30 Eylül 2013

Lanet mi? Rahmet mi?

Hemen her konuda karşımıza çıkan bazı hadis olduğu iddia edilen ibarelerde 'bol-bol' Peygamber(sav)'in birilerine herhangi bir günah sebebiyle lanet okuduğuna rastlıyoruz. Lanet okunanlar genellikle akide olarak mü'min olan ancak bir şekilde ya bir amelinde kusur olan yahut bir harama bulaşanlar oluyor.

Örneğin 'başörtüsünü deve hörgücü yapana lanet' eden rivayette olduğu gibi. Her ne kadar bu konudaki ibarelerin kaynaklarda birebir karşılığını bulamasakta ve hatta konu ile ilgili verilen kaynaklarda o sahife ve numarada alakasız bir başka hadis varsa da kardeşlerimiz hoşlarına gitmeyen bir hali eleştirmede bu ibareleri delil olarak kullanmakta bir beis görmeyip, habire lanetler okumaktadırlar.

Oysa Sahih-i Muslim'den şu hadis başka bir şey anlatıyor:

حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ عَبَّادٍ، وَابْنُ أَبِي عُمَرَ، قَالاَ حَدَّثَنَا مَرْوَانُ، - يَعْنِيَانِ الْفَزَارِيَّ - عَنْ يَزِيدَ، - وَهُوَ ابْنُ كَيْسَانَ - عَنْ أَبِي حَازِمٍ، عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ، قَالَ قِيلَ يَا رَسُولَ اللَّهِ ادْعُ عَلَى الْمُشْرِكِينَ قَالَ "إِنِّي لَمْ أُبْعَثْ لَعَّانًا وَإِنَّمَا بُعِثْتُ رَحْمَةً ‏"‏'


Bize Muhammed bin Abbad ile İbni Ebî Ömer rivayet ettiler: Bize Mervân (yâni El-Fezârî) Yezid'den (ki bu zat İbnü Keysan'dır), o da Ebû Hâzim'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş :

Yâ Resûlallah! Müşriklerin aleyhine dua et! denildi. O(sav); 'Ben lânetçi olarak gönderilmedim, ancak ve ancak rahmet olarak gönderildim!'  buyurdular. (Muslim, Birr 87(2599))

"Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik." (Enbiya, 107)

Bu hadis kafirler için lanet hususunda Peygamber(sav)'in tavrını gösteren ilginç bir örnektir. Kaldı ki eğer birileri laneti haketmişse bunun müşrikler olması hem akla hem kalbe en uygun gelen durum iken bunu bile yapmak istemeyen bir Peygamber(sav)'in küçük günahlar için bir mü'mine lanet ettiğini ne nakil ne de Kur'an ve sünnetin genel çizgisi kabul etmez.

Kur'an-daki lanet ayetleri incelendiğinde bunların kafirleri ihata ettiği kolaylıkla anlaşılabilir. Kur'an ve sünnet mü'minlere lanet etmez. Peygamber(sav) lanetçi değil 'korkutucu ve uyarıcı'dır. Evet çok şiddetli korkutmuştur ümmetini, evet çok şiddetli bir şekilde farzların ikamesi ve haramların terki için uğraşmıştır. Ancak başörtüsünün şekli için bir mü'mineye lanet etmemiştir.

Bu örnekten yola çıkarak, Allah için, 'lanet' ibareli hadis diye görsellerde yahut sosyal medyada paylaşılan herşeye rağbet etmeyiniz. Eğer imkanınız varsa kendiniz araştırın yoksa da bir ehline sorun. Zira Allah ve Rasulü adına yalan uydurmak veya bunu yaymak cehennemdeki yer için hazırlık mesabesindedir.

23 Eylül 2013

107 - Maun

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحيمِ


أَرَأَيْتَ الَّذِي يُكَذِّبُ بِالدِّينِ


1. Dini yalanlayanı gördün mü?

فَذَلِكَ الَّذِي يَدُعُّ الْيَتِيمَ


2. İşte o yetimi iter kakar.

وَلَا يَحُضُّ عَلَى طَعَامِ الْمِسْكِينِ


3. Yoksulu doyurmaya teşvik etmez.

فَوَيْلٌ لِّلْمُصَلِّينَ


4. Yazıklar olsun o namaz kılanlara,

الَّذِينَ هُمْ عَن صَلَاتِهِمْ سَاهُونَ


5. Ki onlar namazlarından habersizdirler,

الَّذِينَ هُمْ يُرَاؤُونَ


6. Onlar gösteriş yaparlar,

وَيَمْنَعُونَ الْمَاعُونَ


7. Ve yardımı da engellerler.

108 - Kevser

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحيمِ


إِنَّا أَعْطَيْنَاكَ الْكَوْثَرَ


1. Muhakkak ki Biz, sana Kevser'i verdik.

Kevser, çok hayırlar manasında tefsir edilmiş ve cennetteki bir ırmak olduğu da rivayet edilmiştir. Ancak surenin neslin devamı ile ilgili son ayetinden mülhem olarak Kevser'in Hz. Fatıma(ra) olduğu da ortaya çıkar. Zira onun nesli Peygamber(sav)'in soyunun kesilmemesi ile devam eden bir nehir gibi süregelmiştir.

Allah(cc) hikmetini mutlak olarak onun bildiği bir sebeple Adem(as)'dan beri devam eden peygamber neslinin erkeklerini onunla bitirmiş ve kızından soyunu devam ettirmiştir ki halen genel-geçer bir adet olarak neslin erkekten devam ettiği kabul edilir ve hatta en çağdaş toplumlarda bile çocuklar babaların soyadını alırlar. Halbuki insanların en değerlisinin nesli kızından devam etmekte ve halen tanınıp bilinmektedir. İşte bu Kevser'dir.

Ümmeti için ise Kevser elbette farklı nimetler ve şekillerle lutfedilecektir. Marifet odur ki, herkes kendi Kevser'ini bilip şükrünü eda edebilsin.

فَصَلِّ لِرَبِّكَ وَانْحَرْ


2. O halde Rabbin için namaz kıl ve kurban kes.

إِنَّ شَانِئَكَ هُوَ الْأَبْتَرُ


3. Doğrusu asıl sonu kesik olan, sana kin besleyendir.

Mal ve çocukların çokluğuyla övünmeyi bir şiar olarak ortaya cahili müşrik kültüre bu kısacık surede toplam 4 kelimeyle indirilmiş en büyük darbe bu ayettir. Kevser'i elde eden ve Rabb'i için namaz kılıp kurban kesenlerin nesli tükenmeyecektir. İman edenlerin gönüllerine ferahlık, kafirlere öfke olacak bu ayetler kıyamete kadar sürecek bir davanın da ilanıdır.

109 - Kafirun

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحيمِ


قُلْ يَا أَيُّهَا الْكَافِرُونَ


1. De ki: Ey kafirler,

لَا أَعْبُدُ مَا تَعْبُدُونَ


2. Ben sizin kulluk ettiğinize kulluk etmem.

وَلَا أَنتُمْ عَابِدُونَ مَا أَعْبُدُ


3. Siz de benim kulluk ettiğime kulluk etmezsiniz.

وَلَا أَنَا عَابِدٌ مَّا عَبَدتُّمْ


4. Ve ben sizin kulluk ettiğinize kulluk edecek değilim.

وَلَا أَنتُمْ عَابِدُونَ مَا أَعْبُدُ


5. Siz de benim kulluk ettiğime kulluk etmezsiniz.

لَكُمْ دِينُكُمْ وَلِيَ دِينِ


6. Sizin dininiz size, benim dinim banadır.

16 Eylül 2013

Aleviliği Alevilere Bırakalım mı?

İslam; Kur'an ve sünnet ile va'zolunan, selefimizin icması ve kıyasları ile fıkholunan dinin adıdır. Bunlarda bulunmayan dinden değildir. Bu cümleyle kısaca özetlediğimiz aslında bu dinin usulünü ifade eder. Yani bir konuda İslam'ın hükmü bu yollarla çıkarılır ve uygulanır. Herhangi bir konu hakkında İslam'ın hükmü nedir sorusunun cevabını bulmak için işin ehli tarafından müracaat edilmesi gereken adımlar bunlardır.

Selefimiz ise başta sahabe olmak üzere onlardan bu dini öğrenen ve yaşayan tabiin ve tebeuttabiin diye isimlendirilen nesillerin ortak adıdır. Bazı alimlerimiz selefi, hicri 483 yılında vefat eden Şemsuleimme İmam Serahsi'ye kadar geçenler olarak kabul ederler.

İslam'ın daha ilk dönemlerinden itibaren ortaya çıkan ve bugünlere kadar devam edegelen gerek itikadi, gerek siyasi gerekse ameli mezheplerin varlığı bir vakıadır. İtikadi sapmalar karşısında selefimizin tavır ve duruşları net olarak kayıtlara geçmiş olup bu konularda artık tartışmanın bir anlamı bile kalmamıştır. Ancak günümüzde eski sapmaları yeni cümleler ve isimlerle pazarlamaya çalışan ve yeni bir şey söylediği zannedilen bir kısım hoca ve lider ya da grupların varlığı zaruri olarak bu konuları gündemde tutmaktadır.

İtikadi sapmalara karşı örnek duruş deyince akla ilk gelen isimlerden olan tabiinin yıldızı Said bin Cubeyr'in kendisine ilmi ve fıkhi değerini hatırlatarak, Haccac'ın 'Kur'an mahluktur' sözünü kerhen tasdik ederek ruhsat kullanmasını tavsiye eden zindan arkadaşlarına 'İnsanların onlara ilim ve fıkıh öğretecek birine ihtiyacı olduğu kadar; gerektiğinde iman uğrunda başını vermekten çekinmemeyi öğretecek olanlara da ihtiyacı vardır' diyerek azimeti tercihidir. O ve arkadaşları tereddütsüz olarak iman etmiş ve mutlak bir teslimiyetle teslim oldukları Rabb'lerine yürümüşlerdir.

Yine garip memleketimizin büyük çoğunluğunun kendini fıkıhta ona izafe ettiği Ebu Hanife de benzer bir yolla dünyaya veda etmiştir. Zalimlerin kadılık teklifini, 'Eğer vali Vasıt Mescidi’nin kapılarını saymamı istesin, yine kabul etmem' diyerek reddeden ve kırbaçlanarak işkence ile katledilen İmam, selefimizin zirve isimlerinden biridir.

Alevilik'e gelince, siyasi bir mezhep olarak ortaya çıktığından bugüne tıpkı diğer islam kaynaklı siyasi ve itikadi oluşumlar gibi büyük sapmalar ve değişimlerle bugüne gelmiştir.

Bugün hemen her coğrafyada değişik inanış ve uygulamaları bulunan ve kendini Alevi olarak takdim eden topluluklar bulunuyor. Bunlardan bir kısmı kendini İslam'a izafe ederken, bir diğer grup ise kesinlikle bunu kabul etmiyor ve müslüman değil Alevi olduğunu ısrarla ifade ederek farklı bir inanç grubu olduklarını deklare ediyorlar.

Kendilerini İslam'a izafe edenlerin bizim açımızdan durumları en başta beyan ettiğimiz ölçüler üzerinden tayin edileceğinden herhalde bu konuda bir tartışma olmayacaktır. Yani herhangi bir İslam mezhebi olduğunu ifade eden bir Alevi için din ve şeriat aynen bizim muhatap olduğumuz şeyler olacaktır. Hem müslüman olduğunu ifade edip hem de Kur'an'ın herhangi bir hükmünü reddeden 'sünni' için fetva ne ise Alevi için de fetva odur.

Müslüman olmadığını ve ayrı bir inanca sahip olduğunu söyleyen Alevi içinse yine İslam'ın hükmü diğer din mensuplarıyla aynıdır. Herhangi bir özel durum sözkonusu değildir, gayri müslim hukukuna tabii olurlar.

Özellikle birinci grup için yani kendilerinin müslüman olduğunu iddia edenler için 'Din'de zorlama vardır'. Zorlama müslüman olmayanlara yoktur. Bu zorlamadan maksat onları ibadete zorlamak değil, emir ve yasakları kabul etmeleri ve dinin mutlak hükümlerine teslim olmaları şeklindedir. İtikaden bunu yapmayan müslüman olduğunu iddia edemez zaten.

Müslüman değil de Alevi olduğunu ilan edenlerin inançları sebebiyle talep ettikleri haklarının hele de 'laik' bir devlette istenmesi ve verilmesi tabiidir. Tabii olmayan laik devletin 'sünni' müslümanların camileri başta olmak üzere tüm dini hayatlarına müdahele etmesidir aslında. Türkiye, ne tam bir laik olup, iddia edildiği gibi her dine eşit mesafede durabilmiş ne de 'sünni' bir devlet olabilmiştir.

Kanada ve İngiltere gibi devletlerin şer'i hukukla muhakeme ve muamele edilmek istenen müslümanların faydalandığı 'Şeriat Mahkemeleri'ne verdiği gibi izinlerin Türkiye için henüz hayal bile edilememesi de ayrı bir göstergedir. Yani iç hukuk olarak Türkiye, bir çoğumuzun 'İslam düşmanı' ve 'Haçlı' olarak gördüğü batılı ülkelere göre İslam ve müslümanlara çok daha uzak bir duruşa ve düzene sahiptir. Buna rağmen Alevilerin devleti bir 'sünni' devlet zannetmeleri ise herhalde son devrin garabetlerinden birisidir.

Sonuçta Aleviler ne olduklarına kendileri karar verebilirler bizim zorla onları İslam dairesine sokmaya çalışmamızın bir anlamı ve değeri ne 'sünni' müslümanlar ne de Aleviler katında yoktur. Bu tarz 'şirinlik' denemelerinin faydasızlığı tarih boyunca ortaya çıkmışsa da illa yeniden ve yeniden denemek isteyenlerin yolları açık olsun.

İman etmeyen insan ya da toplumları zorla İslamlaştırmanın sonucu en fazla daha çok münafık üretmek olur.

Bu konuya girince ister-istemez İran ve Suriye gündeme gelecektir zira Alevilik gündeme en çok bu iki devletin politikalarına angaje olan siyasi duruşların adı olarak da gelmektedir. İran'ın şiiliği pek yerli Alevilerce makbul kabul edilmiyor olsa da Suriye'nin Nusayri'liği rağbet görebilmektedir. Geçmişte yaşananlarla beslenen bir kin ile büyütülen nesillerin ellerine fırsat geçtiğinde intikam arzusuyla her türlü vahşeti işleyebildiği Suriye'de yaşananların bir Sünni-Alevi savaşına dönüşmesi rejimin Nusayri kimliği ve özel çabaları sebebiyle kaçınılmaz olmuştur. Savaşa müdahil olan İran ve Lübnan Hizbullah'ının şii karakterleri de olayı bir şii-sünni savaşına dönüştürmüştür. Kabul etmesekte durum budur.

Aleviliğin Suriye versiyonu olarak Nusayrilik karşımızda bir katliam makinası olarak el'an işlevini görmeye devam ediyor. Türkiye Alevilerini bu savaşta 'sünni' devlet ve politikası karşısında meydana çıkarmak isteyenler için adeta gün doğmuştur. Mümkün olsa bu savaşı yaymaktan çekinmeyecekleri çok açıktır.

Bu fitne döneminde birtakım çıkışlarla Alevileri İslam dairesine zorla sokmaya veya onlar kabul etmediği halde öyle göstermeye çalışmanın bir alemi yoktur. Suriye'deki savaşı buralara taşımak ne kadar anlamsız ise karşıt iş olsun diye olmayan bir 'din kardeşlik'i üretmenin de anlamı yoktur.

Bırakalım herkes istediği yerde dursun. Kendi tercih ve kararı ile bir yerde duran herkes, duruşunun getirdiği sonuçlara katlansın.

Ve de kimse, Suriye'de 'Beşşar Ekber' demediği veya resmine secde etmediği için katledilen bir müslümanın 'kardeş kavgası'nda can verdiğini iddia etmesin!

31 Ağustos 2013

Abd’ye sığınmaktan Allah’a sığınırım!

Zor zamanlar, zor zeminler ve kalitesiz insanların oluşturduğu toplumların birbirine düştüğü ve Rasulu Ekrem(sav)’in buyurduğu gibi; ‘aç insanların bir sofraya üşüştüğü gibi üstümüze saldırdığı’ günlerdeyiz. Herkesin şikayet ettiği ama kimsenin çare bulamadığı, bulanların da çaresiz kaldığı devirlerde...

En nakle ve akla yatkın çözüm olarak dillendirilen ‘ittihad-ı İslam’ fikrinin bir ütopyaya döndüğü bir çağdayız. İslam’ın ‘ümmet’ olarak vasfını yitirmesinin üzerinden 1 asırdan fazla zamanın geçtiği ve fakat küçük zümrelerin dışında ‘ümmet’ olma derdinin olmadığı, kalmadığı; ‘kardeşlik’ temelinde oluşması gereken bu güzide toplumu oluşturması beklenilenlerin ‘kardeş’ ol(a)madığı demlerde...

Kardeş olamayanların ırklarının yüreklerinde imanlarından daha büyük bir yer tuttuğu, coğrafyaların ve siyasi sınırların imanla değil güncel ‘cahili’ değerlerle belirlendiği ve bunların devletleri değil yürekleri böldüğü bir dünyadayız. Acıların ve zulümlerin, dünyanın kadim kavgası ‘tevhid ve şirk mücadelesi’nin tevhid ehli tarafından bile gözardı edilir olduğu ‘modern’ bir cahiliyede...

Suriye ve Mısır’da yaşananların Filistin’i unutturduğu hatta yahudilerin zulümlerinin mumla arandığı haberleri almaktan kalplerin karardığı, artık ölümlerin ve zulümlerin ancak kadın ve çocuklara uzandığında insanları etkileyebildiği ‘kalbi sökülmüş bir çağda’...

Bu hengamede herkesin hemen her konuda herşeyi bildiği ve her konuda herşeyi söylebildiği ortamlarda neredeyse mazlumların mazlumiyetleriyle suçlandığı ve hatta zulme, katliama destek olmaktan öteye geçerek bizzat katılanların(İran-Hizbullah) savunulmaktan utanılmadığı, hatta eleştirilerin ‘kurşunların önüne neden çıktılar ki’ noktasına hızla ilerlediği mide kaldırmaz zilletlerin gözümüze sokulduğu...

Rusya’nın pilotları ve silahları ile hergün müslüman katlettiği Suriye’de buna ses çıkaramayanların olası bir Abd saldırısının ‘emperyal dış müdahele’ olduğunu söyleyebilecek kadar alçaldığı...

‘Beşşar Ekber’ diye böğüren Baas Şebbihaları ile ‘Allahu Ekber’ diyen mücahidlerin savaşında Lübnan Hizbullah militanlarının Beşşar’ın ekber kalması uğruna müslümanlara saldırdığı...

Kudüs ve Mescidi Aksa’yı yıllardır politik malzeme yapan ancak bugüne kadar ne Abd’yle ne de İsrail’le hiçbir çatışmaya girmeyen İran’ın uydurduğu İran-Suriye-Lübnan direniş hilalinin neye ve kime direndiğini Suriyeli bebeklerin canlarıyla gösterdiği...

67’den beri İsrail işgalindeki Golan Tepeleri sebebiyle bir çatışmaya girmeyen katil Baas rejiminin sözkonusu müslümanlar olduğunda nasıl tüm gücü ve vahşetiyle ortaya çıktığı...

Bütün bunlara rağmen ne bizim ne de Suriye’de kendini bilen hiçbir müslümanın asla ve kat’a bir Abd işgalini onaylamadığı ve onaylayamayacağı gerçeğinin unutularak bu ‘zillî’ zümre tarafından ‘batıcı’ olmakla suçlandığı...

Dünyanın birçok noktasında halen ve geçmişte Abd ve batılı her türlü batıl ve istilacı zalimle canları ve mallarıyla cihad eden müslümanların ‘batıcı’, ‘natocu’ vs. gibi yaftalarla vasıflandırılarak zulüm ve katliamların savunulduğu...

‘Kim bir mü'mini kasıtlı olarak öldürürse onun cezası içinde sürekli kalmak üzere cehennemdir. Allah ona ğadab etmiş, onu lanetlemiş ve onun için büyük bir azab hazırlamıştır.’ (Nisa 93)

Müslümanların Abd’ye sığınmak gibi bir felakete düşmesi ‘imani’ bir sorundur. Zira İslam, temel akide olarak ‘yalnız Allah’a sığınmayı’ esas olarak tayin etmiştir. Esasen ‘Allahu Ekber’ diyen bir mü’minin Allah’tan başkasını ‘süper güç’ olarak tanıması da mümkün değildir. Bu hususta bir tereddüdü olanın önce yeniden iman etmesi gerekmektedir. Putperestlik yahut Allah’tan başkasını ilah edinmek; bir taşa, tahtaya ya da betona tapınmaktan ibaret değildir.

Ancak kanatimce Abd’nin gerçekten Suriye’deki Baas zulmüne engel olmak ve onları sarsmak gibi bir niyeti olmadığı bizzat kendileri tarafından tartışmasız olarak ortaya konmuştur. Zaten bunlardan müslümanların menfaatine bir hareket beklemek ahmaklıktan başka birşey de olmaz.

Daha önce Bosna’da yıllarca katliamları seyreden ancak olay kendi dengelerine dokunur hale gelip müslümanların baskın çıkma ihtimali belirince müdahele ettikleri gibi, Suriye’de de menfaat ve gelecek planlarına ters işlerin olmaya başladığını görmeleri sonucu güya müdahele edecekler. Onların hesaplarını bozan tek şey ise İslam coğrafyasının herhangi bir parçasında Allah’ın dininin tehakküm ve üstünlüğüne dayanan bir idare ya da toplumun oluşmasıdır. Bu sebepledir ki Mısır’da gidişat hesaplarına aykırı ilerlemeye başladığında katliamlara seyirci kalırlarken, Suriye’de gidişat hesaplarına uymadığı için katliamlara müdahele etmeyi düşünüyorlar.

Her halukarda müslümanların kanlarının ve canlarının onların gözünde bir değeri olmadığını geçmişte ve günümüzde yaşanan hadiselerle hepimiz çok iyi biliyoruz. Kimse Abd’nin 1500 ya da 1,5 milyon müslüman canı için fazladan 2 füze masrafına girecek kadar bile insani olduğunu zannetmemeli...

Bütün bunlardan sonra; eğer bunca ön uyarıya ve hazırlık yapması için süreye rağmen Abd olur da Esad’a bir saldırı düzenler ve onun canını yakarsa yahut mazlumlara yönelmesi gereken bazı silahları yok ederse bundan neden rahatsız olacağım?

Bir ceylana saldıran çakala, ormanın eşkiyası olan sırtlan tırnak attığında ceylanın bundan üzülmesi mi gerekir?

Benim evime, yakınlarıma ve yaşadığım her yere bir çakal sürüsü saldırsaydı; onlara saldıran sırtlanlar hakkında ne düşünürsem Abd-Esad savaşında da aynı şeyi düşünürüm.

Suriye’de cephelerde yahut hanelerde kurşunlar, bombalar, füzeler ve zehirlerle katledilen her can için yüreğimin ‘kardeş’ adındaki büyük parçasına bir çuvaldız daha saplanırken kimse benden başka bir tavır beklememeli.

Kardeşimden bahsediyorum zira... Bunu anlayamayanlara Allah’ın ya bu kardeşliği nasip etmesini yahutta aynı imtihanı yaşatmasını temenni ederim.

Anlamak isteyenler için bir kez daha izah edeyim:

Kardeşim diyorum yani tıpkı anne-baba kan bağı olan kardeşim gibi... Kardeşimi boğazlıyor adam, bacıma tecavüz ediyor, çoluk-çocuğumu boğuyor, hanelerini başlarına yıkıyor!..

Kardeş diyorum yani, kardeş...

Allah'tan korkun ve şehidlerden utanın...

13 Ağustos 2013

Kanunname

Kanunlar çelikten olmuş, ne fayda!

Madem ki yay gibidir.

Eğilip bükülecekse basanda

Kırılsın daha iyidir.

 

Keskin kılıç gibi olmalı kanun

Kimse el vurmamalı

İster şaha, ister paşaya olsun

Kalktı mı durmamalı

 

Bir kanun ki bütün başlar önünde

Saygı ile eğilir

Mazlumun da, zalimin de gözünde

Bilinir ki adildir

 

İşte o zaman güçlü olur devlet

Adı hukuk devleti

Haksızlık gitmez ilelebet elbet

Tutar yıkar milleti

Yakup KİRAZ

Hariçten gazel okumak; Suriye ve Filistin

  Hızlı zamanlarda yaşıyoruz. Günlük hatta saatlik değişimler, olaylar ve bilgiler su gibi hatta esen bir yel gibi akıp duruyor. Bu haber ve...