat üstünde ilerleyen, arada
sadece dur-kalk yapması gereken bir yolculuktadır Avrupa politikası, bu yüzden
de kimin ön koltukta oturduğu çok önemli değildir.
Tabii ki onlarda
da arada sorunlar çıkmıyor değil. Yine Hollanda’da 2002 yılı seçimleri
arifesinde yaşananlar bunun güzel bir örneği idi. Aşırı sağcı, monarşi ve
Avrupa Birliği karşıtı bir politikacı olan Pim Fortuyn seçimlere mutlak
galibiyet ihtimaliyle giriyordu. Tüm anketlere göre 9 gün sonra ülkenin kaderi
değişecek hatta AB’nin temeline dinamit konulacaktı. Tam o gün yani seçimlere 9
gün kala, Pim Fortuyn devlet radyosundaki röportajından çıktı ve henüz
bahçedeyken bir Hollandalı tarafından vurularak öldürüldü. Katil komşularının
anlattığına göre çok iyiliksever, sempatik ve kimseye zararı olmayan kendi
halinde bir adamdı. Şimdilerse cezası bitti ve özgür hatta. Ama Pim yok edildi
ve ülke hatta AB kurtarıldı.
Son seçimlerde
yine o günlerdekine benzer bir manzara vardı ama aynı senaryoyu uygulamak
uygunsuz olacağından yeni bir malzeme bulundu. Türkiye ile kriz sağ seçmenin
gönlünü okşamak için bulunmaz bir fırsattı. Bakanlara yapılan muameleler ve
üstüne Fas asıllı belediye başkanının seçimlerden bir kaç gün önce, bakan Kaya’nın
etrafındaki 12 korumanın ne tür silahlar taşıdıklarını bilmediklerinden,
ellerini bellerine atmaları durumunda tamamının öldürülmesi izninin/talimatının
verildiğini açıklaması çok ‘yerinde’ bir hamleydi. Çevresindeki 12 koruma
öldürülürken bakanın ne olacağını sorgulamaya gerek yoktu. Uluslararası hukuk
dediğiniz nedir ki? Adamlar 9 gün sonra ülkeye başbakan olacak birini
temizlemişken hemde!
Neyse ki ucuz
atlatıldı ve kimse ölmedi o gece.
Artık bu Avrupa’nın
bize uyanın diye salladığı son tekmeden sonra hala ve ısrarla bir Avrupalı
değerlere inanarak uyumaya devam etmek isteyenlere iyi uykular dilemekten başka
elden gelen birşey yok.
Biraz akıl ve
biraz hamiyyet duygusu sahibi herkes ülkesine ve bu topraklara nasıl bir yön
verilmesi gerektiğini idrak edecektir.
Kalkmak düşmeden
önceki haline geri dönmektir, uyanmak sadece gözlerini açmak değil yatağından
fırlamaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder