Neredeyse her
mevzuda müslümanlara ve yaptıkları doğru ya da yanlış her işe bir kulp bulmak
ve sataşmak gibi bir vazifesi bulunan bazı kesimlerin varlığından
haberdarsınızdır. Bunlara göre her olayın direk zanlısı hatta yargısız suçlusu
müslümanlardır. Dünyada işlenen bütün cürümlerin faturasını bize kesip, esip
yağan bu zatlar müslümanlıkta da en iyi makamı kimseye bırakmazlar. Sorulsa en
iyi, doğru müslüman da onlardır.
Her nasıl
oluyorsa, bunların eleştirdikleri birçok konu gayri müslimlerin ve ateistlerin
İslama ve müslümanlara saldırmakta kullandıkları argümanlarla neredeyse birebir
aynı...
Örneğin yurdumun
hazımsız ve darbenin başarısız olmasından dolayı çok kederli bazı kesimleri o
gece ve yıldönümünde yeniden okunan selalardan oldukça rahatsız oldular ve
hatta malumunuz müezzinlere fiili saldırıya kadar ileri gittiler. Hemen
ardından sahneye çıkan bir grup antici müslüman ise selanın aslında dinde
olmadığını iddia ederek onlara bir bakıma içeriden destek sundular.
Konunun
ıstılahımızdaki yerini kaynaklarımızdan aktaralım:
Selanın tarihçesi
oldukça eskilere dayanır. İlk olarak 781 yılı Rebiulahir ayının Pazartesi gecesi
yatsı namazında okunmaya başlanılmışsa da daha sonra Cuma günleri okunması adet
edinilmiştir. Hatta sonraki yıllarda bazı bölgelerde tüm vakitlerde okunduğu naklediliyor.(*)
O dönemlerde akşam namazı sonrası okunması daha yaygın olmuş zira akşam ezanı
ile kameti arasında cemaate vakit kazandırmak kasdıyla sela okunmuştur. Daha
sonraki dönemlerde Pazartesi ve Cuma geceleri okunması çok rastlanılan bir
uygulamadır. Selçuklu ve Osmanlı devirlerinde Cuma geceleri ve Cuma namazı
öncesi okunması adeti bulunduğumuz topraklarda yaygınlaşarak bugünlere de bu
şekilde gelinmiştir.
Rasulullah(sas)’in
5 vakit namaz dışında ezan ile müslümanların davet edilmesine izin
vermemesinden yola çıkan alimlerimiz olağandışı durumlarda halkı mescide davet
için de selaları kullanmış ve bunu en doğru yol olarak tayin etmişlerdir.(*)
Böylelikle sünnete muhalefet edilmesinden korunulmuştur. Savaş gibi saldırı
durumlarında olduğu kadar diğer felaketlerde de halkı uyandırmak ve haberdar
etmek maksadıyla selalar okunmuştur. Özellikle işgal ihtimaliyle saldırıya
uğrayan islam beldelerinde halk selalarla direnişe davet edilegelmiştir.
Değişik
ibarelerle yaygınlaşan selalarda, hamdele salvele ve davet kısmı bulunmuştur ki
günümüzde davet kısmı özellikle ülkemizde türkçe olarak ilan şeklinde
dillendiriliyor.
Çok yakın
geçmişte Kurtuluş Savaşı yıllarında da selalarla halkın direnişe davet edildiği
bir vakıadır. Aynı şekilde geçtiğimiz yıl 15 temmuzda geçirdiğimiz işgal
tehlikesi karşısında minarelerden selalarla halkın direnişe davet edilmesi 1250
yıllık bir İslami geleneğin devamından ibarettir. İslam ıstılahı ve adeti üzere
gayet yerinde ve doğru bir davranış olmuştur. Gelecekte de –Allah muhafaza-
benzer bir durumla karşı karşıya kaldığımızda aynı şekilde selalarla davet
edileceğimizi de uygulamalı olarak öğrenmiş olduk.
Ayrıca selalarla
davet edilen bir halkın temel dinamiğinin İslam olduğu da apaçık bir husustur. Başka
dinlerin sembolleri olan boru ya da çan sesiyle davet edilecek değildik. Ki
gösterilen icabet ve sağlam direniş vesilesiyledir ki tarihimizin bir dönüm
noktasından daha selametle geçmiş olduk. Korkunç bir darbe ve işgal girişimini
biiznillah selaların sedaları eşliğinde atlattık. Hamdu senalar olsun.
İyi günümüzde de
kötü günümüzde de Allah’a hamd etmeyi ve Rasulü’ne salat eylemeyi adet haline
getirmiş olmamızdan daha güzel ne olabilir? Yalnız ölümlerimizi değil
dirilişlerimizi de selalarla ilan etmekten daha uygun ne düşünülebilir?
Aslında selalara
muhalefet edenlerin içlerinde o selalarla bastırılan darbe ve işgal girişiminin
başarısız olmasından kaynaklanan bir hasret kalmış olsa gerek ki bu derece bir
garezle selalara saldırıyorlar.
Neticede
selalarla dünyamızı değiştirdiğimiz gibi selalarla ülkemizin gidişatını da
değiştiririz. Sahip olduğumuz İslami gelenek bizim en değerli mirasımızdır. Bu
mirasın mesajı ile yürür ve dururuz. Bu topraklardaki varlığımız ve dirliğimiz
de o kodlarla işlenmiştir. Aramızdaki her türlü ihtilafı ortadan kaldıran ve
bizi bir anda omuz omuza direnmeye ve hatta gerekirse ölmeye götüren güç işte
bu tarihi arka planımızdır.
Damarlarmızdaki kandan ve taşıdığımız genden çok
daha geçerli ve önemli olan ve bizi birleştiren bu bağdır.
(*) İbni Abidin, Reddu’l Muhtar, C. 2, S. 77
vd.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder