Büyük
hadiselerden sonra paylaşılmakla bitmeyecek devasa onurlar ve kahramanlıklar
ortaya çıkar, normaldir. Gerçekten olayın kahramanı olanlar mütevazi bir
mahcubiyetle küçük harflerle sorulduğunda ancak konuşurlarken, birileri büyük
büyük harflerle kocaman cümleler kurarak rol çalar ve ekmek yerler.
Detaylandırıp kimseyi rencide etmenin alemi yok ancak hepimiz bu gidişattan
mutsuz oluruz ve en büyük bedeli veren yiğit şehidler namına mahzun oluruz.
Oysa ne gam;
fedakarlığı Allah ve O’nun şiar bildiği/bildirdiği mukaddesat uğruna yapanlar
karşılıklarını O’ndan alacaklardır. Kim ne için öldüyse ona ancak o vardır.
Hasbel kader 15
temmuz Cuma günü Ankara’daydım, işlerimizi bitirip akşam geç saatlere kalmadan
şehri terketmeye niyetlenip ayrıldık. Haberleri sosyal medyadan gelen darbeye
ilk anda inanamadığımı söylemeliyim. Köprü tutularak darbe tuhaf gelmişti.
Sonrasında ise gelen haberler ve okunan salalarla durumun ciddiyetini
anlamıştık. Bulunduğumuz yer küçük bir orta Anadolu ilçesiydi, Güzelyurt. Genel
bir sukunet içinde sabaha kadar dualarla neticeyi bekledik ve günün ilk
ışıklarıyla durum netleşti ve darbenin seyri çevrilmiş oldu. O günün şerefli
direnişinden nasibimiz olmadı.
Neler yaşandığını
hemen herkes biliyor, yaşananların arka planındaki ruhu ise kavramak ise hala
devam eden bir süreç.
Öncelikle hepimiz
bir darbenin durdurulabileceğini yaşayarak öğrendik. Planı yapan hainler ve
arkalarındaki küresel vahşilerin hesap edemediği bir gelişme idi bu. Darbe
öncesinde değişik platformlarda bu milletin darbeye direnemeyeceğini ağızlarını
yaya yaya anlatan birtakım fetöcüler büyük bir dehşetle yanıldıklarını
gördüler.
Bu noktada
elbette gözardı edilmemesi gereken gerçeklik, gerek ordunun gerekse emniyetin
darbeye direnen mensuplarının rolüdür. Zira bunlar halkı yanlarına alarak hem
de kanuni yetkileriyle gerektiğinde silah kullanarak darbecilerin direncinin
kırılmasını sağladılar. Aksi halde Mısır örneğinde olduğu gibi çok büyük can
kayıplarının yaşanması işten bile değildi. Bu noktada millet olmanın ve
milletiyle birlikte hareket etmenin mükemmel bir örnekliği ortaya konuldu ve
netice alındı.
Halkın haleti
ruhiyesinde meydana gelen ve bir çoğumuzun halen şaşıp kaldığı muhteşem
değişimin ise akıl ya da mantıkla izah edilir yanı yoktur. Silahsız bir halkın
her türlü ateşe rağmen direnmeye devam etmesini ve gerektiğinde tereddütsüz can
vermeyi göze almasını sağlayan güç Allah’ın o gece kalplere indirdiği
sekinetten başka birşey değildir. Kalpler O’nun elindedir ve O dilediği kulunun
kalbine sekinet verdiğinde neler olacağını biz tarih boyunca çok defa görmüştük
ki, o gün de bir tekrarını yaşadık.
Sonra Allah, Peygamber'ine ve mü'minlere sekinet
verdi, sizin görmediğiniz askerler indirdi ve inkar edenleri azaplandırdı. Kafirlerin
cezası işte budur. (Tevbe
26)
İmanlarına iman katmaları için mü'minlerin
kalplerine sekinet indiren O'dur. Göklerin ve yerin askerleri Allah'ındır.
Allah bilendir, hikmet sahibidir. (Fetih 4)
Sekinet, Allah’ın
desteği ile kalpteki mutlak rahatlık ve güven duygusudur. Kalbine sekinet
indirilen kul artık her türlü düşmana ve silaha tereddütsüz karşı koyar ve
şehadetten lezzet alır. Surları eriten kahramanlıkların ve dev orduları dize
getiren yiğitliklerin ardında bu sekinet vardır. Kalbinde zerre kadar iman olan
her kula verildiğini ise 15 temmuz gecesi bir kere daha yaşayarak tecrübe etmiş
olduk.
Coğrafyamızın
haritalarıyla çocuksu bir zevkle oynarken milyonlarca canımızın ve muhteşem
şehirlerimizin tarumar olmasına aldırmayan şımarık batının bu darbe ile sadece
sınırları değiştirmekle kalmayıp büyük katliam ve yıkımlara da yol açmak istediğini
artık herkes biliyor.
Anadolu
topraklarını müslümanlara kaybettikleri günden bu yana hiç dinmeyen bir öfkeyle
hep geldiler ve gelmeye devam edecekler. Endülüs’teki 800 yıllık medeniyetimizi
yok edip mihraplarımıza haç dikmekle tatmin olmadılar; İstanbul’da medarı
iftiharımız camilerimizin mihraplarına da haç dikmek hayalinden
vazgeçmeyecekler.
15 temmuz tarihin
dönüm noktalarından biri idi ve şimdi artık silahla da alamayacaklarını
anladılar. Daha sinsi gelecekler, daha derinden, daha sürüngen yaratıklarla
gelecekler, kıyamete kadar sürecek kavganın merkezinde bir ülkede yaşıyoruz. Bize
rahat yüzü yok! Ya yenecek ve payidar olacağız ya da boyun eğip zillet ve
meskenete mahkum olacağız.
Her seferinde
yeni yeni örgütlerle gelecekler, isimler değişecek, hatta dinler ve ırklar
değişecek belki ama gelmeye devam edecekler. Çanakkale’den sonra yahudi ya da
hristiyan olarak gelmediler ve gelmeyecekler, hep sırtlarında bir müslüman
elbisesi olacak ve göğüslerinde haç değil hilal olacak.
Tanımak çok kolay
olacak onları; dillerinde ne olursa olsun planları batıdan, malzemeleri
batıdan, evleri batıdan, dilleri batıdan olacak, yurtlarını emperyalistlere
peşkeş çekmekten gocunmayacaklar, dinlerini oyuncak edinecekler. En çokta
bundan tanıyacağız, dininden ve şerefinden kolayca vazgeçen ve değiştirenler
olacaklar.
Allah, bizden
desteğini esirgemesin, gerisi nasılsa hallolur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder