13 Temmuz 2017

Herkesin Bir 15 Temmuzu Var

Büyük hadiselerden sonra paylaşılmakla bitmeyecek devasa onurlar ve kahramanlıklar ortaya çıkar, normaldir. Gerçekten olayın kahramanı olanlar mütevazi bir mahcubiyetle küçük harflerle sorulduğunda ancak konuşurlarken, birileri büyük büyük harflerle kocaman cümleler kurarak rol çalar ve ekmek yerler. 

Detaylandırıp kimseyi rencide etmenin alemi yok ancak hepimiz bu gidişattan mutsuz oluruz ve en büyük bedeli veren yiğit şehidler namına mahzun oluruz.

Oysa ne gam; fedakarlığı Allah ve O’nun şiar bildiği/bildirdiği mukaddesat uğruna yapanlar karşılıklarını O’ndan alacaklardır. Kim ne için öldüyse ona ancak o vardır.

Hasbel kader 15 temmuz Cuma günü Ankara’daydım, işlerimizi bitirip akşam geç saatlere kalmadan şehri terketmeye niyetlenip ayrıldık. Haberleri sosyal medyadan gelen darbeye ilk anda inanamadığımı söylemeliyim. Köprü tutularak darbe tuhaf gelmişti. Sonrasında ise gelen haberler ve okunan salalarla durumun ciddiyetini anlamıştık. Bulunduğumuz yer küçük bir orta Anadolu ilçesiydi, Güzelyurt. Genel bir sukunet içinde sabaha kadar dualarla neticeyi bekledik ve günün ilk ışıklarıyla durum netleşti ve darbenin seyri çevrilmiş oldu. O günün şerefli direnişinden nasibimiz olmadı.

Neler yaşandığını hemen herkes biliyor, yaşananların arka planındaki ruhu ise kavramak ise hala devam eden bir süreç.

Öncelikle hepimiz bir darbenin durdurulabileceğini yaşayarak öğrendik. Planı yapan hainler ve arkalarındaki küresel vahşilerin hesap edemediği bir gelişme idi bu. Darbe öncesinde değişik platformlarda bu milletin darbeye direnemeyeceğini ağızlarını yaya yaya anlatan birtakım fetöcüler büyük bir dehşetle yanıldıklarını gördüler.

Bu noktada elbette gözardı edilmemesi gereken gerçeklik, gerek ordunun gerekse emniyetin darbeye direnen mensuplarının rolüdür. Zira bunlar halkı yanlarına alarak hem de kanuni yetkileriyle gerektiğinde silah kullanarak darbecilerin direncinin kırılmasını sağladılar. Aksi halde Mısır örneğinde olduğu gibi çok büyük can kayıplarının yaşanması işten bile değildi. Bu noktada millet olmanın ve milletiyle birlikte hareket etmenin mükemmel bir örnekliği ortaya konuldu ve netice alındı.

Halkın haleti ruhiyesinde meydana gelen ve bir çoğumuzun halen şaşıp kaldığı muhteşem değişimin ise akıl ya da mantıkla izah edilir yanı yoktur. Silahsız bir halkın her türlü ateşe rağmen direnmeye devam etmesini ve gerektiğinde tereddütsüz can vermeyi göze almasını sağlayan güç Allah’ın o gece kalplere indirdiği sekinetten başka birşey değildir. Kalpler O’nun elindedir ve O dilediği kulunun kalbine sekinet verdiğinde neler olacağını biz tarih boyunca çok defa görmüştük ki, o gün de bir tekrarını yaşadık.

Sonra Allah, Peygamber'ine ve mü'minlere sekinet verdi, sizin görmediğiniz askerler indirdi ve inkar edenleri azaplandırdı. Kafirlerin cezası işte budur. (Tevbe 26)

İmanlarına iman katmaları için mü'minlerin kalplerine sekinet indiren O'dur. Göklerin ve yerin askerleri Allah'ındır. Allah bilendir, hikmet sahibidir. (Fetih 4)

Sekinet, Allah’ın desteği ile kalpteki mutlak rahatlık ve güven duygusudur. Kalbine sekinet indirilen kul artık her türlü düşmana ve silaha tereddütsüz karşı koyar ve şehadetten lezzet alır. Surları eriten kahramanlıkların ve dev orduları dize getiren yiğitliklerin ardında bu sekinet vardır. Kalbinde zerre kadar iman olan her kula verildiğini ise 15 temmuz gecesi bir kere daha yaşayarak tecrübe etmiş olduk.

Coğrafyamızın haritalarıyla çocuksu bir zevkle oynarken milyonlarca canımızın ve muhteşem şehirlerimizin tarumar olmasına aldırmayan şımarık batının bu darbe ile sadece sınırları değiştirmekle kalmayıp büyük katliam ve yıkımlara da yol açmak istediğini artık herkes biliyor.

Anadolu topraklarını müslümanlara kaybettikleri günden bu yana hiç dinmeyen bir öfkeyle hep geldiler ve gelmeye devam edecekler. Endülüs’teki 800 yıllık medeniyetimizi yok edip mihraplarımıza haç dikmekle tatmin olmadılar; İstanbul’da medarı iftiharımız camilerimizin mihraplarına da haç dikmek hayalinden vazgeçmeyecekler.

15 temmuz tarihin dönüm noktalarından biri idi ve şimdi artık silahla da alamayacaklarını anladılar. Daha sinsi gelecekler, daha derinden, daha sürüngen yaratıklarla gelecekler, kıyamete kadar sürecek kavganın merkezinde bir ülkede yaşıyoruz. Bize rahat yüzü yok! Ya yenecek ve payidar olacağız ya da boyun eğip zillet ve meskenete mahkum olacağız.

Her seferinde yeni yeni örgütlerle gelecekler, isimler değişecek, hatta dinler ve ırklar değişecek belki ama gelmeye devam edecekler. Çanakkale’den sonra yahudi ya da hristiyan olarak gelmediler ve gelmeyecekler, hep sırtlarında bir müslüman elbisesi olacak ve göğüslerinde haç değil hilal olacak.

Tanımak çok kolay olacak onları; dillerinde ne olursa olsun planları batıdan, malzemeleri batıdan, evleri batıdan, dilleri batıdan olacak, yurtlarını emperyalistlere peşkeş çekmekten gocunmayacaklar, dinlerini oyuncak edinecekler. En çokta bundan tanıyacağız, dininden ve şerefinden kolayca vazgeçen ve değiştirenler olacaklar.


Allah, bizden desteğini esirgemesin, gerisi nasılsa hallolur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Hariçten gazel okumak; Suriye ve Filistin

  Hızlı zamanlarda yaşıyoruz. Günlük hatta saatlik değişimler, olaylar ve bilgiler su gibi hatta esen bir yel gibi akıp duruyor. Bu haber ve...