Kudüs ya da genel
adı ile Filistin, tarih boyunca hemen her yer gibi çok el değiştirdi. İbrahim(a)’ın
kurduğu şehir, Davud(a)’ın devletine başkentlik yaparak başlayan tarihi ve
Süleyman(a) devrinde yeryüzünün incisi olmasıyla şöhret buldu. Öyle ya;
yalnızca insanlara değil tüm mahlukata hükmeden bir ‘Kral Nebi’nin başkenti
olmak her şehre nasip olmaz...
Son Nebi(sas)’in
ümmeti olan bizler içinse Kudüs tarihinin en değerli hadisesi İsra ve Mirac
durağı ve elbette ilk kıblemiz olması hasebiyle olduğu kadar, Adem(a)’dan
Muhammed(sas)’e kadar devam eden ve ayrım yapmaksızın tamamına iman ettiğimiz
peygamberlerin durağı, yurdu ve uğrağı olmasıyladır.
Bu mukaddes
şehir, Mü’minlerin Emiri Ömer bin Hattab(ra) devrinde fetihten sonra Kudüs
olarak isimlendirildi. Bundan sonra kısa dönemler dışında müslümanların emniyet
ve adaletiyle idare olunan Kudüs, payidar olarak devam ettiği varlığını 1516’da
Osmanlı’nın cihangir sultanı Yavuz Selim Han(r)’ın kuşatması sırasında zarar
görmemesi için dönemin valisi tarafından çatışmasız olarak teslim edilmesiyle
Osmanlı idaresine girdi. O günden 1917 yılına kadar Osmanlı idaresinde kalan
mukaddes şehir son 100 yıldır gayri-müslimler elindedir.
11 aralık 1917’de
İngiliz general Allenby’nin, Kudüs’e girdiğinde ‘Haçlı seferleri sona erdi’
dediği rivayet olunur. 1948’e kadar devam eden soykırım, sürgün ve yıkımlar
sonunda Haçlılar yüzyıllardır ele geçirmek için uğraştıkları Kudüs’ü ve
çevresini yahudilere altın tepsi içinde sundular.
Bugün ise artık
işgalin yüzüncü yılındayız ve ne Filistin halkının ne de sair İslam
beldelerinin Kudüs’ün özgürleştirilmesi noktasında gözle görülür bir adımı yok.
İntifadalarla ve ara ara yaşanan, işgalin ve baskıların getirdiği öfke
patlamalarıyla görülen; çoğunlukla Filistinlilerin katledilmeleri yahut
hapsedilmeleri ile devam eden bir süreç var.
Çocukların bile
sokak ortasında infaz edildiği bir modern çağ işgali yaşıyoruz. Geçmişte daha
ağırlarını gördüğümüzü ve herşeye rağmen yeniden Kudüs’ün İslam beldesi olarak
payidar olduğunu ve müslümanların varlıklarını ve medeniyetlerini devam
ettirdiklerini, bugünlerin de sebepler dairesinde cereyan eden hadiselerin karamsarlığına
rağmen geçeceğini kesin olarak biliyoruz. Ancak bunun zamanını Allah(cc) bilir.
4 yıl önce Kudüs’ü
ziyaret ettiğimde işgalin pratik hayatta nasıl birşey olduğunu birebir görme ve
yaşama imkanım olmuştu. Hayatın her alanında hissedilen ağır bir bıkkınlık ve
kabullenilmiş çaresizlik diyebileceğimiz bir yılgınlık görülebiliyordu.
Rehberimiz, her
bakımdan donanımlı ve şuurlu bir Filistinli idi ve akşam eve döndüğünde çocuklarının
ondan ekmek beklediğini anlatıyordu. Halkın tamamı İslami hassasiyetlere sahip
olmadığından kıyafet ve yaşam tarzı bakımından işgalcilere uyum sağlamaya
çalışanlar olduğu gibi, sahipsiz ve belki de kimsesiz bir çok genç ve çocuk
sokaklarda ve özellikle de Mescidi Aksa çevresindeki surlarda dolaşıyor, bunların
bir kısmı namazlarda cemaate katılmadıkları halde çıkan her olayda en ön safta
taş atmaya ve can vermeye devam ediyorlar.
Çocuklar
Türkiyeli misafirleri görünce ‘Polat Alemdar’ diye bağırıyorlar ve gariptir ki
sınır kapısında sorgu sırasında işgal askerleri de o diziyi seyredip
etmediğimizi sormuştu. Bize komik gelen şeyler orada başka anlamlar kazanıyor
ve sembollere ihtiyaç duyan çocuklar rol icabı bile olsa israil devletiyle savaşan,
onlara kurşun atan oyuncuyu gerçek bir kahraman gibi seviyorlar.
Biraz büyükler
Mavi Marmara’yı parola olarak kullanıyor ya da işaret...
Geçim derdindeki
yetişkinler ise daha çok Türkiye’nin kurmaya çalıştığı serbest ticaret
bölgeleri aracılığıyla ürünlerini pazarlama imkanı bulmayı hayal ediyorlardı.
Büyük küçük hemen
herkes Kudüs’ün değerinin ve orada yaşıyor olmanın gereğinin farkındalar. Ne ile
meşgul olurlarsa olsunlar, nihayetinde konu ve gündem her zaman işgale ve
muhtemel kurtuluşa düğümleniyor. En küçük umut ışığının değerini gözlerinde
görebiliyoruz.
Onlar için
birşeyler yapmaya çalışanları asla unutmuyorlar; Abdulhamid Han ve Erdoğan gibi
isimler herkesin dilinde... Arap milliyetçiliği işgalin tetiklediği ve belki de
desteklediği yaygın siyasi bir söylem, öyle ki Hamas bile Filistin için ‘Arapların
ve müslümanların yurdu’ diyor. Hemen her çağrıda önce Araplar sonra
müslümanlara sesleniliyor.
Ortak duruşları
yaklaşık olarak şöyle: Onlar Filistin halkı olarak orada yaşamaya devam
edecekler, varlıklarını ve evlerini koruyacaklar, Mescidi Aksa’da ribat
tutacaklar, ana vazifeleri müslüman varlığını devam ettirmek ancak ondan
sonrasını hayal bile edemiyorlar artık... Çoğu bir mucize bekliyor ya da bir
kurtarıcı! Belki de bu yüzden onlara sahip çıkan bir lider çok farklı bir değer
kazanıyor.
Bizim 3-5 günde
anlayabileceğimiz bir şey değil işgal ve o insanlar haklarında öyle rahat
konuşulacak bir hayat yaşamıyorlar. Allah(cc), hepimize iz’an ve insaf versin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder