Dünya’nın mutlak huzur ve rahat yeri olmadığını biliyoruz.
En azından biz Müslümanlar, saldırı ve zulümlere muhatap olmamızın kaçınılmaz olduğunu
da biliyoruz. Zira adalet ve merhamet isteyen İslam’ın yeryüzünde çanına ot
tıkadığı ve tıkayacağı her zalim bizi doğal düşman olarak biliyor.
En çaresiz ve en zayıf zamanlarımızda bile düşmanlıktan
vazgeçmeyecek kadar korkuyorlar bizden. Biz dediğim, kişi ya da toplumlar değil;
aleme adaletle nizam verecek olan İslam ve İslam’ın sunduğu hayat görüşü,
dünyaya ve bütün mahlukata bakış, hatta yere ve göğe intizam verecek, kuş ve
ağaçlara huzur getirecek bir yaşam tarzı…
Her ne kadar bizim bizden sandığımız bazılarımız bile bundan
emin olamasa da bu böyle, çoğumuzun haberi olmasa da bu böyle.
Hırsızın polisten korkusu gibi, katilin intikam alacak
adaletten kaçması gibi, karanlığın doğacak güneşten ürkmesi gibi, kuru otların
rüzgarda uçuşmaktan veya ateşte yanmaktan titremesi gibi; çaresiz ve tedavisiz
bir korku hastalığına yakalanmışlar.
Filistin ya da Doğu Türkistan’da, dahası Keşmir’de bugün
olan, dün Bağdat ve Gırnata’da, önceki gün Buhara ve Semerkant’ta yaşanan bu
idi; hakikatin karşısında çıkaracak bir malzemeleri yoktu çünkü! Çünkü adaletin
karşısında dayanacak bir kaleleri, merhametin oklarını durduracak bir zırhları
yoktu.
Çareyi saldırmakta buldular. Bırakın insanlığı, hayvanlığın
bile kabullenemeyeceği şeyleri bu yüzden yapıyorlar. Bu nefretin arkasında
korkunç bir çaresizlik ve aslında eziklik var.
Sözümüzün üstüne sözleri yok, işimizin üstüne işleri yok,
medeniyetimizin üstüne bir başka medeniyet inşa edemediler. En azgınları bile
hala bizden kalan binaları gezip bize diş biliyor, bizden kalan tarihi dinleyip
bize düşman oluyorlar.
Adını bizden öğrendikleri çeşmeden su içip bize küfrediyorlar
çünkü onlar bunu yapamadı ve yapamayacaklar. Hiç tanımadıkları ve tanıyamayacakları,
yüzünü görme, sesini ya da teşekkürünü duyma ihtimalleri olmayan birilerine
iyilik etmeyi onların havsalası almadı, almayacak.
Suriye’nin bütün şehirlerini ve köylerini hatta hiçbir sistemin
kayıtlara almadığı çadır kentlerini haritalardan silseler doymayacaklar!
Doğu Türkistan’da, Allah(cc) diyen tek canlı bırakmayacaklar
belki ama bitmeyecek, bıkmayacaklar kanımızı içmekten!
Filistin’i baştan sona işgal ettiler, istedikleri ağacı
kestiler, istedikleri evi yıktılar, korkularından çoluk çocuğu, kadınları ve
kızları kurşunladılar ama çaresi yok bizden korkmaya ve bu yüzden o cinnet
haliyle öldürmeye devam edecekler!
Delhi sokaklarında herhangi bir masum Müslümanı linç edip
öldürecekler, Kaşgar’da ya da Urumçi’de bir Müslüman Uygur’u ezecekler, Arakan’da
bir Müslümanı ateşlere atacaklar…
Rusya hastaneleri, Amerika düğünleri, Suud okulları, İran pazar
yerlerini vuracak!
Sisi meydanları tarayacak, Esed işkence merkezleri kuracak…
Hepsi ve tamamı, büyüğü ve küçüğü, süperi ve normali, lideri
ve devleti ile Müslüman avlayacaklar!
Dünyayı nefretle doldurdular, doymadılar.
Daha geçen yüzyılda Bosna’yı ve Çeçenistan’ı, yüzlerce yıl
önce Kırım’ı ve Endülüs’ü yaktılar ve yıktılar, yetmedi. Tarih onların bize düşmanlığını
yazmaktan yoruldu ama onlar bırakmadılar.
Bizi gönülleri ve dilleri ile yenemeyeceğini anlayanlar,
düşman oldular. Fikirleri fikrimize, sözleri dilimize yetmeyenler, bizden
nefret ettiler.
Çaresi yok; Allah(cc) ölümü yazdı insanlığa, inkar edenler
de kaçamayacak! Allah(cc)’e olan düşmanlıklarını O’na inananlara kusmak,
onların buldukları savaş yolu.
Ama ne gam; hepimizi yenseler, ölümü yenemeyecekler!
Zalimler de ölecek, ardından gelenler ve gelecekler de
ölecek. Dünya hiçbirine yar olmayacak.
Biz ahirette tecelli etmesinden emin olduğumuz adaletin,
mümkün olduğunca dünyada da sağlanması için yaşamaya devam ediyoruz. Ve o günü
dünya gözüyle görmek, dünyalık en büyük temennimiz…
“Aranızda ölümü biz takdir ettik; sizi benzerlerinizle
değiştirmemiz ve bilemeyeceğiniz bir şekilde sizi yeniden var etmemize kimse
engel olamaz.” (Vakıa 60-61)
Bu meydan okuma; bütün dik boyunları büker, bulutlara
uzatılan burunları kırar, kibirleri yıkar, inkarları yok eder.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder